Erdal Sarızeybek İYİ Parti'ye neden katıldığını anlattı

Erdal Sarızeybek İYİ Parti'ye neden katıldığını anlattı
Günboyu yazarı Levent Bulut'a konuşan Erdal Sarızeybek, İYİ Parti'ye katılma sürecinden Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan'ın yeni partilerine, ABD - İran krizinden dış politikaya önemli açıklamalarda bulundu.

Terörle mücadelenin önemli isimlerinden emekli Albay Erdal Sarızeybek; neden İYİ Parti'ye katıldığını, Ahmet Davutoğlu'nun genel başkanı olduğu Gelecek Partisi'ni, Ali Babacan'ın kuracağı yeni partiyi, Türkiye'deki siyasi gündemi ve dış politikayı Günboyu yazarı Levent Bulut'a değerlendirdi.

İYİ Parti'ye katılma süreci ile ilgili çarpıcı ifadeler kullanan Sarızeybek, "Ben bir Türk milliyetçisiyim. Atatürk’ün bize gösterdiği yolda, cumhuriyet değerleri üzerinde yükselen ve Türk Milliyetçiliği temelindeki bir siyasi partide ülkeme ve millete faydalı olacağıma inanıyorum. Bu nedenle İYİ Parti’ye katıldım." dedi.

Levent Bulut'un, Erdal Sarızeybek ile gerçekleştirdiği röportaj şöyle:

"GELECEKTEN ENDİŞELİYİM"

"Bildiğiniz gibi ben emekli bir askerim. Milletimiz beni terörle mücadeleye ilişkin yazdığım kitaplarla tanıdı. Ardından ‘Kan Uykusu’ belgeseli, Siyaset Meydanı programlarıyla daha yakından tanıma fırsatı buldu. Bana güvendi ve sevdi, ben bunu görüyorum. Ben de boş durmadım. Milletimin bu güven ve sevgisine layık olabilmek için tam  on yıl boyunca adım adım Anadolu dedim, Trakya dedim. Halkımızın huzuruna çıktım, ne biliyorsam anlattım.  Başta Atatürkçü Düşünce Dernekleri olmak üzere Ülkü Ocakları ve diğer sivil toplum örgütleri bana destek verdi. Ekmeklerini paylaştılar benimle. Hepsine teşekkür ediyorum. Ne için yaptım tüm bunları, derseniz… Ülkemiz daha iyi yönetilsin istedim. Bir daha o acılar yaşanmasın istedim.

Çocuklarımıza huzurlu ve güvenli bir ülke ve gelecek bırakalım istedim.  Ama şimdi dönüp geriye bakıyorum, bir arpa boyu dahi mesafe alamamışız. Ekonomideki kötü gidişatın vurduğu milletimiz hala şehit haberleriyle yanıyor, daha dün Suriye kuzeyinde dört şehit verdik. Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun, Allah hepimize sabır versin.

Diyeceğim o ki şu anda içim hiç rahat değil. Gelecekten endişeliyim. Beni endişeye düşüren insanlarımızın güvenip oy verdiği, alıp başına taç ettiği bir siyasetin memleketi bugün getirdiği nokta. En sade bir bakışla olan bitene bir bakınız… Fabrikalarımızı şirketlerimizi toprağımızı sattılar. Ama hala vatandaş borçlu, devlet borçlu. Memlekette giderek artan işsizlik ve yoksulluk artık insanlarımızın nefes dahi almasını zorlaştırır oldu. Partizanlık almış başını gidiyor, toplum vicdanı rahatsız. 

İçimizde yaşatılan bu sorunlar yetmezmiş gibi bir de sayıları milyonları aşan Suriyeli sığınmacı var. Buna bir de komşularımızdaki olumsuz gelişmeleri ve bunun Türkiye’ye yansımalarını eklerseniz, 17 yılın sonunda memleketin getirildiği noktayı görebilirsiniz. Bu gidişat gerçekten insanı bunaltıyor."

"İYİ PARTİ'Yİ SEÇTİM ÇÜNKÜ..."

