Diyanet

                        Skolastik akıl böyle bir şey... Dinî olanla, tarihî olanı; geçmiş olanla, şimdikini ayırt edemiyor. Yahut ayırt etmek istemiyor.

İster düz bir imam, isterse profesör seviyesinde bir Diyanet elemanı olsun, insanlığın bu tür akıl tutulması asla değişmiyor.

Skolastik, bir kalıp yargı olarak varlığını nesilden nesile devam ettiriyor. Kısacası kültürel aktarım sürüyor.

Bir adam çıkıyor, başına, güya Osmanlı'yı temsil ettiğini düşündüğü bir fes takıyor ve sanki geçmişi/dünü yaşadığı zannıyla Teali-i İslam Cemiyeti'nin diliyle konuşuyor.

Küfür aynı küfür, öfke aynı öfke..

Haliyle, İttihad-ı İslam Partisi'nin Enver Paşa'ya olan öfkesini içinde tutuyor.

Buna rağmen geçmişi bugüne, bugünü yarına aktaracak zihinsel kapasitesi yok.

Bilim?

O zaten akıl dünyasına bulaşmamış.

Yetmiyor, son Osmanlı Şeyhülislamı Mustafa Sabri'nin içinde taşıdığı öfkeyi, kendi içinde barındırıyor ve Mustafa Kemal'in Kurtuluş Savaşı'ndaki başarısını içine sindiremeyerek diyor ki: "Keşke Yunan kazansaydı."

Bu "keşke" de bir haysınma, bir hüzün var.

Kayıp etmenin, kazanamamanın hüznü.

 Bu Yunan'a razı ama Mustafa Kemal'e asla razı olmayan zihniyet, sadece zihniyet mi, yoksa bir derin devlet çalışması mı bilmiyoruz. Lakin kodlarına baktığımızda yabancı, içerik de sloganlar da, tarz da yabancı gelmiyor.

Kodları İngiltere'ye kadar uzanıyor.

Burada sormak lazım, "Yeni Osmanlıcılık İngilizlerin projesi mi, Amerika'nın projesi mi" diye.

Buraya kadarını anlayabiliyoruz. Bundan sonrası biraz tuhaf..

Peki, Diyanet İşleri Başkanı'na ne oluyor?

Sırtında cübbe, başında sarık, resmî bir kıyafet ve görünümle, bu adamı 9 Kasım günü manidar bir çağrışımla evinde niçin ziyaret ediyor?

Bu tavır, ister istemez; Cumhuriyete, Atatürk'e, rejime, demokrasiye ve hatta tarihsel gerçekliklere de tavır mı acaba diye herkesi düşündürür.

Eğer sivil gitseydi, belki, "bireysel tercihi" diyebildik. Gene eleştirirdik ama "bireysel" derdik. Lakin kurumsal kimlik ve kıyafetle, resmi bir tutumla rejim karşıtı birini evinde ziyaret ediyor.

Üstelik bir sonraki günün 10 Kasım olduğunu bile bile.

Bu tavır elbette çok şey söylüyor..

Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanı'na yakışan bir tavır değil.

Hem bilimsel açıdan değil, hem siyasi açıdan değil ve hem de kurumsal açıdan değil.

Bilimsel açıdan değil, çünkü bu adamın yazdığı tarih, bilimsel değil. Tarih metodundan eksik. Akademik ölçütlerden uzak.

Siyasi açıdan da ahlaki değil, çünkü Diyanet İşleri Başkanı hâlihazırda bizzat Cumhuriyetin kurumlarından birinin başında bulunuyor. Velinimetini ret mi ediyor? Kaldı ki bu kurumun kuruluş amacı dinî aydınlanmayı sağlamak.

Hurafelerle mücadele etmek..

Dinî bilimleri öncelemek ve çalışmalarında akademik bakışı öne çıkarmak. Dolayısı ile Diyanet İşleri Başkanı, kurumsal davranış ve beklentilere aykırı davranmıştır. Bu yönüyle, bir devlet kurumunun dinî önderi olmaktan çok, bir grubun ideolojik memuruna uygun davranmıştır.

Bu yönüyle elbette, herkesin başkanı olamaz. Hepimizi temsil edemez.

Bu ülkede yaşayan müminlerin çoğu, Diyanet İşleri Başkanı'nın davranışını onaylamadığı gibi yadırgamaktadır.

Devletin/hukukun kişilere tanıdığı yetkileri, kişiler, hukukun emrettiği ve gerektiği gibi kullanmalıdırlar. Bunu yapmıyorlarsa, ortada derin çatlaklar olacak ve gün gelecek bu çatlaklar, toplumsal çatışmalara doğru evrilecektir. Buna kimsenin hakkı yoktur.

Hale Diyanet'in hiç yoktur.

Türkiye'yi yönetenler rejim tartışmalarına bir son vermek zorundadır.

Yazarın Diğer Yazıları