Daha kaç şehit verelim?

25 YILDIR TERÖRLE MÜCADELE EDİYORUZ, AZİM VE KARARLILIKLARI HâLâ ARTMAMIŞ


İstanbul’un göbeğinde iki bombayı arka arkaya patlatabiliyor birileri... Ölenlerin arasında çocuklar da var, yaşlılar da...
Ve anne olmaya hazırlanan, yaşama-yaşatma sevinciyle dolu gencecik bir kadın!
Tek suçları, o saatte orada olmak!
İlk görevi  “halkının can ve mal güvenliğini sağlamak” olan Başbakan ise yazılı bir açıklama yapıp,  “Bu vahşetin sorumluları, nerede olurlarsa olsunlar hiç bir şekilde kendilerini bekleyen sondan kurtulamayacaktır”  diyor...
Kalıplaşmış, boş laflar!
Sonra ekliyor:
 “Bu tür hain saldırılar, hiçbir zaman amacına ulaşamayacağı gibi terörle mücadeledeki azim ve kararlılığımızı daha da artırmaktadır.”
İyi de sizin terörle mücadele azminizin ve kararlılığınızın artması için 18 masum vatandaşımızın daha ölmesi mi gerekiyordu?
Azminizin artması onları geri getirecek mi?
O çocuklar gençliklerini görebilecek, yaşlılar huzur içinde torunlarını sevebilecekler mi?
Ve o genç kadın, karnındaki yavrusunu kucaklayabilecek mi?
Başka çocuklar, yaşlılar ve hamile kadınlar terör kurbanı olmayacak mı?
On binlerce insanın çalıştığı, milyonlarca YTL’lik bütçelere sahip istihbarat servisleri daha uyanık olup, bu kalleşçe saldırıların önüne geçebilecek mi?
Varlığı tartışmalı bir örgüt için bütün muhalif gazetecilerin, siyasetçilerin, aydınların telefonlarını dinleten savcılar, eli kanlı katillerin de telefonlarını dinletmeyi akıl edebilecek mi?
 “Kimliklerinin gizli tutulmasını isteyen”  bazı polis şefleri, teröristlerin birbirleriyle yaptığı görüşmeleri de “iktidar yandaşı medya” ya sızdırıp, servis yapacak mı?
Ve daha önemlisi:
Bundan önceki terör kurbanlarımız, hükümetin kararlılığını artırmaya yetmedi mi?

* * *

Sakın bana,  “Canım sen de bütün faturayı Başbakan’a kesiyorsun, o ne yapsın? Terör sadece Türkiye’nin değil, dünyanın sorunu” demeyin...
Terör, en çok bizim sorunumuz!
Dünyada bu “kahpe sektör” e bizim kadar kurban veren kaç ülke var?
Ve kaç Başbakan, her saldırıdan sonra söz verip Erdoğan kadar  “sözünü tutamayan lider” durumuna düştü?
* Mustafa Mutlu/Vatan


++++++

Başbakan Türkiye’yi jurnalledi
Emin Çölaşan, “Erdoğan Sarkozy’ye Türkiye’yi şikâyet etti” dedi, Özdemir İnce destek verdi: Yapmıştır inanıyorum’

Babacan da yaptı
Tayyip geçenlerde Fransa’ya gitti. Fransa AB Dönem Başkanıydı. Le Figaro gazetesinde bir haber çıktı bu ziyaretle ilgili ve hiç kimse yalanlamadı. Haberde, “Recep Tayyip, Sarkozy ile yaptığı görüşmede Avrupa Birliği’nin 27 ülkesinin de AKP kapatıldığı takdirde tepki göstermesini istedi”  deniyor. Türkiye Cumhuriyeti’in Başbakan’ı gidiyor, Fransa Cumhurbaşkanı’na diyor ki, “Biz kapatılırsak sen örgütle, AB’nin 27 ülkesi tavır koysun, tepki göstersin.”  Kendi ülkesini yabancılara jurnal ediyor. Türkiye, Türkiye olalı böyle olaylar yaşamadı.
Türkiye’de bu ilk değil. Daha önce de bazı AKP’liler, AB’ye Türkiye’yi şikayet etmiş, bu tür taleplerde bulunmuştu. Hatta Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Türkiye’de Müslümanların dini özgürlüklerini yaşayamadıklarını iddia
etmişti. Türkiye bu hale
getirildi.
*  Emin Çölaşan / Sözcü


