Dost acı söyler

Türkiye'de muhalefetin en temel sorunu toplumu "okuyamamak"tı. Yıllarca "Türk insanı" diye genellenen standardın/ortalamanın önceliklerini anlayamadı; hassasiyetlerini, alerjilerini, beklentilerini, tepkilerini, neyi duymak istediğini ve neye asla tahammül edemediğini, edemeyeceğini de…

Bir "eşref saati" vardı mesela toplumun; farkına bile varmadı. En olmayacak şeyleri, en olmayacak zamanda, kör kör parmağım gözüne bir üslupla tartıştı.

Netice:

Kendi varlığını, misyonunu "tartışılır" kıldı.

***

29 Haziran 2019 yerel seçimlerinde Türkiye haritasının renkleri kısmen dönüştü ya; sanmayın ki şeytanın bacağını kırdılar da anlamaya, anlaşmaya başladılar toplumsal ortalamamızla.

İlgisi yok; aradan geçen bunca ayda hiçbir şey anlamadıkları, daha doğrusu başta "o harita" olmak üzere hemen her şeyi çok yanlış anladıkları ortada.

***

Sanıyorlar ki, muhteşem, eşsiz, dahice aday seçimlerinden dolayı o büyükşehirleri kazandılar. 

Adayların, kara kaşına kara gözüne oy verdi insanlar!

Yanılıyorlar.

Yiğidi öldür hakkını yeme; çok sağlam, şehriyle bütünleşmiş, hani diyorlar ya "sinerji"; hıh işte onu yakalamayı becermiş adayları da vardı muhalefetin amma "konjonktür" hazretlerinin yol verdiği "rüzgar""zafer" saydıkları seçim başarısının asıl sebebi. Etkiye tepkiydi. Toplumsal yılgınlıktı. Yorgunluktu.

Halkın, "artık" -eşinden her gün dayak yiyen bir kadının kendinde nihayet polise veya savcıya gitme gücünü bulması gibi düşünün- bugüne kadar yönetildiği gibi yönetilmemek, bugüne kadar yönetildiğinden farklı yönetilmek istiyor oluşuydu.

***

Demem o ki;

Dün nasıl ki, "ileri demokrasi"yle paketlendiğinde hedef, esas ve etkisi değişmediyse, bugün de "sosyal demokrasi"yle paketleniyor diye değişmiyor içeriği; etnikçilik, bölücülüktür!

"Eşitlik"le, "hoşgörü"yle paketlemek, halkı, din, dil, mezhep esaslı olarak kategorize etmeyi "bölücülük" olmaktan çıkarmıyor. Milleti oluşturan unsurları, alt kimlikleriyle, kökenleriyle ayrı ayrı köşelere istiflemek bölücülüğün ta kendisidir. Bu ülkeye, hele de bu ortamda -"Suriyeliler" gibi bir gerilim hattımız, YPG/PYD/SGD'nin Türk ordusunun elinden mucize kurtarılışından sonra belki de eskiden de beter bir "Kürtçülük" gerili hattımız varken- yapılabilecek en büyük fenalıklardan biridir.

Bu kafadan hayır gelseydi; çözüm süreci o hendeklere gömülmüş olmazdı!

Kaldı ki millet, yoluna bu kafayla devam etmek isteseydi, -aslı varken suretini ne yapsın- "farklılıklarımız zenginliğimizdir" diye diye bireyi devlete karşı sadakat fukarasına dönüştüren, düşmanlaştıran bir iktidar partisi var zaten, onunla devam ederdi!

Hiç mi bakmıyorsunuz; bu insanlar "kimden", "nereden" size döndü?

Hiç mi aklınıza gelmiyor; çözümden, açılımdan, terörle müzakereden, ılımlı aidiyetlerden arkalarına bile bakmadan kaçtıklarına ve bize sığındıklarına göre "milletleşmek" istiyorlar demek ki yeniden. Aynı bayrağın altında, gürül gürül aynı marşları söyleyerek, aynı bayramları kutlayarak, birlikte yaşamak istiyorlar. Birbirlerine baktıklarında Kürt değil, Alevi değil, Sünni değil, Rum, Ermeni, Süryani değil; Mehmet, Ali, Osman, İoanna, Sevan görmek istiyorlar. Bu sınırlarda yaşayan insanların dünü gibi yarınını da bağımsızlaştıracak olanın, onurlandıracak olanın bu sınırları sahiplenme oranları olduğunu anladılar.

Bundan mutlu olacağınıza, bu ruh halinin liderliğini yapacağınıza, hâlâ niye kaşıyorsunuz?

***

Muhalefete kazandıran, toplumun siyasallaşmamış ve eşit hizmet almak istiyor oluşuydu. Valiliklerin-kaymakamlıkların iktidar partisinin il-ilçe başkanlığına dönüşmesinden yakınırken, nasıl olur da kimi muhalefet belediyeleri bunların kötü birer kopyasına dönüşebilir; ne hakla?

Muhalefete kazandıran "adalet" vaadiydi. AK Parti'nin iktidar olduğu alanlardaki bütün ihaleleri, işleri AK Partililerin almasından yakınırken, CHP'nin iktidar olduğu alanlardaki bütün ihaleleri CHP'nin alması gerektiğini nasıl savunuruz mesela. Hangi "adalet" ölçüsüyle kıyameti koparabiliriz böyle olmayınca!

Muhalefete kazandıran "hukukun üstünlüğüne" dönüş azmiydi. Muhalefetin iktidar olduğu alanda, iktidar yanlısı herhangi bir kişi/kurumun da hukuken haklı olabileceği ihtimalini es geçerek mi üstünleşecek hukuk peki? "Yüzde 50'yi tutamıyoruz" anlayışıyla vuruşa vuruşa kazanılmış bir başarı hikayesi, ne hakla ve nasıl "ben şu kadar oy aldım öyleyse haklıyım"la gölgelenebilir?

***

Birileri, yıllar sonra ilk defa ucunda kurtuluşu gördüğü bu tüneli de başımıza göçertmeden daha çok insan bunları yüksek sesle dile getirmeli.

Hiç değilse; muhalefeti PKK seviciliğine tahvil ettirenlerin sesini bastıracak kadar yüksek…

 

Yazarın Diğer Yazıları