Diren Başkan…

O da olmuş…

Bu da olmuş…

Şu da olmuş…

Onlar da yakalanmış…

Yüksek siyaset mahallesinden gelen korona haberlerindeki hakim kanıksama dilini, alışmanın verdiği o buz gibi üslubu delip geçti Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek.

İnsanlıktan çıkmış, dolayısıyla da "insan"a dair her hangi bir mevzuda, herhangi bir "insani" refleks geliştirmesi mümkün olmayanlar dışında hemen herkes, hemen her haber spikeri, hemen her partili, sesine ağır bir hüzün halesi çökerek verdi onunla ilgili haberleri;

En son da "entübe" edildiği bilgisini.

***

"Cızzzz" diye bir ses vardır hani; duyulmaz ama kulakları sağır edecek kadar güçlüdür aynı zamanda. Dilden değil de yürekten yükselir.

Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Özlenen Özkan'ın, Böcek'in "malesef entübe edildiği" açıklamasını okurken bana olan da buydu; içim cız etti. Ezildi.

Gözyaşlarınız akmaz ama burnunuzun direği sızlar hani; kör bir bıçakla kesikler atılıyormuş gibi hissedersiniz; yüzümün orta yerine tam da öyle bir sızı yerleşti.

***

Muhittin Böcek'le bir kere bile yüz yüze gelmiş değilim; konuşmuş değilim… Ama bazı insanlar böyledir; "karizma" değil de böyle bir "aura"ya sahiptir. Siyaset gibi sair ekseriyeti "balçığa" bulaşmış bir alanda ışıl ışıl bir enerji yayar etrafına; "temiz" hissi verir. "İyi insan" dedirtir. Sebepsiz bir "tebessüm" sebebidir.

Benzeri bir çok olumlu duyguyu barındıran etki kuşakları oluşturur; bir tane, bir tane daha…

Halka halka…

Partisinin, makamının sınırlarını aşar sonunda…

***

Böcek, birçok emsali gibi "30 Büyükşehir Belediye Başkanı'ndan biri" olarak da kalabilirdi ama sivrildi; üstelik de hiçbir sivri söylem ve eyleme başvurmadan, kendiliğinden gelişti fark edilmesi. Antalyalılarda yarattığı o "halkçı" imajı, "içimizden biri" algısı, bütün ülkeye yansıdı. Türkiye'nin dört bir yanında, onu bir kere bile görmemiş olan "yakınları" var şimdi.

***

Yakalanalım veya yakalanmayalım; her birimizin hayatlarını, alışkanlıklarını, standartlarını, beden değilse ruh sağlığını alt üst eden koronavirüsünün inadı malum; ama Muhittin Böcek'inki de "yörük inadı"

Ben ona güveniyorum.

Güçlüdür Torosların evladı; mücadelecidir…

Ona güveniyorum.

Dağ gibi dirençlidir…

Diren Başkan…

Dayan Başkan…

Kendilerini "babacanlığına" emanet eden yüzbinlerce Antalyalıyı yarı yolda bırakma; sana yakışmaz Başkan…

Müyesser Yıldız da çekseydi kafayı…

Konya'da alkollü bir sürücü duran bir araca arkadan vuruyor; aracın içindeki iki yaşındaki Aybike ağır yaralanıyor; yoğun bakımda hayatta kalma savaşı veriyor. İlk ve tek çocukları ölümle yaşam arasında gidip gelen genç anne-baba perişan.

Sürücü yüzde yüz kusurlu bulunuyor. Dahası, sadece bir hafta önce yine "alkollü araç kullanırken" yakalandığı ortaya çıkıyor. Bu "detay" olayı, -en azından kamu vicdanında- "kaza"dan ziyade "cinayet"e dönüştürüyor; zira fail iflah olmadığı aşikar bir trafik canavarı.

Ama ne oluyor biliyor musunuz?

Çıkarıldığı mahkemece serbest bırakılıyor.

Karıncayı bile incitmediği halde sırf yazdığı yazılar, sorduğu sorular, bir gazetecilik faaliyeti olarak ulaştığı bilgiler birilerini rahatsız, huzursuz ediyor diye üç aydır adaletsizce cezaevinde tutulan Müyesser Yıldız da, memleket meseleleriyle dertlendiği bir gece bunları medeni bir şekilde yazıya dökmek yerine, içip içip kafayı bulsaydı mesela… O halde geçseydi direksiyonun başına… Önüne geleni biçseydi… Daha mı "suçsuz", daha mı "masum", "özgür" olmaya daha mı layık sayılırdı acaba?

Hakkındaki "tehdit algısı" yıkılır mıydı?

Daha az mı tehlikeli sayılırdı; dışarıda?

***

Bu kadar ağır suçların bu kadar geniş hoşgörüyle karşılandığı adalet sisteminin bütün garezi gazetecilere galiba;

Müyesser Yıldız'ın Sincan'dan yazdığı son yazıda dediği gibi ne yapıp, ne yapmadıklarından bağımsız olarak "6 ay"dan başlıyor "tutukluluk tarifesi" onlar hakkında!

SORU-YORUM

Sahiden öğrenmek için soruyorum, varsa böyle bir model biri çıkıp anlatsın da çocukların geleceğini kurtaralım: Milli Eğitim Bakanlığı, hangi sınıflar için, hangi uzaktan, yüz yüze yahut hibrit eğitim formülünü uygularsa başta veliler olmak üzere toplumun yüzde yüzü tarafından benimsenebilir acaba? Bu şartlarda, aynı anda herkesin mağduriyetini, eşit oranda giderecek bir eğitim modeli var mı?

 

Yazarın Diğer Yazıları