Dün, bugün, yarın…

Yıl 1993.

Mardin.

Aldığı istihbaratı değerlendiren jandarma timi, arama yaptığı evde "iki ruhsatsız Kalaşnikof tüfek ve iki Takarov tabanca ile kimliksiz iki kişi" yakalıyor. O günlerde "Takarov"ları, hedeflerini enselerinden vurdukları suikastlarda, Hizbullah kullanıyor. Zaten yakalananlar da "pek PKK'lıya benzemiyor".

Jandarma Timi tarafından yakalanan, kimliği ve örgütü belirsiz bu kişileri görmek üzere nezarethaneye inen yüzbaşı, garip bir rahatlık ve pişkinlikle karşılaşıyor. Yakalananlar, karşılarındaki Türk subayına sırıtarak,"Senin dişin bize geçmez" diyorlar; kendilerinden son derece emin şekilde.

Tam o sırada, merdivenleri koşarak inen bir astsubay, "Diyarbakır'dan acil arandığını" bildiriyor, yüzbaşıya.

Odasına gidip telefonu kulağına götüren yüzbaşı, karşısındaki "oldukça üst düzey görevli"nin söylediklerine inanamıyor. Gerisini kendisinden dinleyelim:

"Bana söylediklerini hâlâ unutamam. Özetle, 'bu yakalanan şahısları derhal bırakılmasını, onların devlet düşmanları ile savaştıklarını, benim göreve yeni başlamam nedeni ile bunları bilmiyor olabileceğimi' filan anlatarak beni ikna etmeye çalışıyordu. Çok canım sıkılmıştı…"

O gün, o idealist yüzbaşı, kendisine yapılan bu "oldukça üst düzey telkin"e kulak asmadan, yakaladıkları iki Hizbullahçı teröristi savcılığa sevk ediyor ve tutuklanmasını sağlıyor ama aradan geçen çeyrek asırdan fazla zamanda -ülkeyi yöneten iktidarların kimlik ve iddiaları farklılık göstermesine rağmen- Güneydoğu'daki sonraki tecrübelerimiz de, Suriye'de kurduğumuz ittifaklar da, en son Libya olmak üzere Ortadoğu'daki tercih ve ısrarlarımız da gösteriyor ki, neredeyse hiçbir şey değişmiyor buralarda.

***

O gün, "yüzbaşı" rütbesiyle o direnci gösteren Emekli Albay Hasan Atilla Uğur, "dün"de kalan ama "bugün"ümüzün müsebbibi olan, ibret almamaya devam edersek muhtemelen "yarın"ımızı da "tekerrür"den ibaret kılacak, benzeri yığınla anısını paylaşmış, "Bu kırk yıllık uykudan uyanma vakti geldi" diyerek yazdığı "Dün, Bugün, Yarın"da…

Onlardan -hiç şaşırmayacağınızı tahmin ettiğim- biri daha:

Yıl 2001.

Ankara.

Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı, iki klasör dolusu bilgi ve belge içeren çok ciddi bir çalışma hazırlıyor ve bunu "devletimizin en üst makamlarına" elden sunuyor. Konu, "FETÖ". Bu da, o "çok üst düzey makamlarda"kilerden birinin Uğur'a tepkisi:

- Alnı secde edenler ile ne uğraşıyorsunuz!

***

Ve bir tane daha:

Yıl 2003.

Ankara.

Irak'ın kuzeyinde, Süleymaniye'de görev yapan askerlerimizin, -Süleymaniye valisine suikast yapacakları gerekçesiyle- tutuklanıp, başlarına çuval geçirilmesinin hemen ertesi günü, Jandarma Genel Komutanlığı Kurmay Başkanı'nın odasında bir toplantı yapılıyor.

O tarihte Jandarma Genel Komutanlığında Teknik İstihbarat Daire Başkanı olan Uğur, "Bana izin verin ekibimle birlikte Adana'ya intikal edeyim. Bugün cumartesi, İncirlik'te görevli ABD askerleri çarşıdadırlar. Bulduğumuzu gözaltına alalım, başlarına çuval geçirip medyayı çağıralım. 'Bunların Adana valimize suikast düzenleyeceklerine dair istihbarat aldık' diyelim."

Kurmay başkanı siyah telefonu alıyor, Genelkurmay ile görüşüyor ve acı bir tebessümle kapattıktan sonra "Asla izin vermeyeceklerini biliyordum" diyor odada bulunanlara.

***

Uğur, bunu daha önce de paylaşmıştı ama 15 Temmuz kaosunda layığıyla tartışılamamıştı kamuoyunda:

Yıl 2008.

İstanbul.

Beşiktaş Adliyesi.

Şimdi "FETÖ" denilen yapıyla ilişkisi dolayısıyla hakkında yakalama kararı bulunan firari Zekeriya Öz, o dönem "Özel Yetkili" Silivri kumpasları savcısı.

"Bana Şener (Eruygur) ve Hurşit (Tolon) hakkında birşeyler söyle ben de senin hakkında iyi düşüneyim" diyerek, işbirliği teklif ediyor; Uğur kabul etmiyor. Bunun üzerine, çekmecesinden kalın bir dosya çıkarıyor Öz. İlk sayfasını uzatıp, soruyor:

- Bu el yazısını tanıyor musun?

- Bebek katili Apo'nun yazısı.

Ne kadar çok nefret edenin varmış…        

Öz, İmralı'daki caniden, kendisini sorgulayan Türk subayı hakkında görüş istemiş, o da, "Ergenekon'u çökertmek için başta Atilla Uğur olmak üzere bazı isimlerin her şekilde halledilmesi gerektiğini" içeren, başka isimlerin de tutuklanmasını "tavsiye eden" görüşünü zevkle paylaşmıştı.

***

Kitabın tamamını özetlediğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz; yok öyle armut piş, ağzıma düş…

Hasan Atilla Uğur'un, iki kumpas şehidi; maruz kaldığı haysiyet cellatlığına dayanamayarak intihar eden Abdülkerim Kırca'nın "gazi" olduğu operasyon ve yıllarca canı pahasına emirlerini yerine getirdiği "devlet" eliyle uğratıldığı "ihanet"i hazmedemeyen Kaşif Kozinoğlu'nun şüpheli ölümüne "yürüyüşü"ne dair tanıklıkları başta olmak üzere geri kalan bölümleri de kendiniz okursunuz artık bir zahmet…

 

Yazarın Diğer Yazıları