Şikayetin tanığıyım
13 ya da 14 Temmuz tarihli Le Figaro Gazetesi’nin yazdığına göre:  “Recep Tayyip Erdoğan pazar sabahı yapılan bir görüşme sırasında, yeni başlıkların açılmasını ve AKP’nin kapatılması durumunda Ankara ile görüşerek (işbirliği yaparak) 27’lerin ortak tepki göstermelerini istedi.” İstemiş!
Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, yaptıkları söyleşi sırasında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a (Melih Aşık’ın yazısını kaynak göstererek) bu konuyu soruyor.
Başbakan  “Hayır, kesinlikle böyle bir şey yok!” diyerek iddiayı reddediyor.
Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Avrupa Parlamentosu Dışilişkiler Komisyonu’nda Türkiye’yi şikáyet eden konuşmasına göz ve kulağıyla tanıklık etmiş bir vatandaş olarak, ben, Le Figaro Gazetesi’nin haberine inanıyorum.
* Özdemir İnce /  Hürriyet


++++++


Özkök’ün soramadıklarını sordular
Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, Erdoğan’ın “kendi zenginimizi yaratmışsak somut sor” resti karşısında “iki saatlik” bir hafıza kaybı yaşamış ve dut yemiş bülbüle dönmüştü.
Gazetecilikteki “tarihi çuvallama anları” arasına yerleşen bu olaydan sonra köşe yazarları Erdoğan’a “somut veriler” sunmak için sıraya girdi.
Önce, Vatan’dan Necati Doğru “İktidarda zengin yaratmanın beş yolu” nu yazdı.
Doğru sırasıyla,  2005 yılında Maliye Bakanlığı makamında TÜPRAŞ’ın yüzde 14.76 hissesi Ofer’e teklif edilip, ihale açılmadan gizlice satılması ve serbest rekabet kurallarına uymayan satışla ilgili mahkemece verilen  “yapılan satışta devlet zarara uğratılmıştır, bu satışı iptal ediyorum”  kararını hatırlattı.
İkinci olarak devletin sahibi olduğu, en az 4 milyar dolar değer biçilen Seydişehir Eti Alüminyum’un 305 milyon dolara, yine iptal edilen satışını yazdı.
SEKA’nın 100 milyon değerindeki Balıkesir Kağıt Fabrikası’nın 1 milyon 100 bin dolara satılması, Sabah’ın satışı için Vakıfbank’tan çıkarılan kredi ve TEKEL örneklerini veren Doğru, ilgili mahkemelerin satışı iptal kararı verdiği özelleştirmelerin hiçbirinden dönülmediğinin altını çizdi.
Hürriyet Yazarı Şükrü Küçükşahin de, Erdoğan’a kadrolaşma konusunda bazı “somut” bilgiler aktardı.
Küçükşahin, 1996’da Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın özel kaleminde çalışan Aziz Yılmaz’ın 59 yaşında TSE’ye döndüğünü. Ankara’da olması gereken görev süresini Gebze’de geçirdiğini, üç dil, dört yıllık üniversite ve uzmanlık tercihi olan bu bölüme, iki yıllık MYO mezunu olarak nasıl atanabildiğini sordu.
Kadrolaşmanın diğer adımlarındaki taze örnekler şunlardı:
 “Başbakan, TSE’nin Yönetim Kurulu’na da Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürü Hüseyin Tekin’i atadı.
Ardından kardeş Ahmet Tekin Denetim Kurulu üyesi yapıldı.
Acaba Başbakan bu atamayı etik, verimli, adil, işlevsel buluyor mu?
Çiçeği burnunda Başbakanlık Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan ise Denetim Kurulu’nun diğer üyesi oldu; şanslı doğrusu, tanıdıklarla çalışacak.”


