Değişen bir şey yok (2)

Maria Rosidou-Tinos Iasonos ikilisinin “İlk Atilla etek giyiyordu” başlığı altında yazdıkları inceleme yazısına devam edelim:

Kıbrıs Türklerinin küçük bölgelere kapatılmasından sonra Makarios’un verdiği bir demeç dikkat çekicidir:  “Çok kısa bir zamanda ya anlaşmaya varacağız ya da çıkmaza gireceğiz. Ben şimdiki durumu, kötü bir çözüme her zaman tercih ederim. Halen adada tamamıyla Rumlardan oluşan bir hükümetimiz var. Türkler hükümete katılmıyorlar. Onun için acele etmemiz gerekmediğine inanıyorum.”

Makarios , Şubat 1967’de aynı dille ve hatta daha sinsi bir dille şöyle diyordu: “Türkler bugün çok kötü koşullar içinde bulunuyorlar. Kendilerinin yarattıkları toplama kamplarında yaşıyorlar. Ancak bu durum ne kadar sürecek? İlelebet sürebilir mi? Zaman kendilerini etkilemeyebilir, ama bu durumdan usanmış olabilirler. Bizim için yaşam sürüyor. Fakat hiçbir meslek edinmeyen ve sürekli olarak parmakları tetikte oturanlar için aynı şey söylenemez. Her şey Rumların eline geçtiği zaman nasıl bir Türk nesli yetişecek? Ve bu nesil ne kadar zaman dayanacak? Ama dayanabilirler de. 3, 5 veya 10 ay sonra Türklerin teslim olmak isteyeceklerini sorumlu  şekilde söyleyemem. Ama sonucun böyle de olabileceğini ihtimal dışı etmiyorum. Türklerin morali çok düşüktür. Türkiye’ye gittiklerinde geri dönmelerine biz izin vermiyoruz. Şimdiye kadar Türk öğrencilerin Kıbrıs’a dönmelerine, Türkiye’de bulundukları süre içinde askeri eğitim gördükleri bahanesiyle izin vermedik”... Yazarlar, o günün Çalışma Bakanı olan Papadopulos’un da “Bu zorunlu işsizliğin tam sonuçları, kendini daha sonra gösterecektir, çünkü moral çöküntüsünün kaynağı işsizliktir ve ekonomik ve psikolojik sorunlar yaratır” dedikten sonra Sosyal Sigorta projesinden bahsettiğini ve bu konuda  “Kıbrıs’ın Yunanistan Devleti’ne ilhakı gerçekleştiği zaman, Yunan toplumuna bu alandaki katkısı büyük olacaktır” dediğini de kayda geçiriyorlar. Yazarlar devamla şunları yazıyorlar:

1964’te Milli Muhafız Ordusu’nun kurulması ve bir Yunan tümeninin adaya gelmesiyle Türklere karşı girişilecek yeni askeri harekâtın zemini hazırlanmış oldu. 1967’de  Milli Muhafız Ordusu Geçitkale ve Boğaziçi’nde, devriyelere engel olunuyor bahanesiyle Kıbrıslı Türkleri gelişigüzel katlederek bu iki köyü kana boğdular. Dolayısıyla şiddetin yarattığı oldubittiler olarak nüfusların ayrılması ve göçmenler 1974’ten önce de vardı ve bunun tek sorumlusu da şimdi insan haklarından söz eden ve “istilânın yarattığı oldubittilerden” acı acı şikâyet eden Rum burjuvazisinden başkası değildir.

1974’te Taşkent’te Kıbrıslı Türklerin topluca katledilmesi Rumlar savaşı kaybettiler diye daha küçük bir kıyım addedilemez. Kıbrıs Rum propagandası, Türklerin kuzeye kaçışını, “zorla yerlerinden edilmelerinin sonucu” olarak gösteriyordu. Bu da başka bir yalandır. Türklerin topluca kuzeye kaçmaları, güvensizlikten bir kaçıştı. Birçok fırsatçılar, bir bedel karşılığında Kıbrıslı Türkleri Kıbrıs’ın kuzeyine taşıdılar. Bu bedel çoğu kez, Türk aileleri “özgür bölgeleri” terk ederken arkalarında bıraktıkları mallardı.

***

Bu gerçekler Hristofyas’ın ve destekçisi olan herkesin önüne konmalı ve 1963-74 arasında Türklere yapılanların itiraf edilerek tazminat konusunun masaya yatırılmasında ısrar edilmelidir.

Yazarın Diğer Yazıları