Cumhurbaşkanına hakaret üzerine...

Son haftalarda üzerinde çalıştığım, sonuçlandırmak üzere olduğum bir makalem de, "siyasetçileri eleştirme özgürlüğü" üzerine olduğu için ulusal ve uluslararası mahkemelerin ifade özgürlüğünü değerlendirişi üzerine pek çok karara eriştim ve inceledim. Önce bu kararlarda en hafifinden en rahatsız edici boyutta olanına kadar pek çok ifadenin nasıl değerlendirildiğine, ifade özgürlüğü kapsamının genişliğine, sonra ülkede tartışılan hakaret kabul edilen ifadelere bakınca ifade özgürlüğünün teorik kısmı üzerine bir yazı yazma gereği hissettim...

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) tarafından İspanya'ya karşı verilen meşhur kararda (Otegi Mondragon-İspanya Kararı) belirtilen şu noktaya en baştan dikkatinizi çekmek isterim: İfade özgürlüğü, "sadece olumlu olarak alınan veya zararsız ya da bir tarafsızlık sorunu olarak görülen "bilgi" ya da "fikirlere" değil, itici, şok edici ya da rahatsız edici olanlara da uygulanır. Demokratik bir toplumun olmayacağı çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin talepleri bunlardır."

Hakareti kati suretle savunmuyorum. En ağır eleştirilerin dahi hakaret içermeden yapılabileceğine inanıyor, eleştirilerin saygı çerçevesinde yapılması gerektiğini savunuyorum. Ancak yapılan her ağır eleştirinin de hakaret olarak kabul edilmemesi gerektiğini söylemem gerek.

Bu noktada, İHAM elinden çıkan, "cumhurbaşkanına hakaret" denildiğinde sıklıkla atıfta bulunulan Eon-Fransa Kararını (2008) da incelemekte fayda var. Fransa Cumhurbaşkanının kortejinin geçeceği sırada bir çiftçinin, üzerinde "Defol git, geri zekâlı!" yazan bir levha kaldırmasıyla Fransız mahkemeleri tarafından 30 Avro para cezası uygulandığı olayda; İHAM, siyasetçilerin eleştiriye hoşgörüsünün, sıradan bir kişiye göre çok daha fazla olması gerektiğini söylüyor. Zira işlerinin niteliği bunu gerektiriyor.

Ayrıca mahkeme, daha önce Cumhurbaşkanı tarafından da kullanılan bu ifadelerin kendisine yöneltilmesini, "hiciv" olarak niteliyor ve demokratik toplumlarda hiciv yolu ile yapılan eleştirilerin önemli olduğunu vurguluyor. Bununla birlikte mahkeme, daha önceki tarihli kararlarında da pek çok kez, hicvin temelinde gerçekliği abartılı ve bozulmuş bir şeklide sunan sanatsal bir ifade yattığını, bunun sosyal bir yorumlama şekli olduğunu, doğası gereği tahrik etme ve kışkırtma amacı güttüğünü dile getirmiştir.

Hatta aynı kararda, İHAM, ifade sahibinin yalnızca hakaret kastıyla hareket edip etmediğini; politik tartışma ya da haber verme işlevinin söz konusu olup olmadığını da göz önünde bulundurmuştur.

Cumhurbaşkanına hakaret suçu, şüphesiz Cumhurbaşkanlığı makamının saygınlığı ve değerini korumak için getirilmiştir. Ancak şunu iyice bir düşünmek gerekir; bu makama, dışardan birilerinin yaptığı hakaret mi daha çok değer kaybettirir, yoksa makamı elinde tutan kişinin tavırları mı? Bu sorunun cevabı, şüphesiz ki "makam sahibi" olacaktır. O halde, makamın değerini ve saygınlığını korumak için tavırlarında ve söylemlerinde en çok titiz davranması gereken Cumhurbaşkanı koltuğunda oturan kişi her kim olursa olsun, o kişinin ta kendisidir.

Ayrıca Türkiye'de mevcut sistemde, yürütmenin başı olarak cumhurbaşkanının eleştiriye açık olmasını beklemek, abesle iştigal olmayacaktır. Yukarıda uluslararası mahkeme kararları ile de açıklandığı üzere, cumhurbaşkanı eleştiriye, hatta ağır eleştirilere açık olmalıdır.

Son yayınlanan Adli Sicil İstatistiklerine göre, 2017 yılında, soruşturma evresinde Cumhurbaşkanına Hakaret Suçundan karara bağlanan dosya sayısı, 20 bin 539; bunların 5 bin 281'i kamu davası açılması yönünde çıkmış kararlardan oluşuyor. Söz konusu kararlara konu binlerce ifadenin hakaret oluşturmuş olmasına gerçekten imkân var mı? Burada, "bağımsız yargımızın" yukarıdaki ölçütler çerçevesinde değerlendirme yapması çağdaş hukuk ilkelerine daha uygun düşmez mi?

 

Yazarın Diğer Yazıları