Erdoğan ‘Laiklikten korkmayın’ demişti

Recep Tayyip Erdoğan’ın 12-18 Eylül 2011’de Mısır’dan başlayan Kuzey Afrika ülkeleri turunda söylediği “Laiklikten korkmayın” sözünü arada hatırlatırım.

Açık konuşmalıyız. Kimseyi lâ yüsel görmemeliyiz. Hep doğrular söylenmez. Hatalar da söylenir.

Mustafa Kemal Atatürk, halkın din bağı üzerinden yürümüş, dinin asıl yolunu da yeri geldikçe anlatmıştır. İzmir’e giderken uğradığı Balıkesir’de, 6 Şubat 1923’te, Zağanos Paşa Camisi’ndeki hutbesi/nutku tarihîdir, öğreticidir. Maksadı net ortaya koyar.

Mustafa Kemal dinî kavramları bilir ve en koyu dindarın, en koyu tarikatçının dilinden de konuşurdu. Nutuk’ta, bir tarikatçı paşayla bolca dinî kavramların yer aldığı telgraflaşmasını, ben dinî meseleleri de derinliğinde bilirim havasını açık yazarak uzun uzun verir.

Mustafa Kemal, laikliğin dinsizlik olarak anlaşılacağını özellikle belirtmiş, kademeli de olsa yine de ne biliyor, ne düşünüyorsa onu yapmıştır.

Nutuk’un 1927 tarihli baskısından aldığım şu satırlar, yıllar yılı sürecek kavgaya da işaret etmiyor mu?

“Cumhuriyetin ilânından sonra da, yeni Teşkilât-ı Esasiye Kanunu yapılırken, (laik hükûmet) tabirinden dinsizlik manası çıkarmaya mütemâyil ve vesile-cû olanlara, fırsat vermemek maksadıyla, kanunun ikinci maddesini bî-mana kılan bir tabirin idhâline müsamaha olunmuştur.

Kanunun, gerek 2’nci ve gerek 26’ncı maddelerinde, zâid görünen ve yeni Türkiye Devleti’nin ve idare-i cumhuriyemizin asrî karakteriyle kābil-i te’lîf olmayan tabirât, inkılâp ve cumhuriyetin o zaman için beis görmediği tavizlerdir.

Millet, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’muzdan, bu zevâidi ilk münasip zamanda kaldırmalıdır!” (Nutuk, s. 511-512)

Burada maksat anlaşıldığı için uzun uzun tahlile girmeyeceğim. Başta her şeye hâkim görünüp “bildiğini” yapmanın ileride nasıl sancılar doğurduğunu çok açık gördük.

İnandırmak esastır. Ama o dönemlerde halka ne kadar ulaşılıyordu ve halk neyi ne kadar anlıyordu? Çok yerde halkın dinin esaslarından bile haberi yoktu. Şevket Süreyya Aydemir, “Suyu Arayan Adam”da Anadolu’dan gelmiş askerlerin basit dinî soruları bile cevaplandıramadıklarını açıkça yazmıştır.

Laiklik Türkiye’de dinsizlik telakki edilmiş ve halkın beynine de öyle yazılmıştır. Halkın beynine “dinsizlik” yazılmasının sebebi yine laik ülke olacağız, diyenlerin icraatı yüzünden. Tekke ve zaviyeleri birden kaldırıyorsun, Müslümanların dinî liderliği halifeliği kademeli de olsa siliyorsun. (Önce Şehzade Abdülmecit halife yapıldı, sonra düşürüldü.)

Keşke diyorsun, kesin hatlar çizilmese, birileri inatla halifeciliği canlandırmasa, tarikatçılığı din sanmasa...

Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’i söylememe gerek yok; biliyorsunuz. Onun Din ve Laiklik kitabını her seferinde hatırlatırım.

Din ve Laiklik’ten aktardığım şu satırlar bize çok şey anlatıyor:

“Dinî taassup, dindarların cahilleri tarafından, başka din, mezhep ve kanaat sahiplerine gösterilen cahilliktir. Siyasî taassup ise, bir şahsın hayat ve cemiyet hakkında kendi görüşlerini mutlak surette hak ve başkalarınınkini batıl telakki etmesinden ileri gelen cahilane bir düşmanlıktır. Siyasî taassup da hürriyetin düşmanıdır. Hatta belki daha kindar, daha zalim ve yıkıcıdır. Çünkü, dinî taassupta çok kere hasbîlik hâkim olduğu hâlde, siyasî taassupta hemen daima şahsî fayda his ve hırs hâkimdir. Siyasî taassup, omuzlara daha kuvvetle çökebilmek için bütün hareketlerini ‘mabede alkışlatmak’ isteyen politikanın hırçınlığı ve tecavüzüdür. Allah sevgisine, dayanan terbiyenin nasıl bir sağlam karakter yarattığını bilen istibdat adamları ve politikacıların sahtekârları, dindarlardan hiç hoşlanmazlar. Çünkü dindar, bükülmez ve her işarete baş sallamaz. Halbuki, Emil Faguef’in dediği gibi, ‘müstebitler ve sahtekârlar, etraflarında bükülmeyen insan istemez.’ Onlara, tokat yedikçe, köpek gibi yaltaklanan uysal, kaypak, şaklaban, emir kulu, dalkavuk insanlar lâzımdır. Müstebitler ve politika bezirgânları şayet, şahsî menfaatleri peşinde politikalarını yürütmek için dindarların hizmetine muhtaç olurlarsa, nerede dindar kisvesi altında yalancı ve ikiyüzlü varsa, onları arar ve bulurlar…”

Osmanlıcılarımıza, laikliği “dinle mücadele” anlayanlara hemen bir notu daha hatırlatacağım:

Osmanlı Türkiyesinde geniş çapta uygulanan ve Fatih Sultan Mehmet’in tahta geçmesi, yahut İstanbul’u almayı başarmasıyla gelişen bir çeşit lâisizm (yahut hiç bir dinî etki olmaksızın bütün reayanın adalet ve kanun önünde eşit ol­maları) yolundan, ondan aşağı yukarı yüzyıl sonra, Kanunî dönemi ortala­rında sapıldığı bilinmektedir.” (Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, C. II 1453-1559)

***

Recep Tayyip Erdoğan’ın laiklik vurgusunu niçin hatırlattım? (Yarın.)

Yazarın Diğer Yazıları