Denenmişi denemek (3)

Başpiskopos Hrisostomos  “güçlüyüz; dünyaya Enosis istediğimizi duyuralım”  diyor. 1 Nisan EOKA günü  “mücadeleye devam; EOKA’dan aldığımız ilhamlı ve o’nun tayin ettiği yöne doğru ileri”  sloganları ile 54. yılda, yeniden kutlandı.
Biz, devletimize, egemenliğimize sahip çıkmadan Rum tarafı ile 1960 benzeri veya Annan Planı benzeri bir anlaşma yaparsak başımıza gelecekleri Dr. Küçük’ün 12 Eylül 1961 tarihli mektubunu okumaya devam ederek tahmin edelim.
(b) Zürih ve Londra Antlaşmalarını ve Anayasamızı kınayan insanların sayısı gün geçtikçe artmaktadır; bu kişilerin faaliyetleri anayasal değildir, çünkü bunlar Cumhuriyetin ve anayasal düzenin korunmasından yana değildir, ama hala tutuklanmamışlardır.
(c) Kıbrıs’ta “self-determinasyon” ilkesinin güvensizlik ve iki toplum arasında düşmanlık duyguları yaratacağının ve “birleşme” ve “ayrılma” yönünde eski talepleri uyandıracağının bilinmesine rağmen, genel tartışma konusuna dönüştürülmüştür. Başka bir deyişle, “Kıbrıs’ın başka bir devletle tamamen veya kısmen birleşmesi veya ayrılıkçı bağımsızlığın” Anayasamıza aykırı olmasına rağmen, aksi faaliyetler yetkili kişiler tarafından teşvik edilmektedir;
(d) Özellikle, Hükümet çevrelerinde Anayasamızın belli hükümlerini eğer çoğunluğun çıkarına değilse hiçe sayma ve Yüksek Anayasa Mahkemesi’nin bu tür kararlarını Hükümet politikasına karşı olarak gösterip etkisiz kılma eğilimi vardır.
Son olarak, içinde bulunduğumuz yıl içerisinde bizim otoritemizi (özellikle Cumhuriyetin Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın) bozacak bazı girişimlerin yapıldığını gösteren aşağıdaki örnekleri aktarmak benim için bir üzüntüdür.
(a) Dışişleri Bakanı, Washington ve New York’taki ayarlamalarla ilgili antlaşmamızı henüz kendine has seplerden dolayı uygulamaya koymamıştır. Ne, Sn.Rossides ve diğer Büyükelçilerden almış olduğu raporları Konsey’e ileteceği konusundaki Konsey kararına, ne de benim kendi ofisinden çıkan ve dışişleri ile ilgili yazışmaların birer kopyasını görmek istememe riayet etmiştir. Benim tekrar tekrar istememe rağmen Bakanlığında görevli Türk memurlara görev vermekten geri durmuştur.  Üzülerek söylüyorum ki, Bakanlık işleri üzerinde yapılacak tarafsız bir araştırma, Türklere ve Türkçe olan herşeye karşı bir ayrımcılık yapıldığını ortaya çıkaracaktır. Üçlü Antlaşma’nın Bakanlar Komitesindeki aktiviteleri ne benim tarafımdan ne de Türk Bakanlar tarafından bilinmektedir; ki bu bakanların bir tanesi Üçlü Merkezde olup biten herşeyden haberdar olması gereken Savunma Bakanı’dır.
(b) Rum Bakanlar tarafından yönetilen diğer Bakanlıklarda da durum pek farklı değildir. Türk memurlar her ne kadar donanımlı veya tecrübeli olurlarsa olsunlar yavaş yavaş etkisiz birer memur durumuna dönüştürülüyorlar. Buna en belirgin örnek, Lefkoşa Bölgesel Mühendislik Dairesi’nde idareci konumunda çalışan Mühendisin, P.W.D. Yüksek Mühendis Merkezine transfer edilmesidir. Diğer bir çarpıcı örnek de Maliye Bakanlığındaki Ekonomik Memuru’na, Enformasyon Dairesi’ndeki Müdür Muavini’ne ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndaki idare memuruna verilen görevlerdir.
(c) Türk vatandaşların şikayetleri ve temsiliyetleri ile ilgili yazmış olduğum mektuplar uzunca bir süre cevapsız bırakılmış ve Türk vatandaşlara yapılan haksızlıkların düzeltilmesi yönünde yaptığım istekler de genellikle basmakalıp cevaplarla geri çevrilmiştir.
(d) Bazı Bakanlardan Bakanlar Kurulu’na sunmak üzere hazırlamalarını istediğim dökümanlar da hazırlanmamıştır.
