CUMHURİYET’İN VE DEMOKRASİNİN NASIL KURULDUĞUNU UNUTMAYALIM / Prof. Dr. Mehmet Saray

CUMHURİYET’İN VE DEMOKRASİNİN NASIL KURULDUĞUNU UNUTMAYALIM / Prof. Dr. Mehmet Saray
Atatürk, çok okuyan bir devlet adamı ve kumandan olduğu için dünyada olup biten gelişmeleri ve değişiklikleri iyi takip etmiştir. İmparatorlukların çöktüğünü, insan hakları ve özgürlükleri konusunda yeni görüşlerin ortaya çıktığını görüyordu.

Rakipleri tarafından Osmanlı İmparatorluğunun da yok etmek için büyük gayret gösterildiğini de görüyordu. Türk milletinin esarete düşmemesi için verdiği Milli Mücadeleyi, o yiğit arkadaşları ile, bütün zor şartlara rağmen, başarıyla tamamlamış ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu sağlamıştır. 

Bilindiği gibi Atatürk, Milli Mücadeleyi “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” parolası ile başlatmıştı.Önce Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri ile Türk milletinin haklarını korumya çalışmış ve arkasından da millet temsilcilerinin vazife yaptığı parlamenter sistemi kurmuştur. Halkın temsilcilerinin katıldığı Meclis çalışmalarında alınan bütün kararları değiştirilmeden uygulanmıştır. Hatta Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Muharebeleri  için, kumandanı Meclis seçmiştir. Kısaca, halkın temsilcilerinin aldığı kararlar dahiliyemizde şiarımız olan halkçılık, yani milleti bizzat kendi mukadderatına hakim kılmak esası,  Milli Mücadele tamamlanmış ve Cumhuriyet sistemi ilan edilerek demokratik sistem kurulmuştur.

Çünkü Atatürk, kendisi gibi sinesinden çıktığı Türk milletinin de demokrat bir yapıya sahip olduğunu biliyordu. Nitekim TBMM’ni açmadan ve Cumhuriyet’i ilan etmeden önce yaptığı konuşmalarda bu hususlara da temas eden konuşmalar yapmıştır. O, bu konuda diyordu ki, “Türk milleti en eski tarihlerinde, meşhur kurultaylarıyla, bu kurultaylarda devlet reislerini intihap etmeleriyle demokrasi fikirlerine ne kadar merbut (bağlı) olduklarını göstermişlerdir. Ne var ki, tarihimizin son devirlerinde, Türklerin kurdukları devletlerde başlarına gelen padişahların bir kısmı bu usulden ayrılarak bir nevi müstebit olmuşlardır”.

Çok okuyan ve geniş bir tarih bilgisine sahip olan Atatürk, İngilizlerin 1688’den itibaren Kraliyet’i şeklen koruyup halkın temsilcilerinin görev yaptığı parlamenter sistemi;1789  Fransız İhtilaliyle ortaya çıkan “İnsan ve Yurttaş Hakları” ve birliğini sağladıktan sonra ABD’nin 1783’te “İnsan Hakları Beyannamesini” neşretmesini görmüş ve bu konularda bilgi edinmiştir. Bununla da yetinmeyen Atatürk, 1917 Bolşevik İhtilali’ni tetkik ederek  yeni gelişmeler hakkında bilgi sahibi olmuştur.

Bu vesileyle, Atatürk’ün  “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” prensibini ortaya koyarken şu açıklamayı yaptığını unutmayalım: Halkçılık, halkın kendi iradesi ve kaderine kendi iradesini hakim kılarak, her hususta mutlu ve müreffeh olması demektir. Diğer bir ifadeyle halkçılık “kuvvetin, kudretin, hakimiyetin, idarenin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurmasıdır”. Atatürk’ün halkçılık ilkesi 1921 Anayasasına da girmiştir. Atatürk, anayasada yer alan bu halkçılık ilkesi ile ilgili şu açıklamayı yapar: “Siyaset-i dahiliyemizde şiarımız olan halkçılık, yani milleti bizzat kendi mukadderatına hakim kılmak esası, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’yla (Anayasa) tespit edilmişti.”

Yukarıdaki açıklamalarıyla Atatürk, halkçılık ilkesiyle demokrasiyi ve demokratik prensipleri kastettiğini ve bunun böyle anlaşılması gerektiğini söylemiştir. Nitekim bu hususta Afet İnan’a şu açıklamayı yapmıştır.: “Demokrasi, yani halkçılık esasına dayanan Hükümetlerde, hakimiyet halka, halkın ekseriyetine aittir. Demokrasi prensibi hakimiyetin millette olduğunu, başka bir yerde olamayacağını iltizam eder. Bu suretle, demokrasi prensibi siyasi kuvvetin, hakimiyetin menşeine ve meşruiyetine temas eder. 

