Dağdan iniş partisi (!)

Yaygın olarak "Diyarbakır anneleri" olarak tanımlanan grubun, Diyarbakır HDP İl Binası önünde tuttukları "evlat nöbeti"nin 311. gününde, bir PKK'lı daha teslim oldu.

Televizyon kanallarının sair ekseriyeti, PKK'dan kaçıp, Hakkari'nin Şemdinli ilçesine bağlı Aktütün Hudut Tabur Komutanlığı'na teslim olan 20 yaşındaki gencin, Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı'nda, bedensel engelli babası, annesi ve kız kardeşleriyle "kavuşma" anlarını, bütün ayrıntılarıyla, döndüre döndüre yayınladı.

Teslim olan PKK'lının da, annesinin, babasının, kardeşlerinin de adları, yüzleri olduğu gibi ortadaydı.

***

Çocuklarını bir şekilde terör örgütüne "kaptırmış" annelerin, ailelerin sergilediği irade elbette kıymetli; çağrıları elbette sahiplenilmeli. Bölgede "devlet"e duyulan güven duygusunun, PKK'ya duyulan "korku"ya baskın gelmesi, ailelerin çağrılarının karşılık bulmaya başlaması elbette önemli. Ve elbette bunlar "teşvik edici" olması ümidiyle "örnek" olarak da gösterilmeli.

Ama nasıl?

***

Hem "Diyarbakır anneleri"yle ilgili, hem de bize göre terörist, onlara göre "evlat" olan PKK'lıların "dağdan iniş"leriyle ilgili haberlerin dilinde ciddi problemler var.

İlki, kutsama.

O PKK'lılar, iddia edildiği gibi "kaçırılmış" olabilirler, "zorlanmış" olabilirler, belki en yakınlarının canıyla tehdit edilmiş olabilirler ama en nihayetinde "terörist"ler; o veya bu şekilde "teröristleşmiş"ler.

Kundaktaki bebekten, bastonlu dedelere, askerden öğretmene, doktordan mühendise 40 binden fazla insanını PKK terörüne kurban vermiş bir ülkeyiz biz; cebren yahut hile ile bu terör örgütünün bünyesinde bulunmuş olan, neye ne kadar bulaştığını, eline silah alıp almadığını, o silahı canımıza doğrultup doğrultmadığını bilmediğimiz ve ancak uzun bir sorgulama ve yargılama neticesinde öğrenebileceğimiz bu kişilerden "anti-kahraman"lar yaratmak lüksüne sahip değiliz.

Teslim olduklarına pişman edelim, PKK'nın ekmeğine yağ sürelim demiyorum ama bu "devletin şefkatli kolları" meselesini de, en azından kameralar önünde bu kadar abartmasak mı?

Öyle alkışlı, karşılama partisi tadındaki törenlerle on anneyi kazanmaya çalışırken, on bin annenin yaslı yüreğinin üzerinde tepinmek yerine, teslim olmuş olmalarının, tercihlerini "devlet"ten yana kullanmış olmalarının, "pişmanlık"larındaki samimiyetlerinin takdirini sükunetle yargıya bıraksak olmaz mı?

***

İkinci problem; madem amaç "gençleri terör örgütünün pençesinden kurtarmak", neden isim ve suretler bu kadar ortada, açık? Açık adreslerinden başka her şeyleri ekranda…

311 gündür, ulu orta HDP kapısı önünde oturan aileleri, elbette fişleyen fişlemiştir fişleyeceği kadar da; tüy dikmek zorunda mıyız biz de buna!

Yarın bir gün "açık hedef" haline gelen bu aile üyelerinden birinin başına bir hal gelse; yazık olmayacak mı örgütten kopmalarda "teşvik edici" olsun diye, kan kusup kızılcık şerbeti diyerek katlandığınız bunca şeye!

Pisagor aşkına!..

Türkiye Barolar Birliği'nde "İstanbul oligarkı" varmış; İstanbul Barosu kimi ister, kimi desteklerse seçimi o kazanıyormuş, "Anadolu Baroları"nın hiç mi söz hakkı olmasınmış…

Olsun.

Ne yapalım?

Avukat sayısı fazla olan baroların haklarını gasp edelim!

"Eşitlik" ilkesini yerle bir edelim. Nüfuslarıyla orantılı şekilde avukat sayısı fazla olan illere negatif ayrımcılık uygulayalım. Çoğunluğu, azınlığın tahakkümü altına alalım.

Buldukları dahiyane "temsilde adalet" formülü bu!

Avukat sayısı 100'den az olan baroların delege sayısını arttırıp, binlerce avukata sahip olan baroların delege sayısını düşürüyorlar. Hem de öyle böyle bir düşürme değil; 4 bin 757 üyesi olan Antalya Barosu'yla, üye sayısı 100'den az olan Kilis Barosu eşit sayıda delegeyle temsil ediliyor…

Böyle adalet düşman başına ayrı da, Pisagor'u yattığı yerde ters döndürecek bir matematik zekasını ortaya koyan iktidar partili hukukçulara bir sorum var:

AK Parti delegelerine de uygulayabilir misiniz aynı matematiği?

AK Parti Büyük Kurultayı'nda da Antalya ile Kilis aynı sayıda delegeyle temsil edilebilir mi?

Ardahan'ın genel başkan seçimine etkisi artsın diye İstanbul İl Başkanlığı'nın delege sayısını tırpanlayabilir misiniz?

Kaldı ki, avukatların illeri, ilçeleri için yol, köprü, baraj, fabrika istediği yok. Hangi ili temsil ederlerse etsinler nihayetinde "evrensel" hukuk ilkelerine uymak ve "adalet" mücadelesi vermekle yükümlüler. Bu durumda "eşitleri" illere yahut bölgelere göre kategorize etmenin mantığı ne?

SORU-YORUM

"Can"ları, bazı işadamlarının ihmallerinin "bedeli" olsun diye mi davul-zurnayla asker ediyoruz biz çocuklarımızı?

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları