Dil yâresi öyle bir yâre ki...

R. T. Erdoğan, önceki akşam bir törende yaptığı konuşmasının büyük bir bölümünü Türkçemize ayırdı. Acaba konuşma metnini yazanlar Gökkonuksal Avrat- Türkçenin Türkçesi kitabımızı mı açıp yazdılar, diye düşünmedim değil! Dil meselesinde bizim yazdıklarımızla Reis'in serdettiği görüşler örtüşüyor.

Türkçe meselesi 19. yüzyıldan beri tartışılıyor. Çok önceleri de var tartışma... II. Murat (Fatih'in babası) 15. yüzyılın başlarında başka dille, özellikle Arapça ve Farsça yazılmış eserlerin Türk diline döndürülmesi buyruğunu vermiş, dolaysıyla yazanlar da Türkçe yazsınlar demek istemiştir.

R. T. Erdoğan, konuşmasında mezar taşlarını işaret ediyor:

"Gençler bir asır önce vefat eden dedelerinin mezar taşını dahi okuyup anlamaz durumda. Çoğu insan bırakın Yahya Kemal'i, Ömer Seyfettin, Fuat Köprülü, Necip Fazıl'ı, Peyami Safa'yı, Tanpınar'ı dahi sözlük yardımı olmadan anlayamıyor."

Reis, "mezar taşı" derken Osmanlı yazısını kastediyor, Osmanlı yazısın da bilmeliyiz, demeye getiriyor.

Liselerde bazı bölümlerde Osmanlı yazısı öğretiliyor.

Geçmişte Osmanlı yazısı öğretilsin mi, öğretilmesin mi, çok tartışıldı.

Çoklukla İstanbul Edebiyat Fakültesi hocaları Osmanlı yazısının öğretilmesinde başı çektiler. Solun aykırı ismi Attilâ İlhan da bu görüşteydi.

12 Eylülcülerden bekler miydiniz... O zamanın Millî Eğitim Bakanı Hasan Sağlam 19 ilin millî eğitim müdürlerinin katıldığı "1983 yatırımları" ile ilgili toplantıda "Öğretmen bulunabildiği takdirde Arapça, orta dereceli okullarda bir lisan dersi olarak okutulacaktır." demiş, Attila İlhan hemen kaleme sarılmış, Milliyet'te köşesinde "Arapça yetmez" başlıklı yazı döşenmiş ve daha ötesini istemişti:

"Bana sorarsanız, gecikmiş bir karar. 1960'lardan beri bu fikri savunuyorum; çok da 'Batılı' bir gerekçeye dayanarak! (...) Bana sorarsanız, aynı şey Farsça için de düşünülmeli, üstelik Türkçe derslerine 'Osmanlıca' dersleri eklenmelidir. Osmanlıca, Türklerin yüzyıllar boyunca geliştirdikleri özgün bir dil, Arapçadan da Farsçadan da yararlanmış ama ikisi de olmamış, yeni Türk kuşakları Osmanlıcayı anlayabilmelidirler ki gelecekle geçmiş arasındaki köprüyü sağlam kurabilsinler." (10 Nisan 1983).

Attilâ İlhan gençliğinde Fransa'da idi. Fransız Türkolog Prof. Carlier ile görüşüyor:

 "Prof. Carlier (asıl adını unutmuşum), su içinde altmışında var: Kıvırcık beyaz sakalları, yüzünü kaplamış; Fransız mavisi gözleriyle, burnuna düşmüş bana gözlüklerinin, üzerinden bakıyor. (...) Ben, tam çıkacağım, kolumdan tutuyor. Eğilip, sır söyler gibi, alçak bir sesle: 'Delikanlı, Türkçeye ne yaptınız?' diye soruyor. Dilimin döndüğünce ona, "Dil Devrimi' ni izâha çalışıyorum, Türkçe'nin Arapça ve Acemce'nin istilâsına uğradığını, vs.. vs.. vs..."

Meğerse neymiş?..

Beni mütebessim dinlemişti. Susunca, aynı fısıltıya yakın sesle, o söze başladı. Bilmediğim, o zamana kadar işitmediğim şeyler söylüyor:

"Ümmet toplumlarında dil -dolayısıyla kültür- dine göre değişirmiş. Onca böyle büyük üç adet ümmet toplumu ve sentezi var; birisi, Batı/Hıristiyan toplumu, ikincisi Doğu/Müslüman toplumu; üçüncüsü, daha doğudaki, semavi olmayan dinler topluluğu! Ümmet toplumunda, başat dil, dinin kendini ifâde ettiği dil: Batı'da bu, Yunanca/Latince olarak görünüyor; Osmanlı'da, Arapça/Farsça olması, son derece normal; zira Müslümanlığın ümmet dili, bu iki dil..."

Dil yaramız çok ama çok derin. Devam edeceğiz.

Yazarın Diğer Yazıları