"Bu noktada meseleye artık parti gözüyle bakmaya kimsenin hakkı kalmadı. Bu iş bir AKP meselesi olmaktan çıktı, memleket meselesi oldu. Bunu sadece ben söylemiyorum, herkes söylüyor. O parti bu parti değil, herkes bu gidişattan endişeli. Herkes bir çıkış yolu arıyor. Ben de bu durumu bir memleket meselesi olarak görüyorum. Dolayısıyla ülkemin geldiği bu noktada artık siyasete girip bir vazife üstlenmem gerektiğine inandım.
Peki neden İyi Parti derseniz… Bu noktada benim tüm siyasi partilerin durumunu tek tek analiz etmeme gerek yok. Çünkü her şey açık ortada. Bu millet artık AKP’yi görüyor, ona destek veren MHP yöneticilerini de görüyor. Memleket bu hale nasıl getirildi, kim getirdi? Hepsi ortada. Hal böyle iken 17 yıldır izledikleri siyasetle bizi bu duruma düşüren yöneticiler ise hala iş başında.  Bunlara bir zamanlar en ağır tepkiyi gösteren MHP’nin yöneticileri de şimdi bu siyasete ortak. 

160434161-meral-aksener.jpg

Dolayısıyla ülkemizin ve çocuklarımızın geleceğini karanlığa sürükleyenlerle bir olmamız mümkün değildi.  Belki bu noktada neden CHP değil de İYİ Parti sorusu akla gelebilir. Bu bir tercihtir. Ben bir Türk milliyetçisiyim. Atatürk’ün bize gösterdiği yolda, cumhuriyet değerleri üzerinde yükselen ve Türk Milliyetçiliği temelindeki bir siyasi partide ülkeme ve millete faydalı olacağıma inanıyorum. Bu nedenle İYİ Parti’ye katıldım."

İYİ Parti'yi Türk siyasetinde nasıl konumluyorsunuz?

"İYİ Parti programına baktığımız zaman, partinin ilk amacının ‘Cumhuriyetin kuruluş felsefesini, değerlerini ve üniter yapıyı korumak’ olduğu görülüyor ki bu amaç, Türk Milletinin büyük bir çoğunlukla sahip olduğu toplumsal bir değeri ortaya koyuyor.  

İYİ Partinin bu amacı, aynı zamanda, ‘Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir”  diyen  anayasamızın değiştirilemez hükümlerine bağlılığını da gösteriyor.

Hele ki İYİ Parti’nin yine programında yer alan ve kuruluş felsefesini açıklayan şu ilkeler İYİ partinin siyasetindeki yerini de apaçık gösteriyor, şöyle ki;

'İyi bir TÜRKİYE için yola çıkıyoruz. İyi insanları insanlık tarihine armağan etmiş bir milletiz. Hoca Ahmet Yesevi,Mevlâna, Hacı Bektaş-ı Veli,Yunus Emre bu milletin iyi insanları arasından yetişti. Onlar insanlara iyiliği, iyi insan olmayı öğütlediler. İyiliğin peşinden koştular. İyi insanlar bu toprakları onurlandırdıktan sonra bu topraklardan o büyük Osmanlı Devleti doğdu. Bu devlet büyüdü üç kıtaya hâkim oldu o insanların torunlarıyla, Sarı Saltuklarla... “Yaratılanı severim, yaratandan ötürü” diyerek, Gittiği yerlere sevgi kültürünü götürdü. Mazlum milletlerin umudu, Türk Milletinin ebedi önderi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün evlatları olan Bizler, bu değerlerle yola çıkıyoruz. İyi insanlar iyi bir Türkiye için bir araya gelecek ve 'TÜRKİYE İYİ OLACAK'.
İşte tüm bu özelliklerini yan yana getirdiğimizde İYİ Parti’nin  Atatürk’le barışık, milli ve manevi değerlere sahip çıkan, Cumhuriyet değerleri üzerinde kurulu, Türk Milliyetçiliğinin gerçek kalesi olarak Türk siyasetindeki yerini almış olduğunu düşünüyorum."

AHMET DAVUTOĞLU VE ALİ BABACAN...

Yeni kurulan Ahmet Davutoğlu'nun Gelecek Partisi ile Ali Babacan'ın parti kurma hareketini nasıl değerlendiriyorsunuz?

