Diyarbakır merkezli Kürdistan eyaleti hiçbir zaman olmadı!

Diyarbakır merkezli Kürdistan eyaleti hiçbir zaman olmadı!
MHP Grup Başkanvekili tarihçi Yusuf Halaçoğlu’ndan “Kürdistan” gerçeği...

“Türklerin Hunlardan Türkiye Cumhuriyeti’ne hatta KKTC’ye kadar kurdukları devletlerin bayrakları ortada. Ya Kürtler, Anadolu coğrafyasında bırakın kadim yurdumuzu dünyanın herhangi bir bölgesinde 2. Dünya Savaşı sırasında Rusların desteğiyle kurulan üç-beş gün ömürlü Mahabat Cumhuriyeti’ni bir yana bırakırsak, bir devlet kurdular mı!” 

Kürtlerin yaşadıkları bir coğrafya elbette var. Osmanlı kayıtlarına göre Kürtlerin yaşadığı bölge el-Cezire olarak adlandırılan bugün Irak sınırları içinde kalan bölgedir. Bununla beraber Anadolu’da da bazı Kürt aşiretlerinin yaşadığı biliniyor. Anadolu’da 1847’de Takvim-i Vekayi’de merkezi Diyarbakır olmak üzere Kürdistan eyaleti kurulduğu belirtiliyor. Bu eyalet 1864’te lağvedilmiş. Kürdistan adıyla bir eyalet kurulmuş olması, daha önce böyle bir eyaletin olmadığının da ispatıdır. Bu eyaletin kuruluşunun 1839 Tanzimat Fermanı’ndan sonra olduğunu göz önüne alacak olursak, Batılıların baskısıyla ilan edilmiş olan Tanzimat Fermanı’nın bir neticesi şeklinde değerlendirebiliriz. Nitekim 17 yıl gibi kısa bir dönem hayatiyetini sürdüren bu eyalet dışında Diyarbakır merkezli hiçbir zaman bir Kürdistan eyaleti olmamıştır. Halaçoğlu, şöyle devam ediyor:

‘Türkmen ekrâdı’

 “Osmanlı zamanında Kürtler meselesine gelince: Göçer halde yaşayan aşiretler, genel olarak cemaat şeklinde adlandırılmıştır. Her cemaatin beyi, o cemaate adını vermiştir. Dolayısıyla özellikle doğuda yaşayan cemaatlerin Kürt olup olmadığı tam olarak belirlenememiştir. Zira çoğu kez dağlık alanlarda yaşayan cemaatler, Türkmen asıllı da olsa ‘ekrad’ olarak adlandırılmıştır. Bu durum öyle iç içe girmiştir ki, aslı Oğuzlara dayanan ve Türkmen olarak da birçok kayıtta geçen bazı cemaatler yer yer ‘ekrad’ olarak geçmektedir. Mesela Maraş yörüklerinden olup Oğuzların İğdir boyuna mensup olan ‘Kabâil-i Rışvan’ veya ‘Ekrâd-ı Rışvan’ biçimlerinde kaydedilen ve Halep’ten Kastamonu’ya kadar olan sahada yazlayan ve kışlayan aşiret  ‘Türkmen ekrâdı’ şeklinde adlandırılmıştır. Bu şekilde kaynaklarda ‘Ekrâd-ı Türkmenân’ tabiri görüldüğü gibi, ‘Türkmân-ı Ekrâd’ tabirine de sıkça rastlanmakta. Elazığ’dan Erzincan’a kadar uzanan sahada yaşayan Şavak veya Şafak olarak adlandırılan aşiret de Osmanlı Tahrir kayıtlarına göre Bayad boyundandır. Yine merkezi Malatya’da bulunan ve Adıyaman dahil, Diyarbakır, Tunceli, İstanbul gibi pek çok yerde yaşayan İzollar da Avşar boyundandır. Asıl yurtları Bitlis ile Maraş’ta Dülkadirli Türkmenlerinden olan Zeydan aşireti de Yıva boyundandır. Bu konuda daha geniş bilgi için ‘Anadolu’da Aşiretler, Cemaatler, Oymaklar’ isimli 6 ciltlik kitabımda bilgi bulunmaktadır.” 
 Türklere “devlet kuran devlet yıkan kavim” denmesi boşuna değil, Cumhurbaşkanlığı forsunda Türklerin kurduğu 16 devletin bayrakları yer alıyor. Gerçi birileri “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözünü ve T.C. rumuzunu dağdan taştan, okuldan, resmi dairelerden silmeyi marifet saysa da o fors Çankaya’da Gazi Paşa’nın karargahında hâlâ şan, şeref ve onurla dalgalanıyor. İşte Türklerin Hunlardan Türkiye Cumhuriyeti’ne Hatta KKTC’ye kadar kurdukları devletlerin bayrakları ortada. Ya Kürtler, Anadolu coğrafyasında bırakın kadim yurdumuzu dünyanın herhangi bir bölgesinde 2. Dünya Savaşı sırasında Rusların desteğiyle kurulan üç beş gün ömürlü Mahabat Cumhuriyeti’ni bir yana bırakırsak, bir devlet kurdular mı! Yanıtı yine Halaçoğlu veriyor: 

Batı’nın Türk alerjisi

 “Batılıların Cengiz hakkında yapmış olduğu bir belgesel izlemiştim. Belgeselde Cengiz Anadolu’ya geliyor, talan ediyor, Selçuklularla çarpışıyor. 1248’de yapılan Kösedağ savaşından bahsediliyor. Fakat belgeselde bir türlü Anadolu’da kimlerin olduğundan söz edilmiyor. Düşünebiliyor musunuz Anadolu’da Cengiz yakıp yıkıyor, fakat burada hangi devlet var ve kimlerle savaştığı yer almıyor. Yine Cengiz, Suriye’ye giriyor ve burada Memlük Sultanlığı tarafından mağlup ediliyor. Peki, Memlüklüler kimdi, bu da söylenmiyor. Avrupa’ya göç etmiş olan Batı Hunlarına ve Atilla’ya bir türlü Türk diyemedikleri gibi Batı Hunlarını Moğol olarak anlatıyorlar. Osmanlı öncesi Balkanlar’da yaşayan Avarlara, Kumanlara bir türlü Türk diyemiyorlar. O belgeselde sadece Peçenek ve Uzlar’a Türk diyorlar. Herhalde bunlara Türk demelerinin sebebi, Bizans İmparatoru Romen Diyojen’e ihanet etmiş olmalarından kaynaklanıyor.
Bilindiği gibi Romen Diyojen’in ordusunda görev yapan Peçenek ve Uzlar, Malazgirt Savaşı’nda Selçuklu Sultanı Alparslan tarafına geçiyor. Bundan önce Peçeneklerin İstanbul kuşatmaları var. Peçeneklerin bu kuşatmada İstanbul’u almalarına ramak kalmışken, Bizans imparatoru Makedonya bölgesindeki Kumanlardan aldığı yardım sayesinde Peçenekleri yeniyor ve Peçenekler Balkanlara, Macaristan’a ve Anadolu’nun değişik yerlerine sürgün edilerek dağıtılıyorlar. Söz konusu belgeselde her ne kadar Batılılar Türk kavramını kullanmaktan kaçınsalar da bugün Macarlar, kurucu devletleri olarak Avarları kabul ediyorlar. Nitekim 2001’de Macaristan devletlerinin 1000. yılını kutladılar ve Avarları ilk kurucu devletleri olarak tanıdılar. Keza günümüzde Macaristan parlamentosundaki Jobbik Partisi, Macarların köklerinin Batı Hunlara yani Atilla’ya dayandığını parti programlarına da almışlar.
‘Yeşil Bulgaristan Partisi’lideri tarihçi Stoyan Dinkov, ‘Osmanlı-Roma İmparatorluğu, Bulgarlar ve Türkler’ adlı eserinde Bulgarların Türk olduğunu anlatıyor. Bu bilgiler de göstermektedir ki, Batılılar Osmanlı’dan çok önce Türkleri yakından tanımaktadır. Hunların Paris’e, Roma önlerine kadar varmaları; Osmanlı Türklerinin İstanbul’u alarak Viyana kapılarına dayanmaları, Batılıları kendi açılarından haklı olarak endişeye sevk etmiştir. Haçlı seferleri başta olmak üzere her keresinde karşılarına çıkan güçlü rakiplerine karşı bir alerji duymamaları mümkün mü. Bu sebeple Çanakkale’yi geçmek için yedi düvel birleşmiştir. Buna rağmen kabusları olan Türkler, Çanakkale’yi geçilmez yapmıştır. Batı, Türkleri öylesine gözlerinde farklı bir niteliğe sokmuştur ki, çocuklarını bile ‘Türkler geliyor’ diyerek korkutuyor. Onların bu ötekileştirme politikaları, hiç şüphesiz Türkleri karşılarındaki en büyük rakip olarak görmelerinden kaynaklanıyor. Sonuçta alerjinin sebebi Doğu Roma’yı çökertenlerdir, hedef de İstanbul’dur.

Karamanlıların mübadelesi

Osmanlı Tahrir defterlerindeki kayıtlarda, Anadolu şehirlerinde Türkçe isimli zımmilere rastlanıyor. Mesela Çemişgezek Sancağı Tahrir defterlerinde Sevindik, Güvendik, Burak, Toktamış gibi Türk isimli Hıristiyan inancında olan kimselere rastlanıyor. Keza Kayseri’de de aynı şekilde zımmi olan Hıristiyan Türklerden bahsediliyor. Mühimme Defterleri’ndeki kayıtlara baktığımızda, Mimarbaşı Sinan’ın zımmi akrabalarının da İslam öncesi Türk isimlerini taşıdıkları görülüyor. Yani Anadolu’da Selçuklu ve Osmanlı devleti zamanında gayri Müslim Türklerin varlığı bu örneklerle tarihi bir gerçeklik olarak ortaya çıkıyor. 1923’te Lozan Antlaşması çerçevesinde İstanbul dışındaki Rumlarla, Batı Trakya dışındaki Yunanistan’daki Türklerin mübadeleye tabi tutulması kabul edilmiştir. Bu anlaşma gereğince her iki taraf da mübadele edileceklerin mallarının da tasfiyesi kararlaştırılmıştır. Bu anlaşmaya bağlı olarak Karamanlılar da mübadele edildiler. Hiç Rumca bilmeyen, Rum gelenekleriyle hiçbir alakaları bulunmayan, Türk geleneklerini sürdüren Karamanlılar da Rum olarak Yunanistan’a gönderildi. Yunanistan bunları bir türlü kabullenemedi ve Karamanlılar her zaman ikinci sınıf vatandaş olarak görüldü. Hıristiyan oldukları için Rum diye gönderdiğimiz bu insanlar, tıpkı bugünkü Gagauzlar, Çuvaşlar gibi Hıristiyan Türklerdi.

Balkan göçleri

Balkanların fethiyle birlikte Anadolu’dan önemli miktarda Türk nüfusu Rumeli’ye iskan edildi. Evlad-ı Fatihan olarak adlandırılan Rumeli Türkleri Rumeli’nin Türkleştirilmesinde önemli rol oynadılar. Osmanlı Devleti’nin toprak kaybına uğradığı andan itibaren ise Rumeli’deki bu nüfus akın akın Anadolu’ya göçe başladı. 500 yıldır yaşadıkları, atasının, dedesinin mezarını, çiftini çubuğunu terk ederek daha emin gördükleri ata topraklarına dönmek durumunda kaldılar. Neden göç etmek zorunda kaldılar. Oralardaki nüfus gelmeseydi, Balkanlarda nasıl bir nüfus dengesi olurdu. Mesela mübadele sonrası Yunanistan’dan Türkiye’ye göç eden Türklerin miktarı 667 bine ulaşmıştır. Bugün Yunanistan’ın nüfusu içerisinde, artışıyla birlikte önemli bir yoğunluğa ulaşmış bir Türk nüfusu olacaktı. Bu sebeple hesaplanmış bir politika halinde Rumeli Türkleri Türkiye’ye gönderildiler; öyle ki adeta bir etnik temizlik yapıldı. Yüzde 90’ı Türk asıllı olmak üzere Türkiye’ye Kafkasya ve Balkanlardan gelen göçmenlerin o tarihteki Türkiye’nin nüfusuna oranları yüzde 35’lere kadar çıkıyor. Gelenlerin toplamı 5 milyon civarında tahmin edilmektedir. Buna rağmen yine de azımsanamayacak miktarda Türk nüfusu başta Bulgaristan olmak üzere, Romanya, Yunanistan, Makedonya, Kosova, Karadağ ve Arnavutluk’ta kalmıştır.” 

YARIN: Anadolu coğrafyasında neden Hıristiyan Kürt yok