Dürüstlük, o da bir zaman imiş...

Yazımızın başlığı Enderûnlu Vâsıf'ın (ö. 1824) bir gazelinden mülhem. Anlatmak istediğimiz durumu ise şair Nâbî (ö. 1712) özetlemiş:

"Olmuş o kadar halk-ı cihân mekrde üstâd//Kim sâbıka-i şöhret-i şeytân unutulmuş." (İnsanlar hilekârlıkta o kadar ustalaşmışlar ki şeytanın melûnlukları unutulmuş. Yani insanlar şeytana pabucu ters giydirecek hale gelmişler.)

Aslında Ziya Paşa'nın (ö. 1880) şu beyti de aşağı yukarı aynı şeyi ifade etmektedir:

"Tagayyür eylemiştir âlemin ol rütbe ahlâkı//Bize nakli tevârîhin gelir gûyâ yalan şimdi." (Ahlâkımız öyle değişmiş, öyle bozulmuş ki geçmişte -hatta bugün- olup bitenleri anlatsak yalan sanır, inanmazsınız.)

Bu girişi yapmama hafta sonu güneye, Toros sahillerine yaptığım bir gezide halkın bana anlattıkları sebep oldu. Bir çiftçi aynen şunları söylüyor:

-Kaysi ve eriklerimizi don vurdu. Lahana yetiştirmiştik, onu da çarptırdık, ortada kaldık.

-Hayırdır, ne oldu, anlatır mısın?

-Bir tüccar geldi, altında koskocaman kamyon var. Sakallı, başında takke, dilinden din, iman düşmüyor. Lahanamıza talip oldu, biz de verelim dedik.

-Adam, Allah korusun dedi, bizde yalan dolan olmaz, tarladaki bütün lahanalarınızı alacağım, ama ödeme şeklimiz şöyle olacak: Malı yükleyip gideceğim, satıp öbür gelişimde parasını ödeyeceğim, tekrar yükleyeceğim. Yani ödemeyi malı sattıktan sonra yapacağım.

-Kılığına baktık hiç de yalan söyleyecek birisi değildi. Tamam dedik, gidiş o gidiş... çarpıldık yani...

Görüldüğü gibi millet geçim derdinde, üstelik de sahipsiz. Bir taraftan iklim şartları vuruyor onları, diğer taraftan sahtekârlar... Bize tesellî etmek düştü. 16 Nisan'da yapılacak referandumu konuşmaya fırsat olmadı. Lakin bu konuda da sorumluluğumuz olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla tarihî referanduma üç gün kala, son yılların moda tabiriyle empati yaparak yani kendimizi başkalarının yerine koyarak niçin "evet" yahut niçin "hayır" denilmesi gerektiği konusunda vatandaşı aydınlatma görevimizi de bu sütundan yerine getirmeye çalışacağız.

İsterseniz en tepeden başlayalım...

Düşünüyorum da, Sayın Cumhurbaşkanı'nın yerinde olsam referandumda "evet" derdim. Çünkü fiilî bir durum yarattım, ben kesip ben biçiyorum. Yasama (Meclis) gibi, yürütme (hükümet) gibi, yargı gibi ayak bağlarından kurtulmam lazım.

Başbakan Binali Yıldırım'ın yerinde olsam da "evet" derdim. Zira, halen "davul" benim omuzumda, "tokmak" Cumhurbaşkanı'nın elinde... Tokmağı isteyemeyeceğime göre, doğru olan davulu ona teslim etmektir.

Mevcut Milletvekillerinin yahut ileride Milletvekili olmak isteyenlerin yerinde olsam yine "evet" derdim. Çünkü Sayın Cumhurbaşkanı her şeyi başdanışmanları ile yürütecek, biz Milletvekilleri de ballı maaşlarla yan gelip yatacağız. Bu önemli fırsatı kaçırmamak için elbet "evet" derdim.

Bir de kendimi "halk"ın yerine koyup düşünüyorum, gözümün önüne Suriye geliyor, Irak geliyor, Libya geliyor. Bakıyorum Saddam gibi, Esad gibi, Kaddafî gibi tek adam yönetimindeki ülkeler hep iç savaş yüzünden dağıldı, perişan oldu. Etrafımızda olup bitenlerden ders alıyor ve ülke yönetimini tek adama terk etmemek, vatandaşımın birbirine düşmesini önlemek, demokratik parlamenter sistem içinde eşit vatandaşlar olarak yaşayabilmek için bu defa da halk adına 80 milyon kere "HAYIR" diyorum.

16 Nisan referandumunun hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum

Yazarın Diğer Yazıları