"Öncelikle şunu vurgulamak isterim, siyasette her an her şey değişebilir. Hiç ummadığınız bir parti şaşırtıcı bir ittifaka girebilir.  Önümüzdeki süreçte yaşanılacak gelişmeler yeni kurulmakta olan bu siyasi partilerin konumlarını bize daha iyi gösterecektir. Ancak genel bir bakış açısıyla benim bu konudaki düşüncelerim açık ve nettir. Bunu son yazdığım ‘Usta’nın Göremediği Siyasi Tuzak’ adlı kitabımda açıklamıştım. Şimdi de aynısı söylüyorum;

“Önümüzdeki günlerde Türkiye’de siyaset şekil değişebilir ki Abdullah Gül’ün ve Ahmet Davutoğlu’nun bu alandaki çalışmaları biliniyor. Yani AKP içinde bölünmeler yakın. Ancak bu demek değildir ki Türkiye’yi hedef almış küresel siyasi tehdit artık bitti. Böyle bir düşünce tarihi bir yanılgı olur çünkü biten bir şey yok. Süreç işliyor. Sadece kılıklar değişiyor, isimler değişiyor, hepsi bu. Bu da anlatmaya çalıştığım gidişatı örtüleyebilmek için.

Bugün AKP’de ortaya çıkan muhalif denilen isimler zaten bu küresel projeye paralel olarak aynı çatı altında bugüne kadar yürümüş isimler değil mi?  Gül’ün, Babacan’ın ve de Davutoğlu’nun ‘Usta’nın Irak ve Suriye politikalarına karşı çıktığını duydunuz mu hiç? Ya da Barzani’ye ya da Amerikalı BOP’a hiç karşı çıktılar mı? 

Diyeceğim o ki bugün muhalif olarak anlatılan bu isimler aslında AKP’nin siyasetini belirlemiş olan isimler. Yani muhaliflikleri 18 yıldır süregelen bu siyasete karşı olduklarından gelmiyor. Gidişatı görüp trenden inenleri başka bir istasyonda geri toplayabilmek için atılmış bir adım bu. Usta’nın tepki ve öfkesinin altında da bu yatıyor. Usta sert bir şekilde AKP’yi silkeliyor ve zaten ‘küskünüm’ deyip AKP’den ayrılacak olanlara Davutoğlu ve Babacan eliyle yeni bir kapı açılıyor. Ancak açılan bu kapılar hep aynı eve açıldığı için, AKP’de değişen bir şey olmuyor. Sadece millet akıl ve vicdanında güç kaybeden bu siyaset vitrin değiştiriyor, kılık değiştiriyor ve yeniden sahneye çıkmaya hazırlanıyor, hepsi bu."

"BAHÇELİ YANILMIŞIM DEYİP GİDEBİLİR"

"Öte yandan Bahçeli yönetimindeki MHP zaten kendi eliyle kilit parti özelliğini yitirdi. Şimdilik bu köklü partinin geçmişten gelen mirası yeniyor. Türk milliyetçileri, Ülkücüler takkenin altında yatan gerçeği kavradıklarında iş değişecek, değişecek ama medya öylesine kirli ki takke düşmüyor, temiz yürekler de asıl gerçeği bir anda göremiyor. Anlaşılan Bahçeli yönetimi kendini tüketinceye kadar bu durum sürecek gibi görünüyor. Bu arada MHP’de de  vitrin değişebilir. Bahçeli ‘yanılmışım, aldanmışım’ deyip gidebilir. Ama bu  MHP Yönetiminin Usta’nın koltuğu altından kaçıp kurtulacağı anlamına gelmez. Tıpkı Babacan, Davutoğlu misali değişen sadece vitrin olur.  

HDP’ye gelince o zaten küresel siyasi projenin bir ayağı. Eninde sonunda Fetö’nün siyasi ayağıyla buluşacak ve gerçeği görmeyen Kürt kardeşlerimizi peşinden sürüklemeye devam edecek, misyonu bu zaten. Belki bu AKP ile buluşması Osman Öcalan üzerinden sağlanabilir. Ya HDP teşkilatının başına getirilmesi ya da bu terörist için de yeni bir parti kurulması gündeme gelebilir. 

Bu noktada kardeşlerimizin bu sürüklenişten tek çıkış yolu, Türkiye’nin iktidarda olan bu siyasetini değişmesinden geçer ki cumhuriyet ve demokrasi temel değerleri üzerinde yükselecek bir siyasi iktidar yarım kalmış Atatürk devrimlerini hayata geçirmekle Kürt kardeşlerimizin tüm sorunlarını çözülebilir.

"KAYNAKLARIN YABANCILARA DEVREDİLMESİ ÜZERİNE İŞLETİLEN PROJEYE KARŞI ÇIKILMALI"

"Tüm bu anlattıklarım bir kehanet değil gidişattır, bir süreçtir ve hala işliyor. Türkiye bu siyaseti değiştirmelidir. Türkiye ‘etnik ve mezhepsel’ ayrımcılık, ekonomik ve insan kaynaklarının yabancılara devredilmesi temelinde işletilen bu küresel siyasi projeye karşı çıkmalıdır. Türkiye, Kürt kardeşlerimizin etnik kökeni üzerinde acımasızca yürüyerek kendine güç bulan bu siyasete ‘dur’ demesini bilmelidir. 

