Ekonomide oyunun kuralı

21. yüzyıla bilgi çağı veya digital çağ deniliyor. Dünya bu çağa girdikten sonra  geçen 20 yılda her alanda hızlı bir  değişim yaşadı. Ekonomide küreselleşme hızını kaybetti… GSYH'da  yalnızca büyüme yerine  gelir dağılımı ve sosyal gelişmeleri de içeren kalkınma ön plana çıktı. Zira yalnızca büyümenin  insan refahı için yeterli olmadığı anlaşıldı.

Bilgi çağında, ideolojik bakış açısı da değişti. Sosyoekonomik sistemler törpülendi. Komünist kalan Çin de sistemde değişiklik yaptı. Kapitalizmin ve piyasa ekonomisinin kurallarını uyguluyor.

Kapitalizm anlayışı da değişti… Özel mülkiyete veya Çin'deki gibi devlet mülkiyetinde olup piyasada iş yapan sermayenin birbirinden farkı kalmadı. Dahası, öteden beri var olmakla birlikte artık sermaye için "üretken sermaye" ve ''spekülatif sermaye'' ayırımı belirginleşti. Üretken sermaye, kalkınmanın olmazsa olmazıdır.

Türkiye, son 20 yıldır spekülatif sermaye tuzağına düştü. 2013 yılına kadar çok hızlı bir sıcak para girişi yaşadık. Sıcak para girişi makro dengeleri bozdu. Üretimde ithal girdi payını artırdı. Kırılganlık yarattı. İktidar sıcak paranın serap etkisinde kalarak planlamayı bile rafa kaldırdı.

Düşünce kınanamaz… Ancak hala sağ-sol çatışması çizgisinde kalmak, faiz günahtır çemberi içine hapsolmak, CHP için devletçidir demek, içinde bulunduğumuz ekonomik sorunları uzatmaktan başka bir işe yaramaz.

Piyasanın da, devletinde yetersizlikleri ve zaafları olduğunu biliyoruz. Bu yetersizlikleri, "piyasa-devlet optimum dengesi"ni kurmakla çözeriz. Bu nedenle sosyal faydası daha yüksek olan altyapı yatırımları ve doğal tekelleri devletin yapması gerekir. Buna karşılık devletin de hantal yapısından kurtulup yatırımların önünü açacak bürokrasi reformu yapması  gerekir.

Bu dengeyi bu güne kadar sağlayamadık. Çünkü böyle bir niyetimiz ve bu çizgide bir anlayışımız olmadı.

Kamu-özel işbirliği yoluyla yapılan altyapı yatırımları piyasa dengelerini daha çok bozdu. Söz gelimi taşıma, üretimde girdi maliyetlerini etkiler. İstanbul'dan İzmir'e bir kamyonun Yavuz Selim ve Osmangazi köprüsü için ödemek zorunda olduğu geçiş ücreti 545 lira 70m kuruştur. Bu köprülerden sonra parasız yollara ulaşması içinde para öder.

Kazara paralı yoldan gitse; kuzey çevre yolundan Osmangazi köprüsüne ulaşmak için on veya onbeş kilometrede bir para öder. Osmangazi'den sonra da İzmir'e kadar yüksek paralar öder.

Yani bir kamyon yollara ve köprülere İstanbul'dan İzmire kadar 800 lira ile 1000 lira arasında para ödüyor. Bu maliyet üretim maliyetlerini artırıyor. Yüksek üretim maliyetleri Türkiye'nin dış rekabet gücünü ve içeride de enflasyonu etkiliyor.

Köprü ve yollar gerekli idi… Ancak bunları devlet borçla yapsaydı hem daha ucuza gelecekti, hem de bütçeye yük olmadan bu yollar kendi borcunu ödeyecekti.

Piyasaya aşırı devlet müdahalesi de piyasa düzenini bozdu. Söz gelimi bundan birkaç yıl önce Sayın Cumhurbaşkanı ''her işletme bir kişi alsın, işsizlik düşer'' dedi.. İşsizlik arttı.

Faizlere sık müdahale de piyasa düzenini bozuyor, spekülasyonun önünü açıyor. Faizler tek haneye inecek denildi, kamu bankaları konut faizlerini yüzde birin altına indirdi. Aralık ayında krediye yüzde bir faiz verenler bir Aralıkta aldıkları altını 31 aralıkta satarak yüzde 7.6 oranında kazanç sağladılar.

Aslında düşük faiz yatırımları hızlandırır… Türkiye de yatırımlar için hukuk altyapısı ve bürokratik altyapı yetersizdir. Faizi sıfır da yapsak yatırım yapılmıyor.  Dahası mevduata eksi reel faiz döviz talebini artırıyor.

Yerli ve milli otomobil yapılmasına kimse karşı çıkmaz… Ama eğer fizibil yatırımsa, bu tür özel yatırımlar için devletin değil piyasanın karar vermesi gerekir. Devlet yatırım teşvikleri verebilir.

Özet olarak ekonomide oyunu kuralına göre oynamazsanız, dengeleri daha çok bozarsınız.

 

Yazarın Diğer Yazıları