“Deprem de tam gününü buldu Zamanı mıydı şimdi”

Çok güzeldi 23 Nisan!

Hava açık…

Gök mavi…

Güneş ise yazı hatırlatırcasına arzu endam etmişti gökyüzünün derinliklerinden.

Belki de:

“Bu sefer çocuklar için” geldim, demeye getiriyordu.

Avcılar’da hava sıcaktı…

Üşütmüyordu…

Ve tam tamına çocukların istediği bir ortamdı.

*

Havanın sıcak, gökyüzünün neredeyse bulutsuz olması, tam da çocuklara yakışan bir gündü 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı.

Onlar için en büyük bayramdı bu bayram ve en büyük bayrama yakışan en özel gösterilerini yapacaklardı çocuklar bütün coşkularıyla!..

Tertemiz, pırıl bırıl iç dünyalarıyla…

Ve olağanüstü doğallıklarıyla.

*

O gün, ben de torunumun da içinde bulunduğu Avcılar’daki bir İlkokulun etkinliğine gitmiştim.

Çünkü gelin kızım, önceden etkinliğin olacağı yer ve saati bildirmişti.

Benim torunumun da içinde bulunduğu bale gösterisi yapacak arkadaşlarıyla birlikte, aynı zamanda daha farklı başka bir gösteri de sergileyeceklerdi ya, benim için onu seyretmek dünyanın en güzel ve en özel zevklerinden biriydi.

*

Eşim de ben de bayram için en güzel elbiselerimizi giydik.

Eşim kendine göre lacivert döpiyes takım giydi, ben de çok eskilerden kalma lacivert çizgili ve çok sevdiğim Kruvaze takımımı.

Ve ona uyan bir de kravatımı takıp, eşimle el ele tutuşarak ve torunlarımızın ne de çabuk büyüdüklerini aramızda konuşarak, okulun etkinliğine doğru gidiyorduk.

*

Doğrusunu isterseniz ikimiz de çok mutluyduk.

Büyükbaba olarak ben havalarda uçarken, babaanne olan eşim biraz daha ağır davranarak belki de sevincini içinde yaşıyor gibiydi.

Ben ise hep böyleydim işte, dışa dönük yaşardım.

Sevincimi de üzüntümü de hemen belli ederdim.

*

Velhasıl efendim, biz İlkokulun bahçesine geldiğimizde gösteri daha başlamamıştı ya, veliler ve bizim gibi büyükbaba-dede- babaanne- anneanneler, konferans salonunda yerlerini almışlardı.

Biz de yerimizi aldık.

Şöyle bir beş-on dakika geçmesiyle birlikte iki tane dünya tatlısı; biri kız, diğeri erkek olan program sunucu çocuklarımızın muhteşem sunumlarıyla ve olabildiğince rahat bir şekilde kocaman insanlara küçücük yüreklerinde biriktirdikleri kocaman sözcüklerle hitap ediyorlardı.

Kocaman salonda müthiş bir sessizlik vardı.

Sahneden gelen müzik sesi ve dünya tatlısı çocuklarımız bütün doğallıklarıyla öğretmenlerinin öğretilerini sahnede sergilemeye çalışıyorlardı.

Çok da başarılı sergiliyor olduklarını söyleyebilirim.

*

Bir ara saatime baktım 12:45’ti.

Benim torunun da içinde bulunduğu bale ekibi oyunlarını tamamlamışlar ikinci oyun için kuliste üzerlerini değiştiriyor olmalılardı ki önce alttan yukarıya doğru bir bindirmeyle birlikte bir sarsıntı başladı.

Ve o an!...

İşte o an, kıyameti hatırladım.

Abartmıyorum.

Çığlıklar…

Yatıştırmaya çalışanlar…

Ve çocuklar…

Sarsıntıyla birlikte velilerin büyük bir kısmı kapıyı zorlarken, bir kısmı da sahneye çocuklarının yanına koşuyorlardı.

Ben, hiçbir şey düşünemiyordum.

Koltukların tepesinden atlayarak aşağıya, torunumun yanına gitmeye çalışıyordum ya, okulun öğretmenlerinden birinin:

“Çocukların hepsi dışarıda, çocuklarımız güvende, herhangi bir olumsuzluk yok!” demesiyle birlikte, ben ve yanımdakiler derin nefes almıştık.

*

Üzüntü…

Korku…

Tedirginlik…

Aman Allah’ın ne korkunç bir manzara!

*

Kulağımda 8 yaşındaki sevgili torunumun Mira’nın şu sözünden başka hiçbir ses yoktu:

“Deprem de tam da gününü buldu. Zamanı mıydı şimdi!” derken, nasıl da ağlıyordu.

*

Çocuktu…

Saftı…

Samimiydi ve doğaldı.

Anladım ki deprem, en çok da onları korkutmuştu!

Yazarın Diğer Yazıları