(e) Kıbrıs Yayın-Kuruluşu Genel Müdürü bana Rum ve Türk Programlar arasında ayrımcılık olmaması konusunda elinden geleni yapacağına dair teminat vermeyi reddetmiştir.
Tekrar ediyorum. Yeni bir anlaşmada, egemen devletimiz yoksa, yapılacak anlaşmayı zaman içinde işlemez hale getirmek Rumlar için çocuk oyuncağı olacaktır.
Fazıl Küçük’ten son mektup
Ve, Dr. Küçük’ün, Makarios’a yazmış olduğu mektubun son bölümüne bakalım.
Tüm bu yukarıda saydığım ve burada bahsetmediğim birçok sebepten dolayı, bizim irademizle makamlarında bulunan Bakanların, tavsiyelerimize, isteklerimize ve talimatlarımıza uymadan tam tersi hareket etmelerine izin vererek doğru ve anayasal bir şekilde davranıp davranmadığımız konusunda tereddüt etmeye başladım. Korkarım ki, Bakanların Cumhuriyetin Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkan Yardımcısı’nın isteklerini görmezden gelme eğilimleri Anayasamızın ruhunu da bozacak. Sanırım artık talimatlarımızı ve tavsiyelerimizi dikkate almamaya devam eden bu bakanlara karşı ciddi bir tavır alma zamanımız gelmiştir. Sizin de bildiğiniz gibi yürütme görevi bizim atadığımız bakanlar aracılığı ile bize emanet edilmiştir. Hiç şüphe yoktur ki, herhangi bir zamanda herhangi bir bakanın görevine son verebiliriz, bundan dolayı yürütme görevinin talimatlarımız ve tavsiyelerimiz doğrultusunda yürütüldüğünü garanti altına alma yolumuz vardır. Bence, Bakanlar Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkan Yardımcısı’nın ortak aldıkları kararlar doğrultusunda hareket etmeleri gerektiğini bilmelidir. Tabii bu konuları Bakanlar Kurulu toplantılarında tartışma ve karara bağlama özgürlüğüne sahiptirler ama; Cumhurbaşkanının ve Cumhurbaşkan Yardımcısının bir konuda hem fikir olduğu zaman onların buna uymamaları çok yakışıksızdır. Bundan dolayı, Cumhurbaşkanının ve Cumhurbaşkan Yardımcısının otoritesini inkar etmeyi kendine alışkanlık edinen ve kurul toplantılarında onlardan oy hakları olmayan şahıslar olarak bahseden bazı bakanlardan ciddi şekilde rahatsızım.
Sizin de bildiğiniz gibi zor olanı seçmek benim istediğim değil, fakat korkarım ki Cumhuriyetimizi Anayasanın ruhuna uygun olarak yönetmek istiyorsak, katı davranmak ve Bakanlarımızın (örnek; Temsilcilerimize) talimatlarımızın aksi yönünde davranmalarına izin vermemeliyiz. Bundan dolayı, Bakanların bundan böyle derin ihtilaflı konuları tartışarak vakit kaybetmelerine izin vermemeliyiz. Bu tür konularla karşılaştığımızda ilk olarak ikimiz konuyu tartışmalı ve eğer bir anlaşmaya varırsak, o yönde ilgili Bakana talimat vererek bizim anlaştığımız doğrultuda karar almasını sağlamalıyız. Bu şekilde, daha iyi analiz edebilecek konumda olan ve hükümetin ve dolayısıyla seçmenin siyasi sorumluluğunu taşıyan bizler, içtenlikle çaba sarfederek sadece işbirliği yapamadığımız konuları Bakanlar Kurulun onayına bırakmış olacağız.
Bu mektuptaki görüşleri inceleyip siz de kendi fikrinizi oluşturduğunuz zaman benimle bu konuları görüşmek üzere zaman ayırırsanız çok memnun olacağım.
Makarios, yardımcısının bu mektubuna cevap bile vermedi. İkinci yılda işler daha da kötüleşti. 3 yılın sonunda da İçişleri Bakanı’nın Başkanlığında gizlice kurulup hazırlanmış olan Milis Kuvvetleri harekete geçti. Anayasaya göre eşit hak ve yetkilerle donanmış olan Türk tarafı 24 saat içinde kendini adanın %3’üne hapsedilmiş buldu. Çıkış yolu ancak Barış Harekatı ve Nüfus Mübadelesi ile bulundu. Ayrı idare, ayrı devlete dönüştü. 20 yıllık bir sabırdan sonra! Şimdi! Denenmiş ve kanla yıkanıp toplu mezarlara gömülen modeli yeniden uygulamak peşindeyiz! Aklımızı mı kaçırdık?

Yazarın Diğer Yazıları