Dil davamız...

Gazetemiz yazarlarından Arslan Tekin Bey'in geçen hafta yazdığı "Dil davası-kan davası" başlıklı yazısını okuyunca içim cızzz etti. Arkadaşımız bakın ne diyor:

"Dil davasında Türk dilini savunanlar yenilgiye uğramışlardır. Birkaç kişi (Evet! Birkaç kişi!) direniyor.

Ben umudumu yitirdim. Bu Türkçeyle ilim ya-pı-la-maz, edebî eser ve-ri-le-mez!" (YENİÇAĞ, 5 Şubat 2019)

Sahi, Türk dilini savunanlar yenildiysek geriye ne kaldı ki?..

Biliyorsunuz, Konfüçyüs'e sorarlar:

-Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?

Konfüçyüs bu soruya şöyle cevap verir:

-Hiç şüphesiz, dili gözden geçirmekle işe başlardım. Çünkü dil kusurlu ise, sözler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa, âdetler ve kültür bozulur. Âdetler ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.

Konfüçyüs'ün de işaret ettiği gibi bir milleti ayakta tutan "dil"dir. Kaşgarlı Mahmut'tan Ali Şîr Nevâyî'ye, Aydınlı Visâlî'den Tatavlalı Mahremî'ye, Ömer Seyfettin'den Ziya Gökalp'e kadar birçok mücahit, dil davasına gönül vererek Türkçenin gelişip güzelleşmesini sağlamışlar, böylece de Türk milleti pâyidâr olmuştur. Ve inşallah ilelebet de pâyidâr olacaktır.

Ancak, Türk dili tarihine baktığımızda Türkçenin zaman zaman bazı sarsıntılara maruz kalmış olduğunu görürüz ki bu sarsıntıları şöyle sıralamak mümkün:

1- 15. yüzyıldan Tanzimat'a kadar Arapça-Farsça istilası.

2- Tanzimat sonrasında Fransızca tesiri. (Edebiyat-ı Cedide)

3- 1930'lardan sonra başlayan uydurmacılık illeti.

Ben şahsen Türkçenin yaşamış olduğu bu olumsuzluklardan ilk ikisini taksirle yaralama, üçüncüsünü de (uydurmacılık) taammüden öldürmeye teşebbüs olarak değerlendiriyorum.

Uydurmacılık, sureti haktan görünerek Türkçeye karşı başlatılmış olan bir imha hareketidir. Ve en bariz vasfı da ciddiyetsizliktir. Bu durumu Cemal Nadir'in şu karikatürü ne kadar güzel özetliyor değil mi?

"Öğretmen, + (artı) işaretini göstererek öğrenciye sorar:

-Buna ne denir?

Çocuk cevap verir:

-Üç sene evvel zait, sonra cemi, biraz evvel toplam, şimdi ne dendiğini bilmiyorum."

Kelimeler birer kaptır, milim milim mânâ ve âhenk kazanarak en az 50-100 senede dolar ve olgunluğa erişir. Bugün bir kelime uydur, yarın onunla sanat eseri vücuda getirdiğini iddia et. Güldürmeyin kargaları…

"Eser"e, "çapıt" vezninde "yapıt" veya "cevab"a, "sanıt" vezninde "yanıt" demeyi maharet zannedenlerin Türkçesiyle elbette ne ilim yapılabilir ne de edebî eser verilebilir.

Çözüm?

Ben, Arslan Tekin Bey kadar karamsar değilim. Hayır, Türk dilini savunanlar yenilgiye uğramamışlardır. Bugün Nurullah Ataç'ın Türkçesi yahut Nuri Pakdil'in yönetiminde çıkan "EDEBİYAT" dergisindeki İslâmcıların dili yazı hayatımıza hâkim değilse bunu "uydurmacılık"a karşı Türk dilini savunanlara borçluyuz. Hiç olmazsa ehveni şer noktasındayız.

Ne yapmalı?

Umutsuzluk bize yakışmaz. Mücadeleden çekilmek hele asla! Dil davasını canlı tutmaya devam etmeliyiz.

Bu konuda YENİÇAĞ yöneticilerine de bir teklifimiz olacak. TERCÜMAN gazetesindeki YAŞAYAN TÜRKÇEMİZ sayfası gibi YENİÇAĞ gazetesi de bir GÜZEL TÜRKÇEMİZ köşesi açsa ve -hiç olmazsa- dört yazarımız münavebeli olarak (ayda bir yazmış olacaklar) haftanın belli bir günü TÜRKÇEYE DAİR yazılar yazsalar, böylece dil meselesini diri tutsak olmaz mı? Siyasi yazılardan bunalan okuyuculara da nefes alacak bir pencere açmış oluruz.

***

ACZİMİN GİRYESİ:

Ey necip millet, dilini koru yiğitçe Türk'çe,

Uğruna şehit olunacak vatandan önce Türkçe.

                                                (Li-müellifihî)

 

Yazarın Diğer Yazıları