Şimdi önümüzde açılmış bir pencere var. İstanbul seçimi sonrasında Türkiye gelecek seçimlere ‘artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ sloganıyla yürüyor. Güçlü bir umut var şimdi. Bu kutlu yürüyüş dalga dalga büyüyerek Türkiye’ye karşı konumlanmış küresel projenin yörüngesinde hareket eden bu siyaseti değiştirebilecek bir güce erişebilir. İktidara gelebilir. Bu durumda artık, bütün iş  Fetö’nün bir parçası olduğu ve arkasında küresel güçlerle iç desteklerin yer aldığı bu proje sahiplerine karşı tavır almaya kalır ki Türkiye’nin bunu yapabilecek gücü vardır. Türkiye’nin sahip olduğu insan ve ekonomik kaynaklarının yanı sıra tarihi ve coğrafyasının teo-stratejik zenginlikleriyle ortaya çıkan gücü bu tavrı koyabilmeye yeter de artar bile. Bize düşen Atatürk Cumhuriyetinin temel değerleri üzerinde yükselen bir siyaseti alıp başımıza taç etmek ve iktidara taşımak olmalı.

Benim düşüncelerim işte böyle…  Ama başta dediğim gibi siyasette her an her şey değişebilir. Hiç ummadığınız bir parti şaşırtıcı bir ittifaka girebilir.  Önümüzdeki süreçte yaşanılacak gelişmeler yeni kurulmakta olan bu siyasi partilerin konumlarını bize daha iyi gösterecektir."

"MİLLİ MENFAATLERİ KORUYACAĞINA İNANMIYORUM"

Doğu Akdeniz’de yaşananlar için düşünceleriniz nelerdir?

"Türkiye Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerini ne pahasına olursa olsun korumalıdır.  Türkiye aynı zamanda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bu bölgedeki haklarını korumalı ve ulusal varlığını güçlendirmelidir. Doğrusu budur ancak tam 17 yıldır aldığı kararlar ve yaptığı uygulamalarla ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi(BOP)’ne hizmet eden bir duruma düşmüş AKP siyasetinin Türkiye’nin milli menfaatlerini koruyabileceğine artık inanmıyorum. En sade yaklaşımla Ege’deki adalarımızı Yunan işgaline terk eden bir siyasi anlayış nasıl olacak da Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki haklarını koruyabilecek? Benzer şekilde terör tehdidi var diyerek Suriye’deki Süleyman Şah türbesini ve Türk toprağını terk eden bir siyasi anlayış nasıl olacak da Türk’ün hak ve menfaatlerine sahip çıkabilecek?  İçimizin rahat olmadığı konulardan biri de budur. Eğer ki Türk Milleti sadece Doğu Akdeniz’de değil, her yerde Türkiye’nin ulusal çıkarlarını koruyabilmek istiyorsa, bu siyaseti değiştirmesini de bilmelidir."

Kasım Süleymani'nin öldürülmesi, İran'ın ABD üslerini vurması  ABD-İran savaşını başlatır mı? Türkiye'nin böyle bir savaşta konumu ne olmalı?

"Bence Türkiye’nin en önemli gündem maddesi bu olmalı. Çünkü ABD-İran meselesi bir anda ortaya çıkmış değil, bunun Türkiye’ye uzanan ayağı var. Bu iş ta 17/25 Aralık yolsuzluk operasyonlarına kadar uzanıyor. Bakmayın siz Zarrab diyerek, Ebru Gündeş diyerek, kaçak yalı diyerek işi magazinleştirip dikkat dağıtmaya çalışanlara. Onların kimi figüran kimi sahnenin dekoru ama asıl oyuncu İsrail. Ve asıl hedef Türkiye.

17/25 operasyonlarına yakından baktığınızda altında yatan neden açıktır. Daha geçenlerde tahliye edilip serbest bırakılan ve Türkiye’ye dönüşünde bizzat Damat Bakan Albayrak tarafından havalimanında ‘Hoş geldin kardeşim’ diyerek karşılanan Hakan Atilla/ Halkbank Davasına bakın. Orada her şey açık.  Mesele, ABD’nin İran’a karşı koyduğu yatırımların Reza Zarrab ve Halk Bankası aracılığıyla delinmiş olmasıdır."

