Dilek Ağırel: "Ergenekon"da ne yaşadıysak aynısını yaşıyoruz

Kadınlığı tek başına bir "erdem" varsayanlardan, bir tür "masumiyet karinesi" olarak dayatanlardan değilim.

Erkek gibi kadın da "insan"; erkek gibi onun da karakterlisi de var karaktersizi de… Duruşuyla bir abide gibi yükselen kadınlar da var, alçaldıkça alçalanlar, aşağılıklar, çukur olanlar da…

Dolayısıyla, her kadın "yapmaz"; eşinin arkasında dağ gibi durmaz. Kağıt üzerinde, misal gazete manşetlerinde, mahkeme salonlarında, toplumun "trolleştirilmiş" kanadında eşine yüklenen ama uygulamada, devam eden hayatın bütün alanlarında, çalışıyorsa iş yerinde, çocuğu varsa onun okulunda, arkadaş çevresinde, veliler arasında, kamudan rutin, sıradan bir hizmet alımı sırasında, düğün, bayram, mezuniyet, doğum günü gibi "yoksunluk" hissettirmemekle yükümlü olunan özel günlerde kadının omuzlarına çöreklenen fenalıkları, iftiraları, suçlamaları taşımaz.

***

Dilek Ağırel'le, -Murat Ağırel'in eşiyle- kısa bir konuşmamız oldu dün; hepsini yapıyor.

Kimseye müdanası olmayan tavrından, kararlılıkla kurduğu cümlelerden öyle belli ki; hepsini taşıyor; eşine yüklenen ne varsa; üstelik gururla!

Ve bunu karşısındakinin kafasında en ufak bir flu alan bırakmadan, öyle açık kalpli yapıyor ki, dün telefonda yüzüne söylemediğimi, tanıklığınızda buradan söylemek istiyorum:

Helal olsun Dilek sana!

***

Ve Murat,

İçinden elele çıktığınız "Ergenekon" etiketli kumpas sürecinden sonra zerre şüphen, endişen yoktur ama, bir de "dışarıdan bir göz"le nasıl göründüklerini bilmek istersen;

Sakın aklın kalmasın dışarıda.

***

Balyoz kumpasıyla mücadele ettikleri sırada Mustafa Önsel'in eşi Sebahat Önsel'e "granit kadın" diyorlardı. Eşi ve silah arkadaşlarına hükmedilen en ağır cezalar okunurken bile zerre sarsılmayan dimdik duruşu, Silivri'de adeta efsane olmuştu. Bir tek kumpasçı bile aradığı yıkımı, kederi, isyanı bulamamıştı onun yüzünde. Sergilediği, eşine az rastlanır bir soğukkanlılıktı.

Granit değil belki ama belli Dilek de sert kaya!

***

"Sağlığımız çok şükür iyi" diye başladı konuşmaya; zira her şeyden önce, Murat'ın özgürlüğüne çalışmak dahil diğer her şeyi yapabilmek için de gerekli olan o şu anda.

En son Pazartesi günü telefonda konuşmuşlar Murat'la;

Morali yüksekmiş…

Sesi iyi geliyormuş…

İddianameden ve neyle yargılanacaklarından haberi olmuş. İddianamenin içeriğine dair yazılıp çizilenlerden ve korona virüsü gerekçesiyle yargıdaki ertelemelerden dolayı sürecin uzayacağı da anlaşıldığı için "Güçlü olun" demiş ailesine; "Ben güçlüyüm."

***

"Suçu yok ki" diyor Dilek;

"Hakkında bir tek twitter mesajından başka hiçbir şey yok. Murat'ın o mesajı attığı saat, 23.10. Deşifre ettiği söylenen isimler gün boyu yazılıp çizildikten, birçok kişi tarafından paylaşıldıktan çok sonra. Aynı gece 03 civarında da telefonuna, bütün sosyal medya ve mail hesaplarına yurt dışı kaynaklı bir saldırı oldu Murat'ın . O saldırıdan sonra biz bir daha ulaşamadık zaten o twitter mesajına! Murat'a mahkemede fotoğrafı gösterilen mesajla, kendi attığı mesaj arasında 4 saat fark var! Yani yargının elindeki mesaj fotoğrafı, telefonunu hackleyenler tarafından verilmiş olmalı, yurt dışı kaynaklı!"

O da diğer gazeteci eşleri gibi tecrübeli, az buçuk öngörebiliyor başlarına neler getirilebileceğini;

"Umutluyum. Ama Türkiye'de işler nasıl ilerliyor biliyorsunuz. Ergenekon'da yaşadığımız şeylerin aynılarını yaşıyoruz; MİT Kanununa Muhalefet'in cezası belli; istedikleri gibi yatarı olmayacağı için geçmiştekine benzer şekilde başka suçlar dahil ediyorlar şimdi içine. Yine geçmiş kumpaslardaki gibi, avukatlarımızın eline ulaşmadan yandaş medyadan okuyoruz iddianameyi. Olmayan belgeler de çıkarırlar belki önümüzdeki günlerde…"

***

Annelik bir hayli bozdu beni; ortadaki hukuk skandalı, siyasal yargı, basın üzerinde oluşturacağı baskı filan bir yana en çok Ada'nın sözlerine takıldım Dilek'le konuşmamızda.

Ada, Murat'ın 8 yaşındaki kızı. Bir de oğlu var; 15 yaşında.

Çoğu kız çocuğu gibi "babacı"ymış Ada da.

İlk günler hayli zor geçmiş. Korona yüzünden eve de kapanmak zorunda kalınca, bu sancılı süreçte arkadaşlık etsinler diye bir köpek edinmişler; iyi gelmiş.

"Ada çok bilinçli bir çocuk" diyor Dilek. Bir gün, "Beni anlayamıyorsunuz" demiş;

"Babam bir gemici olsaydı, uzaklarda olduğu için onu yine özlerdim ama böyle üzülmezdim. Ama onu dört duvarın arasına attılar, özgürlüğünü elinden aldılar. Benim ağlamam bu yüzden."

***

Her devran gibi er ya da geç bu da dönecek elbet de; bu çocukların gözyaşlarının hesabını kim, hangi dünyada ve nasıl ödeyecek acaba!

 

dfs-004-001-011-001-001.jpg

Yazarın Diğer Yazıları