Biz, memleket halkı, efrad ve muhtelif zümre mensuplarının yek diğerine yardımlarını aynı kıymet ve mahiyette görürüz. Hepsinin menfaatlerini aynı derecede ve aynı musavatperverlik hissiyle teminine çalışmak isteriz. Bu tarzın, milletin umumi refahı, devlet bünyesinin tarzına daha muvafık olduğu kanaatindeyiz. Bizim nazarımızda: çiftçi, çoban, amele, tüccar, sanatkar, asker, doktor velhasıl herhangi bir içtimai müessesede faal bir vatandaşın haki menfaat ve hürriyeti müsavidir (eşittir). Devlete bu telakki ile azami nafi (faydalı) olmak ve milletin emniyet ve iradesini mahalline sarf edebilmek, bizce, bizim anladığımız manada Halk hükümeti iradesi, yani demokrasi ile mümkün olur”.

Milli Mücadele yılları başarıyla tamamlandıktan sonra 1921 anayasası değiştirilerek 1924 Anayasası hazırlanmıştır. 1924 Anayasasında Türk vatandaşlarının hak ve hürriyetleri “Türklerin Hukuk-u Ammesi (Kamu Hukuku)” başlığı altında şöyle verilmiştir: “Her Türk hür doğar, hür yaşar. Hürriyet başkasına zararlı olmayacak her türlü tasarrufta bulunmaktır. Hukuk-u Tabiiye’den olan hürriyetin herkes için hududu, başkalarının hudud-ı hürriyetidir. Bu hudud ancak kanun marifetiyle tespit ve tayin edilir”.                                   

         Ana  hatları ile Atatürk’ün  Demokratik bir Cumhuriyeti nasıl kurduğunu izah ettikten sonra, bu yeni sistemin nasıl insan haklarına ve özgürlüklerine dayalı olarak varlığını devam ettireceği, anayasa başta olmak üzere çıkardığı kanunlarla ortaya koymuştur. Bu arada kadın hakları üzerinde ciddi adımlar atılmasını sağlamış ve kadınlara seçme seçilme hakkı tanımıştır. Demokratik sisteme sahip olduklarını söyleyen pek çok Batılı ülke kadın hakları tam olarak verilmemişken, Atatürk’ün bu reformu gerçekleştirmesi O’nun hakkında kitap yazan Batılı tarihçilerinde  konusu olmuş ve Atatürk’ten övgüyle bahsetmişlerdir.

Atatürk, zorluklar içinde kurulan bu Demokratik sistemi iyi korumamız hakkında da bizleri ikaz etmiştir.Yaptığı konuşmalarda sık sık, bir halk idaresi olan demokrasinin muhalifi olan fikir akımlarından ve rejimlerinden korunmasını istemiştir. Atatürk, bu yıkıcı fikir akımlarını şöyle izah etmiştir: “Bizim, devlet teşkilatında esas prensiplerimizi teşkil eden demokrasinin üstün vasıflarını daha önce tarif ettik. Tarif ve izah ettiğimiz demokrasi ve prensipleri bazı nazariyelerin hücumuna maruz bulunmaktadır. Bu nazariyeleri şöyle sıralayabiliriz: 1-Bolşevik Nazariyesi, 2-İhtilalci Siyasi Sendikalizm Nazriyesi, 3-Menfaatlerin Temsili Nazariyesi, 4- Tek Adam (Diktatörlük) Sistemi”.[1]  Atatürk sözlerine şöyle devam etmiştir: “İİşte bu sebeplerden dolayıdır ki, biz bu ve bundan evvelki nazariyeleri memleket ve milletimiz için muvafık görmüyoruz. Biz, memleket halkı efradının ve muhtelif zümre mensuplarının, yekdiğerine yardımlarını, aynı kıymet ve mahiyette görüyoruz; hepsinin menfaatlerinin aynı musavatperverlik hissiyle teminine çalışmak isteriz. Bu tanzim milletin umumi refahı, devlet bünyesinin tanzimi için daha muvafık olduğu kanaatindeyiz. Bizim nazarımızda çiftçi, çoban, amele, tüccar, sanatkar, asker, doktor velhasıl bir içtimai müessesede faal bir vatandaşın hak, menfaat ve hürriyeti eşittir. Devlete, bu görüşlerle azami derecede faydalı olan ve milletin emniyet ve iradesini, mahalline sarf edebilmek bizce. Bizim anladığımız manada, halk Hükümeti idaresi, yani demokrasi ile mümkün olur”.