"TÜRKİYE İSTESE DE İRAN'I DESTEKLEYEMEZ"

"ABD zaten bu yaptırımları kendisi için koymamıştı ki, İsrail’i koruyabilmek adına bu işe soyunmuştu. İran’ın nükleer silah üretim faaliyetlerini engellemek istiyordu. Hedefteki İran ise, İsrail’in bu coğrafyada kendi varlığına karşı gördüğü en ağır tehdit. Nükleer silah sahibi bir İran’ın İsrail’i yok edebileceği düşüncesi hep vardı. Şimdi de var.  Yani? Yani ’İran yaptırımlarını deldiniz’ iddiasıyla davayı açan Amerika olsa da, bu işten asıl rahatsız olan İsrail’dir, ABD’yi bu konuda harekete geçiren de İsrail.

Peki 17/25 operasyonu yapıldı, sonuçları ne oldu, derseniz…  En başta Türkiye’nin İran politikası değiştirildi ve İran’a yaptırım uygulanmaya başladı. Ama en önemlisi Reza Zarraf üzerinden, Halkbankası üzerinden, Erdoğan ve yakın çevresinin mal varlıkları üzerinden Türkiye’nin Ortadoğu politikası rehin alındı.  İşte görüyorsunuz dün Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD-İran krizine ilişkin olarak ‘ABD müttefik, İran komşu’ dedi. Ne demek bu ? Bu krizde Türkiye ABD’nin yanında yer alacak demek. Yani diyeceğim o ki  İran Devrim Muhafızları Süleymani’nin öldürülmesine giden süreç 17/25 Aralık operasyonlarıyla zaten hazırlanmıştı ve Türkiye’nin İran’a olası desteği önceden kesilmişti. Şimdi Türkiye ABD’ye karşı istese de İran’ı destekleyemez çünkü Halkbankası var, mal varlıkları var meselesi var.

Bugün yaşadığımız ise bir ABD-İran savaşı değildir. Ortadoğu’da İsrail’in varlığını ve bekasını koruyabilmek hatta garanti altına alabilmek için yıllardır işletilen sürecin bugünkü taşıdır. Burada asıl mesele ABD-İran arasında bir savaş çıkarmak meselesi değil, İran’ı örselemek ve zayıflatmak operasyonudur. İşin arkasında İsrail vardır ve izledikleri yol bellidir;  Suriye’de Esad rejimini devirip ya da seçimlerle değiştirip İsrail yanlısı bir hükümeti işbaşına getirmek. Böylece İran’ın Suriye ve Lübnan’daki varlığı yok etmek, Hizbullah’ın gücünü kırmak. İran yalnızlaştırıldıktan sonra ağır yaptırımlarla mevcut hükümetin direnişi kırmak, iç karışıklıkla devirmek.  İşte bu tabloda Süleymani suikastına bakıldığında ABD-İsrail’in bu süreci hızlandırmak istediği anlaşılıyor."

Türkiye bu krizde nasıl bir yol izlemeli?

"Bu kriz her hal ve şartta İran’ın zararına yol açacak, bundan sonra ABD’nin uygulayacağı yaptırımlarla İran belki de nefes alamaz bir hale düşürebilecektir. Tabi burada kilit ülke yine Türkiye. Türkiye’nin en azından bu haksız saldırıda İran’ı açıktan destekleyemez ise dahi kayıtsız şartsız ABD’nin yanında yer almaması lazım. Dengeli bir politika izlemesi lazım. Ama gel gör ki Zarraf varken Erdoğan siyaseti bunu nasıl yapabilecek o da ayrı bir konu.

Sonuç olarak ABD-İran krizi Türkiye için çok kritik bir öneme sahiptir. Çünkü 17/25 Aralık operasyonlarıyla Türkiye’nin dış politikası ABD tarafından rehin alınmıştır. Şimdi Türk Milleti adına karar alan Meclis ve Yüce Divan’ın oturup ‘Eğer ki bir ülkede bir cumhurbaşkanı kendisi ve yakın çevresinin eylemleri sonucu ABD kıskacına girerek bağımsız hareket edebilme yeteneğini kaybederse, hala görevde kalabilir mi, kalırsa da Türkiye’nin hak ve menfaatlerini koruyabilir mi sorusuna bir cevap araması ve bulması gerekiyor."