Derin iç dünya diye bir yer var

Derin iç dünya diye bir yer var

İçimizde derinliğinin ne kadar olduğunu bilmediğimiz muazzam bir alan var. Fırtınalar, tayfunlar, her türden duygu, gerilimler, korkular, baskılanmaya çalışılan utançlar, patlamaya hazır fay hatları... Zekadan deliliğe, müthiş hazlardan derin acılara uzanan yolda insana dair her şey oradadır. Derin iç dünya… Hakkında çok şey bilmediğimiz gri bir alan... Ama her şey oranın başının altından çıkıyor. Hayatlarımıza, kararlarımıza, tavırlarımıza, düşüncelerimize yön veren yer orası. Oranın varlığı korkutuyor bizi. Ancak korkunun ecele faydası yok. Zor olsa da insan kendi içini, oralarda nelerin olduğunu bilmeli. İyi, sağlam, dürüst birliktelikler için şart bu alanı bilmek. Aksi durumda kaliteyi unutacaksınız hayatlarınızda. Ve bunu başaramazsak hayatlarımız karmaşadan, sonu gelmez bir kaostan ibaret olur. Tavırlarımızın arka planında neler olduğunu anlayamayız, içimizdeki o derin, karmaşa dolu dünya hakkında bilgi sahibi değilsek eğer. Doğru kararlar alamayız. Hedeflerimizi, beklentilerimizi anlayamayız. Bizi neler mutlu eder? Hayatlarımıza kimleri alacağız? Kimlerle bir hayat boyu yürüyeceğiz? Kimlere canımızı bile emanet edeceğiz? Kiminle evleneceğiz, kimlerle iş ortaklığı yapacağız? Dostlarımız kim olacak? Nasıl bir meslek seçeceğiz? Bir ekiple mi iş yapacağız, yoksa tek tabanca mı takılacağız? Ve daha çok şey... Bilmeliyiz ki, kendi içimizi ne kadar iyi görürsek,  başkalarının o alanı hakkında da o kadar bilgi sahibi oluruz. İşte o zaman insanların gösterdiği tepkilerin arka planında neler olduğunu, o tepkinin kaynaklarını anlar ve çözmek için elimizde bir anahtar olur. Ve bu durumda Allah göstermesin, çok yakınımızda biri intihar ettiğinde, "Allah Allah hiçbir sorunu yoktu, bunu neden yaptığını anlayamadık gitti" diyerek dövünmeyiz. O dünya hakkında biraz bilgi sahibi olursak eğer, en azından şunu itiraf ederiz:

"İntihar edeni ölüme sürükleyecek kadar güçlü nedenler vardı, ancak biz bunlardan haberdar değildik. Çünkü o insanın iç dünyası hakkında zerre bilgimiz yoktu…"

Ne yazık ki, en büyük acılar ancak güçlü bir kamçı etkisi yapıyor insana. Bir büyük kayıptan sonra cesaretle girebiliyoruz içimizdeki derin alana. Ve şeyin orada başlayıp bittiğini anlamaya başlıyoruz…

BEYEFENDİ

Gece ve ihtiyarlık…

Ne zamanki geceyi sevmemeye başlarsan, işte o zaman ihtiyarlık ufuktan bir selam sarkıtmaya başlıyor demektir usta diye söylendi Beyefendi. Gecenin içinde yol almak, hayatın da içinde olmak demekmiş meğer diye devam etti, kendini yorgun bir halde koltuğa bıraktığında, saatler gece yarısını daha yeni gösterirken. Güçlü, iradeli, aktif, hevesli, proje sahibi olmak demekti aslında gece saatleri. Aman tanrım diye gözlerini kıstı gecenin içinde sonra, "Ne kadar da geride kaldı, sabahlara kadar bilgisayarın başında debelendikten sonra, güneşin doğuşunu seyretmeyi asla unutmadan gidip yorganın altına girmeler. Ve ne kadar da sık yapardım bunu..." cümlesini birkaç kez tekrarlarken hüzünle gülümsedi. Tenhaydı gece ve başkasının aklı başında bir insanın cehennemi olduğunu biliyordu Beyefendi. Ve gece tam da istediği bir zaman dilimiydi işte... Kendinle ol, kendinle baş başa kal, kimse rahatsız etmesin, istemediğin hiçbir sesi duymak zorunda kalma. Kendine, kendi iç sesine kulak ver. Dudaklarından dökülecek fısıltıyı bile duy. Kendinle konuşmanın utancını değil, keyfini yaşa. Çalıştığın, ürettiğin, hayat hakkında bir şeyler demeye çalıştığın yerden sık sık kalk; pencereye git ve senin dışında yaşanan gecenin gerçekliğini duyumsamaya çalış.

Dediğini yaptı. Gerindi sonra. Birkaç yudum su içti. Zamfir'in panflütü bir gece daha yalnız bırakmadı beni diye düşünürken keyifle gülümsedi. Gece, piyano, caz, sessizlik, kendini daha iyi gerçekleştirme fırsatı, hayatın gizemli yanı, yalnızlık ve keyif…

Asla diye tısladı bir ara, asla geride bırakmamalısın bu düzeyi yüksek ritüeli. Yaşamın en az yarısı orada çünkü. Ve ne zamanki geceyi sırtında taşınması gereken bir yük, bir an önce yerini sabaha bırakması gereken bir "şey", sadece uykuya yataklık etmesi gereken bir zaman dilimi olarak görmeye başlarsan, işte o zaman ihtiyarlamaya başlıyorsun demektir usta! Aman ha…

İŞTE O KADAR

Hala acı verebiliyorsa geçmiş, demek ki geçmemiştir…

OKUYUNUZ

"Narziss ve Goldmund", kişilikleri ve dünya görüşleri çok farklı iki insan arasındaki sıra dışı dostluk ekseninde, yaşam, ölüm, sanat, us, aşk ve tutkunun izini sürüyor. Bir yanda bilge Narziss, öte yanda sanatçı Goldmund; ikisi de kendi yolunda, "kendini gerçekleştirme" yolunda mükemmele karşıt yönlerden yaklaşmayı başarabiliyorlar ancak. Karşıtlıkların iki insanı birbirinden koparmadığı, tersine, birbirlerini bütünlemelerini sağladığı görüşüne odaklanan bu roman, çağdaş dünyaya önemli mesajlar vermeye devam edecek.

FOTOHABER

Bu kedide bir tuhaflık yok aslında. Sadece postunun yüz kısmında ilginç lekeler var ve bu durum fotoğraf sanatçısının görür görmez dikkatini çekiyor. Ve deklanşöre basıyor. Ancak kedinin burada anlam veremediği bir durum olmalı ki, böyle bir duruş sergiliyor. Neden diğer kediler değil de kendisi? Bilemiyor. Onca fotoğraf arasında bunu seçerken, bir de beklentimi dile getirdim sanatçıdan: Keşke kedinin bıyıklarında da yüzündeki bu karmaşa olsaydı! Allah Allah gibilerinden söylenip, gülerek uzaklaştı sanatçı…