Döngü

Bir soru ile başlayalım: Bilgi genetik midir? Kan yoluyla babadan oğula geçer mi?

"Olur mu öyle şey" diyeceğinizi biliyorum. Elbette bilgi genetik değildir ve babadan oğula geçmez.

Siz öyle sanın.

Kanuni döneminin ortalarından sonra eğitimde müderrislik (öğreticilik), babadan oğula miras olarak bırakıldı.

Buna "Beşik uleması" denildi.

Sanılanın aksine Türk eğitim tarihinde hiçbir medrese asla üniversite olamadı. Nitelik ve kalite olarak yüksekokul seviyesine çıkanlar olduysa da kesinlikle üniversite olamadı. Çünkü üniversite bilimsel çalışma ve akademik unvan sistemiyle diğer eğitim kurumlarından farklılaşır.

Lisans, yüksek lisans ve en son doktora unvanları.

Doktora en son verilebilen diplomadır.

Doçentliğin de, profesörlüğün de diploması yoktur.

Batı'da ilk üniversite, 1000 yılında İtalya'nın Bologna şehrinde hukuk öğrenmek isteyen öğrencilerin bir lonca kurup adına üniversite demesiyle başlar. Bir yıl sonra Bologna üniversitesine felsefe ve tıp fakülteleri eklenir.

Bizde ilk üniversite 1860'lardan başlayan bir tartışmayla ancak 1875'lerde kurulabildi. Eski adıyla Darülfünun yeni adıyla İstanbul Üniversitesidir bu. Tabi bu üniversiteye de ne kadar üniversite denirse.

Tam 860 yıl geriden geliyoruz.

Herkes tutturmuş matbaanın geç gelişini. Matbaadan önce asıl gelmesi gereken bilimdi. Üniversiteydi. Yani eğitimdeki değişimdi. İşte sen bunun için çöktün kardeşim.

Şimdi gene Kanuni döneminin ikinci yarısına benzer sürece döndük.

Her devlet kadrosuna partili birini atamaktayız.

Niye?

İşte ben, bu  "niye" sorusuna verilecek bir cevabı gerekçesi ne olursa olsun anlayamıyorum.

Bütün bilim adamları bizim, ülkemizin insanı değil mi?

Herkes görevini; partisine, ideolojisine, siyasi bakışına göre değil de yasalara ve hukuka göre yapacağına göre, neden illa partili birini devlet kadrolarına atıyoruz.

Nasıl olur da bir ülke geçmişinden ders almaz?

Anlayan varsa beri gelsin.

Başörtüsü tartışması da böyle.

III. Selim'den bu tarafa bir toplum dindarlaşmayı kılık kıyafet üzerinden tanımlar ve kavga eder mi? Sanki kılık kıyafet insanlara ahlak ve karakter kazandırıyor.

Hayır kazandırmıyor.

Kazandırmadığının onlarca örneğini iktidara yakın kanallarda yayınlanan, kayıpları bulma, cinayetleri çözme programlarında görüyoruz. Daha bir yıllık evliyken çocuğunu, kocasını bırakıp kaçan başörtülüler de var, başörtüsüzler de.

Evlilik birlikteliğini ihanetle bitirmiş pek çok kadın var.

İşte bu sebeple temel mesele kılık kıyafet sananlar yanılıyor. Asıl mesele, kişilik gelişimi. Ahlak gelişimi. Karakter eğitimi. Ve en önemlisi de kültürel çözülmeden kaynaklanan, yozlaşmanın doğurduğu toplumsallaşma sorunu.

Bunların düzeltilmesi için hangi eğitim programına sahipsiniz?

Kendisi de bir eğitimci olan Sayın Milli Eğitim Bakanı, liselerden başlayarak "Ana-baba eğitimi" vermek için daha ne bekliyor?

Karakter ve değerler eğitimine ABD, 1969'da geçti, Bizimkiler ne zaman başlayacak?

Sonra hep birlikte "kadın cinayeti de kadın cinayeti" diye sızıldanıyoruz. Hepsinin eğitimle ilgisi var. Ne zaman sorun merkezli öğretim programına ilgi duyacağız?

Belirsiz.

İşimiz gücümüz, müdür bizden olsun, rektör bizden olsun..

Sizden olanlar ülkenin hiçbir sorununu çözmediği için İktidarınız sıkıntıda değil mi?

Hayret!

Ülkenin içinde bulunduğu duruma bakan herkes huzursuzluk görüyor. Kim yaratıyor bu huzursuzluğu?

Karar alıcılar değil mi?

Evet!

Niçin?

Hepimizi kendinden sayan, hepimizi kucaklayan bir yönetim anlayışına ihtiyacımız var.

 

Yazarın Diğer Yazıları