++++++


Bu sahneyi hatırladın mı?
Ertuğrul Özkök, hafızanızı
sıfırlarsanız çok güzel bir yazı
yazmış:
 “SAHNEYİ gözünüzün önüne getirin.Atatürk Havalimanı’nda iki salon.Aralarında
10 metre var.
Yani biri 5, öteki 5 adım atsa bir araya gelecekler.
Biri 1 adım atsa, öteki de atmak zorunda kalacak.
Biri elini uzatsa, öteki onu
havada bırakamayacak.
Ama yok, olmuyor.
Yanı başımızda 17 beden
yatıyor.
Ülke ağlıyor.
Millet ölülerinin yasını tutuyor.
Sokak yıkanmış, bayraklar
çekilmiş.
Ve ülkemizin başbakanı ile ana muhalefet partisi başkanı, havaalanında...
Metreye vursan, aralarındaki mesafe, katledilmiş bedenler
arasındaki mesafeden bile az.
Ama o ilk adım, hepimizin beklediği ilk adım bir türlü
atılmıyor.”
Gelin görün ki, hafızamızı sıfırlayamıyoruz işte!
Ve hemen ’başka bir sahneyi’gözümüzün önüne getiriyoruz:
’Dolmabahçe’de bir salon. Aralarında iki bilemediniz üç metre var. Birinin en cılız, en korkak, en pısırık sesle söylediğini bile diğeri rahatça duyacak. Biri sorsa diğeri cevaplayacak. Ama olmuyor. Devleti ayakta tutan sacayakları kırık dökük olmuş. Kimse yarınından emin değil. Huzur ve refah belli bir kesimin tekelinde. Biri “sor” diyor, “korkma”. Diğeri susuyor.
Olmuyor.’
Hey kovboy, bu yazı sana
birşeyler hatırlattı mı?


++++++

 

Sahipsiz ve güzel ülkem
TÜRKİYE bir savaş alanıdır.
Bombalar, kurşunlar, mayınlar, tabutlar, ölüler, yaralılar, gözyaşları, kan hiç eksik olmadı, olmuyor.
Bir savaş alanıdır burası...
Türkiye’yi ele geçirmek isteyenler vuruşurlar:
Kürtçüler...
Dinciler...
Faşistler...
Eylemci sol...
PKK, Hizbullah, CIA, MOSSAD, mafya...
AB...
ABD...
Herkes yönetmek ister buraları...
Niçin?...

* * *

Çünkü sahibi yoktur Türkiye’nin...
Tıpkı şehrin işlek yerindeki sahipsiz bir arsa gibidir, ilgi çeker, iştah kabartır ve sahibi yoktur.
İşte Türkiye...
Dünyanın işlek yerinde....
Rant var...
İşgale ve gaspa uygun...
Ve sahibi yok...
Anayasası sanki onun değil, hukuku-demokrasisi işlemez, iktidarı onu yıkmaktan sanık, muhalefeti kayıp, parlamentosu ona yabancı, cumhurbaşkanı eğreti, başbakanı sallantıda...
Ya gerçek mülk sahibi toplum?
Duyarsız, sessiz, sinmiş... Kolaycılık, avantacılık, cingözlük, tembellik... Okumamak, bilmemek, anlamamak kör etmiş gözlerini...
Kısacası o sahipsiz...

* * *

İşte; herkes sahipsize sahip olmak istiyor...
Ve vuruşuyorlar...

Bu örgütler, bu çeteler, bu çatışmalar, bu silahlar, bu bombalar, bu mayınlar, bu tabutlar, bu gözyaşı, bu kan ondan...
Sahibi olmayan Türkiye’yi ele geçirmek için çatışıyorlar.
Vatanın gerçek sahibi millet uyanıncaya kadar... Aklı başına gelene, gözü açılana dek, bu savaşlar sürüp gidecek...
Şimdilik...                
* Bekir Coşkun/Hürriyet


++++++

 

Günün sorusu
Ergenekon dedikodunamesi, pardon iddianamesi için “Dağ fare doğurdu” denilebilir mi? Yanıt: Bilemeyiz... Ama yer yer “Yok deve”  dememek için
insan kendini zor tutuyor...               
*  Haldun Ertem


++++++

MİNİ YORUM
İlle de ilişki kuracaksak
600 yıllık olduğu iddia edildiği için oldukça paslı olduğunu düşündüğüm zincirden, tetanoz gibi kaygılarla uzak durmaya çalıştım. Ama madem Güngörendeki patlama bile bu zincire iliştirilmeye çalışılıyor. Madem illa ki bir bağlantı kurulacak.
Savunma değil de iddia makamı açısından geliştiremez miyiz bu ilişkiyi?
hayali değil, fiili teröristler İstanbul'un göbeğinde 17 kişiyi öldürene kadar  onbinlerce dinlemeyi kayıt altına alan, binlerce insanın aldığı nefesi bile kaydeden çok ilgili makamlarımızın teknik takip ağlarına hiç mi takılmadı acaba?
* Selcan TAŞÇI

Yazarın Diğer Yazıları