Düşmana muhtaç yaşamak

İbn Keamâl (ö. 1534) bir beytinde şöyle der:

"Nâ-ehl olur muârız-ı ehl//Her Ahmed'e bulunur Ebûcehl."

Demek ki yeryüzünde her Ahmed'in bir Ebûcehil'i ve her Musa'nın bir Firavunu vardır. Yani öyle veya böyle düşmansız fert ve millet yoktur.

Tevfik Fikret'in:

"Toprak vatanım, nev'i beşer milletim, insan//İnsan olur ancak bunu izanla, inandım" beytinde dile getirmeye çalıştığı dünya vatandaşlığı ideali ve cihan sulhu düşüncesi bir hayalden ibarettir. İnsanlık yaşadıkça vatan da, millet de, dostluk da, düşmanlık da hep var olacaktır. Dünya barışı istiyorsak Abdülhak Molla'nın (ö. 1853) ifadesiyle cenge hazır olacağız. Yani güçlü olacağız:

"Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz ü felâh//Hazır ol cenge ister isen sulh u salâh."

Kim ne derse desin, barışın yolu güçlü olmaktan geçiyor. Maalesef %100 haklı olsanız bile güçlü değilseniz hakkınızı alamıyorsunuz.

Bilek gücü mü, düşünce gücü mü? 

"Güç" denildi mi bizim aklımıza ilk gelen bilek gücü ve silah oluyor. Oysa dünyada en büyük güç "düşünce"dir. Kalaşnikoflar, scut füzeleri, bombalar… Bütün bunlar imha edilebilir. Ama düşünce yok edilemez. Üstelik fikirler bulutlar misali sınır tanımız. Bir anda bütün dünyaya yayılabilir.

Hz. Peygamberimizin:"Bir saat düşünce, bin yıl ibadetten daha hayırlıdır" sözü yahut Mevlânâ'nın:

"Ey birâder tu hemân endîşeî//Ma-bakâ tu üstühân u rîşeî." (Ey kardeş, sen düşünceden ibaretsin. Ondan başka sende olan kıldır, kemiktir.) beyti düşüncenin, dolayısıyla da düşünmenin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor bizlere…

Tabii ki burada ifade edilen "düşünce", kara kara düşünme değildir. Düşünmek; tabiatın sırlarını çözmeye çalışmak, yeni yeni icat ve keşifler yapmak demektir. Batı bunu yapmış ve bir şekilde bizleri esaret altına almıştır. Söz gelimi bugün cep telefonsuz bir hayat düşünebiliyor musunuz?

Maalesef hayatın her alanında Batı'ya bağımlı hale geldik. Batının çıkarlarına ters düşen tavır ve düşüncelerimiz -yerden göğe kadar haklı olsak bile- dikkate alınmıyor, hatta "Bak, ileri gitme, ekonominizi batırırız ha" tehdidine maruz kalıyoruz.

Durum bu iken bizdeki manzara ne?.. Bilimsel eğitime ağırlık vererek teknoloji üretiminde Batı ile yarışacak gençler yetiştirmenin yollarını aramak yerine, hangi ülkeden canlı hayvan yahut hububat ithal edelim derdine düştük. Ne yazık ki -sanayi ürünlerinden vaz geçtik- gıda ürünlerinde bile Batı'ya bağımlı hale geldik. Belki işin daha acı tarafı, doğrudan bağımsızlığımızı ilgilendiren bu kötü gidişattan kimse rahatsız olmuyor.

Markette ekmek varsa, buğdayın nereden geldiği halkın umurunda değil. Aynı şekilde, istediği arabayı galeride buluyorsa Alman malı veya Japon malı olması vatandaşı ilgilendirmiyor.

Müftü Efendi bile cami kürsüsünden cemaate şöyle sesleniyor:

"Peygamberimiz en iyi deveye binerdi. Bugünün en iyi devesi "Mersedes"tir. Müslüman "Mersedes"e binmelidir."

İşte hâl-i pür-melâlimiz…

Şair Nâbî haklı. Bir işimizin görülmesi yahut bir mala sahip olmamız düşmanın himmetine bağlı ise o işe de, o mala da lânet olsun…

"Ol matlabın husûlüne la'net ki tâlibi//Lâzım gele müracaat etmek adûsuna."

ACZİMİN GİRYESİ:

ESARET VE HAMAKAT

Düşmana muhtaç olmak esâret değil midir?

Üretmeden tüketmek hamâkat değil midir?

                                          (Li-müellifihî)

Yazarın Diğer Yazıları