Demokrasinin bir ayağı daha kırıldı

"Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi" Meclis'teki muhalefet partilerinin değişiklik talepleri dikkate alınmadan AKP ve MHP'li milletvekillerinin oylarıyla kabul edildi.

Yasanın çıkış dayanağı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1999 yılında kabul edilen Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme nedeniyle çıkardığı karar.

Buna göre, herhangi bir terörist eylemle bağlantısı olmasa bile terörist kişi veya gruplara finansal destek verenlerin cezalandırılması mümkün kılınabilir.

Bu elbette ki gayet mantıklı ve makul bir gerekçe.

Ancak Birleşmiş Milletler (BM) söz konusu kararı kabul ettiğinde de uluslararası sivil toplum kuruluşlarının önde gelenleri, üye devletlerin bu karara dayanarak uluslararası bir tanımı olmayan terörizm kavramını geniş tutarak sivil toplum faaliyetlerine engelleme getirebilecekleri hususunda uyarıda bulundular ve Türkiye'de yapılan düzenleme, tüm bu kaygıları haklı çıkardı.

Yine torba yasa

Yapılan değişikliklerin içeriğine geçmeden önce dikkati çekmek istediğim mesele, söz konusu düzenlemenin de yine bir torba yasa içerisine yedirilmiş olması.

Münferit bir düzenleme ya da torba yasa içerisinde düzenleme olmasının ne önemi var derseniz şöyle açıklayım:

Yasaların mecliste yapılmasının ve yasa yapımının prosedür gerektirmesinin bir anlamı var. Meclisin karar alma prosedürleri zaman alıyor. Dolayısıyla da tartışmaya, tahlil, tenkit ve uzlaşıya imkân tanıyor. Dahası bu süre zarfında görüşmeler halk tarafından duyuluyor ve ilgili konuda kamuoyu oluşuyor. Zaman zaman kamuoyundan gelen tepkiler nedeniyle teklifler değiştirilmek zorunda kalınıyor. Bu yöntemle de dolaylı yoldan da olsa halk demokrasi sürecine dahil olmuş oluyor. Milletvekilleri, bu prosedür süresince yasa maddesini müzakere ederek olgunlaştırıyor.

Torba yasa ile yapılan düzenlemelerde ise, birden çok ve bazısı yasa başlığıyla bile alakasız maddeler yeterli müzakere imkânı bulamadan yasalaşıyor. Kamuoyuna yansırken de maddelerin fazlalığı dolayısıyla bazıları gözden kaçıyor ve tartışılamamış oluyor.

STK olmadan demokrasi

Geçtiğimiz mart ayında Dernekler Kanunu'nda yapılan değişiklikle, dernek üyelerinin bilgilerinin İçişleri Bakanlığına bildirilmesi zorunluluğu getirilmiş, böylece hem kişisel verilerinin korunması hakkı ihlal edilerek derneğe üye olmak isteyen kişiler üzerinde fişlenme endişesi oluşturulmuş hem de anayasa ve uluslararası yükümlülükleri ihlal eden bir düzenlemeye imza atılmıştı.

Yeni yapılan düzenleme ile de İçişleri Bakanlığı'nın dernekler üzerindeki vesayeti arttırıldı. Belediyelerden sonra şimdi de dernekler kayyum atanma tehdidiyle karşı karşıya geldi.

Cumhurbaşkanının bir imzası ile mal varlıklarının dondurulması tehdidi de cabası…

Seçilmiş belediye başkanlarının yerine İçişleri Bakanlığı kararı ile kayyum atanmasının demokrasiye nasıl ket vurduğunu söylemekten dilimizde tüy bitti.

Burada sıkıntı, hakkında terörün finansmanı suçlarından veya uyuşturucu suçlarından soruşturma açılan dernek ve vakıf yetkililerinin yerine kayyum atanmasının yargı kararıyla değil, yürütme kararıyla yapılması. Hem de hakkında kesinleşmiş bir mahkeme kararı olmaksızın, yalnızca soruşturma kararıyla!

Nerede kaldı masumiyet karinesi?

Yürütmeye verilen böyle bir yetkinin partizanca kullanılmayacağından nasıl emin olabiliriz?

Üstelik İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, böyle bir düzenleme üzerine faaliyetlerini demokratik zeminde gerçekleştiren dernek ve vakıfların tamamına güvence vermek yerine, yalnızca tarikatlara bağlı derneklere garanti vermeyi tercih etmişken!

Şunu unutmayalım: Demokrasinin işlevsellik kazanmasının bir ayağı da sivil toplumun etkin faaliyet gösterebilmesidir. Böyle bir düzenleme, iktidar eylemlerini toplum yararına eleştirmek isteyen dernek ve vakıfları kapatılma tehlikesi ile karşı karşıya getirmekte örgütlenme özgürlüğüne, uluslararası sözleşmelere ve anayasaya aykırılık oluşturmaktadır ve bu düzenlemeyle demokrasinin bir ayağı daha kırılmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları