Doları rüyamda gördüm!..

Geleceği sıfır hata ile gören ve seçimleri erkene aldıran  Doktor Devlet Bahçeli de "dövizini bozdurun" çağrısı yapınca, erenlerin sesine kulak vereyim de günaha girmeyelim dedim!.. Maazallah!.. İşin sonunda çarpılıp taş olma riski de var...

Hemen eve koştum. "Hanım yastık altında ne kadar dövizimiz varsa çıkar. Yarın hemen gidip bozduracağız. Savaşa girdik. Cihat ilan edildi" dedim. Hatun, "İçip içip eve geldi herhalde" dercesine yüzüme  manalı manalı baktı. "Ne yastık altı? Ne dövizi be adam!.. Kızı yeni evlendirdik. Önce sen borçlarımızı temizlemenin yoluna bak" diye öfkelenince başımı önüme eğdim. Evdeki herkesin yatağa girip uyuyacağı vakti sabırsızlıkla bekledim. Çünkü, bu kadar mübarek zatlar, bizlere o çağrıları boş yere mi yapıyorlardı?.. Bizlerin kafasının eremeyeceği bildikleri bir şeyler vardı mutlaka büyüklerimizin!.. Ak sakallı dedeler, Türkiye ekonomisi kurtulsun diye yastık altlarımıza 100'er, 200'şer dolar mutlaka bırakmış olmalıydılar. Bu büyük sorumluluktan kaçamazdım. Yatma vakti gelince usulca yatak odamıza daldım. Hanım çoktan derin uykuya geçmişti. Yastığımı kaldırdım. Altı bom boştu. Belki hanımın yastığının altına bırakmışlardır diye orayı yoklamaya kalkıştım. Uyku arası esaslı bir fırça yedim. Oğlanın odasına yöneldim. Daha yatmamıştı. Bilgisayarından bir şeyler izliyordu. Odasına girerken, "Baba ne aradığını biliyorum. Saçmalama lütfen" diye uyardı. Tekrar odama gidip usulca yatağa girdim. Ak sakallıların, dövizi evde nereye bıraktıklarını rüyama gelip söyleyeceklerine dair inancım tamdı.

Uykuya dalmak milletçe en zorlanmadığımız iş olduğundan çok kısa süre sürdü. Birden derin bir boşlukta hissetim kendimi. Dünya yem yeşil olmuştu. Kafamın üstünde sallana salana uçan bir 100 dolar vardı. Ben hoplayıp zıplıyordum. O da etrafımda salına salına dans ediyordu. Ne zaman elimi atıp yakalamaya kalksam ince bir kıvraklıkla kaçıyor, burnumun kenarına değerek benden az bir mesafe uzaklaşıyordu. "Dur uzaklaşma benden" diye bağırdım. Benjamin Franklin hazretleri alaysı bir göz kırptı. Dolar bana gülücükler atıyordu!,, Şakır şakır da Türkçe konuşuyormuş. Dile geldi 100'lük;

"Nabar" dedi.

"Keyfimizi çok kaçırdın. Büyüklerimizin de huzuru bozdun. Dış ve iç güçlerin piyonu oldun. Yakıştı mı bu sana? Vazgeç bu dümenlerden artık" diye karşılık verdim.

"Ne olacak yani? Sen ne yapacaksın? Ne yapabilirsin ki?" diye alay etmeye kalktı.

"Seni bir elime geçirirsem. Altınkaymak döviz bürosunda başına neler geleceğini görürsün" diye tehdidi savurdum.

"Nııhahaha..." diye hain gülüşü ses duvarlarını çatlattı. İyice hiddetlendim. Malkoçoğlu gibi  havada taklalar atıp üstüne atladım. Yine yakalayamadım.

"Bak bir papaz yüzünden  ülkende dolar krizi çıkmış. Bir sor istersen büyüklerine euro da yükseliyor. Yoksa sizin bilmediğiniz bir de rahibe krizi mi var ülkenizde. Büyüklerinizi gizliyor olmasın. Hani paranın dini olmazdı?" diye kafa yapmaya devam etti. 

Bilek gücü ile yakalayamayacağımı anladım. Kurnazlıkla ele geçirmeye niyetlendim 100'lüğü. Müzakere teklifime olumlu yanıt verdi. Başladı anlatmaya;

"Beni alt etmek mi istiyorsunuz. Hani her sıkıştığınızda gündeme getirdiğiniz milli mutabakat hükümeti var ya onu deneyin. İçine bir de derviş koyun. Ne yapacaksınız fabrikayı, üretimi?.. Beleş kekin nereden geleceğine bakın!"

Çok sinirlendim. Milli gururumla da alay ediyordu. "Gel aşağıda seni papaz Brunson'a götüreyim. Bugün açık görüş var"  teklifinde bulundum. Bir kahkaha daha attı "Siz papazı buldunuz. Benim işim olmaz" diye...

"Bak sana kazan kazan olacağınız son bir teklif getireyim. İstersen büyüklerine de anlat" diye ciddileşerek devam etti;

"Başa geldik, kolayca koltuk veremeyiz, insanın zoruna gider diyorsanız. Para birimini değiştirme kararı alın. TL'den Dolara geçin. Zaten ülke olarak geçmiş durumdasınız, resmi olarak da ilan edilsin. Bireysel yatırımlardan devletin ihalelerine kadar her şey dolarla değil mi zaten? Kur etkisini bir kararname ile sıfırlamış olursunuz. Bu öneri de şaka değil! Kanser olduğunuzu öğrendiğinizde, kemoterapiye razı olmak gibi düşünün."

Pes etmeye niyetim yoktu. Anladı.. "Sana son bir şey daha söyleyip gideceğim. Bundan sonra beni rüyanda bile göremezsin" dedi;

"Belki de sen dünyaya yeni gelmiştin. Ülkenizde  Antalya Defterdarı Abdullah Çağlayan vardı. Derdi ki rahmetli;

'Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler / Hazine soyulurken aldırmıyor öküzler / Hayadan eser yoktur nafile bütün sözler/Beyhude inat etme, salla hemen başını / Gerdan kır, belini bük, al gitsin maaşını.' Yaa!.."

Birden bire yok oldu 100'lük. Terler içinde kalmışım. Hanımın "Kalk, uyan!, İşe geç kalacaksın. Kovulacaksın. Çoluk çocuk aç kalacağız" dürtmeleriyle uyandım. Gün boyu "Bu dolar, bizi dinden imandan çıkaracak" diye söylenip durdum!..

Yazarın Diğer Yazıları