Din ve vicdan hürriyeti

Namık Kemâl bir yazısında şöyle der:

"İspanyollar, Gırnata'yı aldığı zaman halkı, tebdîl-i dîn (din değiştirme) icbârıyla ateşlere yaktılar. Biz İstanbul'u aldığımız vakit her mezhep sahibine icrâ-yı âyîn (ayin yapma) için mezuniyet-i kâmile (tam serbestlik) verdik."

Namık Kemâl bu sözleriyle ilk anda İspanyollarla Türklerin, din ve vicdan hürriyetine karşı tutumlarını karşılaştırıyor gibi görünse de aslında hürriyet şairi Hristiyanlarla Müslümanların din ve vicdan hürriyetine bakışlarını mukayese etmektedir. Dolayısıyla, önce İspanya'da kurulan Endülüs İslâm devletini hatırlatarak konuya girmemiz sanırım faydalı olacaktır.

Malum olduğu üzere, milâdî 756 yılında İspanya'da kurulan Endülüs Emevî Devleti, çeşitli adlar altında 700 küsur sene hüküm sürdü. 1492 yılında Gırnata'nın Hristiyanlar tarafından ele geçirilmesiyle de İspanya'da İslâm hâkimiyeti sona erdi. Ve Müslümanların din değiştirmeleri (Hristiyan olmaları) için baskılar, işkenceler başladı hatta direnenler diri diri ateşe atıldı. Oysa -Namık Kemâl'in işaret ettiği gibi- İstanbul fethedildiği zaman Hristiyanlara din ve vicdan özgürlüğü sağlanmıştı. Diğer bir ifade ile Hristiyanlar İspanya'da Müslümanları din değiştirmeye zorlarken biz İstanbul'da Hristiyanlara dinlerini istedikleri gibi yaşama imkânı veriyorduk. Çünkü İslâm'a göre dinde zorlama yoktu. Zira Kur'ân-ı Kerim'de:"Lâ-ikrâhe fî'd-dîn=Dinde zorlama yoktur" (Bakara Sûresi, Âyet: 256) denilmektedir.

Bir başka âyette de: "Peygambere itaat eden, gerçekte Allah'a itaat eder. Kim de yüz çevirirse, (üzülme, çünkü) seni onlar üzerine koruyucu (bir bekçi olarak) göndermedik" buyruluyor. (Nisâ Sûresi, Âyet: 80)

Bu âyetler de gösteriyor ki Müslümanlara düşen tebliğdir. İslâm'ı tebliğ edersiniz, onu yaşayacak bir ortam hazırlarsınız, gerisi insanların vicdanına kalmıştır. İster inanır, ister inanmaz. Dini ister yaşar, ister yaşamaz.

Esâsen "Kâfirûn" sûresi bu konuda temel prensibi ortaya koymuştur: "Ben sizin tapmakta olduğunuz şeylere tapmam. Siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz. (...) Sizin dininiz size, benim dinim banadır." (Kâfirûn Sûresi, Âyet: 2, 3, 6)

Görüldüğü gibi bu ifadeler İslâm'da din, vicdan ve ibadet özgürlüğünün esas olduğunu göstermektedir. Gerçi bazı müfessirler "Sizin dininiz size, benim dinim bana" âyetinin seyf âyetleri (Tevbe Sûresi, Âyet: 5, 36) ile nesh edildiğini (hükmünün kaldırıldığını) söylemişlerse de kanaatimizce söz konusu seyf âyetlerindeki hükümler Kâbe ve haram aylar bağlamındadır. Nitekim Elmalılı Hamdi Yazır da "Hitap umumî olsa da husûsî olsa da bu sûrenin (Kâfirûn sûresi) hiçbir âyetinde nesih yoktur, hepsi muhkemdir." demektedir. (bk. Elmalılı Hamdi Yazır: Hak Dini Kur'ân Dili, c. 9, s. 6223) Zaten aksi düşünüldüğünde, müşriklerle topyekûn savaşmak ve onları bulduğumuz yerde öldürmekle mükellef olmuş oluruz ki bu, IŞİD/DEAŞ anlayışıdır.

Hâsılı kelam; yüce dinimiz İslâm -adı üstünde- barış dinidir. İslâm'da esas olan din, vicdan ve ibadet özgürlüğüdür. Hristiyanlık tarihine baktığımızda ise maalesef orada İslâm'da olduğu gibi bir müsamaha ortamının olmadığını görüyoruz. Son zamanlarda yükselen İslamofobi bunun en bariz örneğidir.

***

ACZİMİN GİRYESİ:

TEBLİĞ

Sen İslâm'ı doğru tebliğ etmeye bak,

Gerisini   kul   ile   Allah'a   bırak...

                                 (Li-müellifihî)

  

 

Yazarın Diğer Yazıları