Emisyon yoluyla artan para arzının zararları!
Son yıllarda Türkiye ekonomisinde yaşanan yüksek enflasyon, kur baskısı ve finansal istikrarsızlığın ardındaki önemli nedenlerden biri, kontrolsüz biçimde artan emisyon hacmidir. Merkez Bankası’nın piyasaya doğrudan para sürmesiyle gerçekleşen bu genişleme, para arzındaki artışı körüklerken, ekonomide yapısal bozulmaları da beraberinde getirmiştir. Para arzı ve emisyon arasındaki ilişki, özellikle mali disiplinden uzaklaşılan dönemlerde çok daha belirgin hale gelmekte, kısa vadeli bütçe ihtiyaçları uğruna yaratılan bu para, uzun vadede ekonomiye ciddi zararlar vermektedir.
Emisyon artışının para arzına etkisi
Emisyon, basit tanımıyla Merkez Bankası’nın piyasaya sürdüğü fiziki ve elektronik para miktarını ifade eder. Türkiye’de para arzı tanımı genellikle M1, M2 ve M3 gibi kategorilerle ölçülür. M1 en dar tanımıyla dolaşımdaki para ve vadesiz mevduatları içerirken, M2 ve M3 daha geniş kapsamlı para tanımlarını ifade eder. Merkez Bankası, hazineye doğrudan kredi vermese de, kamu harcamalarının finansmanında dolaylı yollarla devreye girdiğinde, örneğin KKM gibi uygulamalarda veya açık piyasa işlemleriyle, piyasaya para enjekte ederek emisyonu artırmaktadır.
Bu durum, özellikle 2021-2023 arası dönemde hız kazanmış; Merkez Bankası bilançosunda ciddi genişlemeler yaşanmış, emisyon hacmi %50’nin üzerinde artmıştır. Netice olarak, para arzı da aynı paralelde genişlemiş ve piyasadaki likidite fazlası talep kaynaklı olmayan enflasyonu tetiklemiştir.
Enflasyonist baskıların derinleşmesi
Para arzındaki kontrolsüz artışın en doğrudan sonucu, talep enflasyonudur. Üretim artmadan piyasaya sürülen para, tüketici talebini nominal olarak artırsa da, arz buna eşlik etmediği sürece fiyatlar yükselir. Türkiye örneğinde bu durum çok daha çarpıcıdır; zira arzı sınırlayan bir dizi yapısal sorun – ithalata bağımlılık, enerji maliyetleri, tarımsal üretimdeki yetersizlik – para politikası genişlemelerini enflasyonist şoka dönüştürmektedir.
2022-2024 döneminde tüketici enflasyonunun %85’e kadar tırmanmasında, döviz kurundaki sıçramaların yanı sıra, para arzının patlaması da belirleyici olmuştur. TÜİK’in verileri ile Merkez Bankası’nın yayımladığı para arzı istatistikleri karşılaştırıldığında, para arzının genişlediği her dönemde enflasyonun ciddi oranda yükseldiği açıkça görülmektedir.
Gelir dağılımının bozulması
Artan emisyon, sadece fiyat istikrarını değil, sosyal dengeyi de tehdit eder. Emisyon yoluyla yaratılan para, genellikle kamu harcamaları, ücret artışları ya da destek paketleri üzerinden harcanırken, bu paraya ilk erişen kesimler (örneğin büyük sermaye grupları, müteahhitler, kamu kurumları) avantaja sahip olur. Bu duruma “Cantillon Etkisi” denir. Oysa sabit gelirli, dar gelirli kesimler artan fiyatlar karşısında gelirlerini koruyamaz; alım gücü düşer.
Türkiye’de son yıllarda asgari ücret ve emekli maaşlarına yapılan artışlar, kağıt üzerinde iyileştirici gibi görünse de, aynı dönemdeki yüksek enflasyon bu artışları eritti. Özellikle gıda, kira ve enerji gibi temel harcama kalemlerinde yaşanan fiyat artışları, düşük gelirli haneleri daha derinden etkiledi. Böylece emisyon kaynaklı enflasyon, gelir dağılımındaki adaletsizliği daha da pekiştirdi.
Makroekonomik güvenin sarsılması
Para arzındaki istikrarsızlık, yerli ve yabancı yatırımcı açısından büyük bir belirsizlik yaratır. Yerli yatırımcı tasarruflarını dövize ya da fiziki varlıklara yönlendirirken, yabancı yatırımcı ise Türk Lirası’nın değer kaybı beklentisiyle Türkiye’ye olan ilgisini azaltır. Bu durum, doğrudan yatırımların zayıflamasına, portföy girişlerinin düşmesine ve finansal kırılganlıkların artmasına neden olur.
Bir diğer risk de “beklentiler kanalı” üzerinden işlemektedir. Merkez Bankası’nın para politikası araçlarını siyasi baskı altında kullanması, fiyat istikrarı hedefinden sapması ve piyasaya para sürmesi, toplumda “TL her zaman değer kaybeder” algısını güçlendirir. Bu da hanehalkı ve şirketlerin harcamalarını öne çekmesine ve döviz talebini artırmasına neden olur. Bu kısır döngüde Merkez Bankası rezervlerini kaybederken, emisyonun karşılığı olmayan bir para yığını piyasada dolaşır hale gelir.
Sonuç: Para disiplini olmadan …
Türkiye’de emisyonla artan para arzının ekonomi üzerindeki zararları çok katmanlıdır: enflasyonun yükselmesi, gelir dağılımının bozulması, yatırımların zayıflaması ve ekonomik güvenin aşınması. Bu sürecin tersine çevrilmesi için sadece faiz artışı değil, para tabanını daraltan, bütçe açığını kontrol altına alan, kamu harcamalarında etkinliği artıran politikaların devreye girmesi gerekir.
Emisyon artışı kısa vadede “can suyu” gibi görülebilir, ancak uzun vadede Türkiye ekonomisine maliyeti ağır olmaktadır. Para politikası bağımsızlığı, mali disiplin ve kurumsal güven yeniden tesis edilmediği sürece, bu kısır döngüden çıkmak mümkün görünmemektedir.
Derinleşen yapısal sorunlar ve belirsizlik
AKP’nin ekonomi yönetiminin bedeli
Emisyon yoluyla artan para arzının zararları!
Türkiye ekonomisinde sürdürülebilir dengeler
Eriyen Rezerv Tehlikesi: Ekonomik Kırılganlık ve Güven Krizi
Yapısal reformlar yerine yanıltıcı denge arayışı
Küresel Gıda Enflasyonunda lideriz
Kısa vadeli sükûnet uzun vadeli belirsizlik
Faizle Gelen Duraklama Kaçınılmaz Çöküşün Ertelenmesi mi?
Açık büyüyor, mali disiplin zorlaşıyor…









