Eşitlik deyince!

“Eşitliğimizden fedakârlık yapılamaz! Rumların Kıbrıs’ta ne hakkı varsa, Kıbrıs Türkünde de olmasını istiyoruz”! Bizi temsil edenlerin söyledikleri bunlardır!
Kıbrıs meselesi bir açıdan da kelimeler üzerinde oynanan nazik bir oyundur. Bazı deyimler birey olarak kullanılmakta ise başka anlama gelir, devlet olarak kullanılıyorsa başka anlama gelir. Hristofyas ve ondan öncekiler Kıbrıs Türklerini bir azınlık olarak gördükleri için “eşitlik” kelimesini “yasalar altında eşitlik” olarak algılamakta ve bize  “hay hay, eşitliğinizi kabul ediyoruz” diyebilmektedirler. Bu “cömertliğin” gerçek anlamının “eşit egemenlik kabul edilemez” olduğunu takdir edebilenlerimiz azdır.
Halbuki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Başbakanı ve Bakanları için olduğu kadar Sn. Cumhurbaşkanımızın da kullanmaları gereken deyim “eşit egemenlik” tir. Çünkü onlar Devleti temsil etmektedirler ve görüşmelerde Devletten vazgeçme  hakları yoktur. Ne Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti meclisi ne de Türkiye kendilerine böyle bir yetki vermiş değillerdir.
“Rumların Kıbrıs’ta ne hakkı varsa, Kıbrıs Türkünün de olmasını istiyoruz”  deyimi de kulağa hoş gelmektedir. Halbuki bizim istediğimiz yıkılan bir ortaklıktan kurtardığımız Devletimizin kabûl edilmesi ve iki devlet arasında eşitliktir. Aksi takdirde Hristofyas’ın istediği de yasalar altında Rumların Ermenilerin, Maronitlerle Latinlerin hakları her ne ise Türklerin de haklarının aynen onlar olmasıdır, yani yasalar altında eşitliktir. O halde söylemlerimizde kulağa hoş gelecek deyimlerden vazgeçmeli ve herkesin anlayacağı şekilde konuşmalıyız. 1960 Antlaşmalarında her iki tarafın hakkı ve statüsü “kurucu ortak” olarak belirlenmişti. Şimdi biz iki HALK’tan biri olarak eşit egemenliğimize, kendi kaderimizi tayin hakkına sahip çıkmış bir taraf olarak  konuşmak mecburiyetindeyiz. Kriptik deyimlerle vakit geçirme zamanı arkada kalmıştır. Ortaklığı yıkmış fakat Türk ortağı yok edememiş olan Rum ortağın Güneyde devlet kurma hakkını biz tanıyoruz. Onların da, kendi icraatları ile ikiye böldükleri ortaklıkta Türk  ortağın kendi devletini kurma hakkını tanıması gerekmektedir. Kendi kendini Kıbrıs Hükümeti olarak takdim eden Rum tarafına söylenmesi gereken söz  “Kıbrıs Hükümeti olmadığı ve hiçbir zaman da olamayacağıdır!” Aksi takdirde bizi yasalar altında “Rumlar her ne ise, siz de o’sunuz” diyerek tuşa getirebilirler. İçinde bulunduğumuz şartlarda Türk tarafının açık kalplilikle kendi kırmızı çizgisini açıklamamasının nedenini anlamak mümkün değildir. Görüşmelerin başlaması için kabul edilmiş olan esasların veya temelin bizi devletimizden, eşit egemenliğimizden ve Türk Garantisinden uzaklaştırmayı öngören bir başlangıç noktası olduğunu görmemekte ısrarın nedenini anlamak da mümkün değildir. Devlete sahip çıkmak istenmiyor mu? İsteniyorsa gereken her şey ona göre yapılmalı, her adım ona göre atılmalıdır.
Rum tarafı Alman Heyetini kabul etmiyor “Ercan’dan geldikleri için!”  Böyle yapmakla gasbetmeğe çalıştığı Kıbrıs Cumhuriyetinin egemenlik hakkını koruyor. Biz  “KKTC’yi tanımıyorum” diyen AB heyetleri ile ballı börekli temas halindeyiz ve kendi kendimizi  “AB KKTC ile temas halindedir”  diye de kandırıyoruz. BM her altı ayda UNFICYP’in görev süresini “Kıbrıs Hükümetinin rizası üzerine” yeniliyor. Bu adaletsizliğe ve pişkinliğe halâ boyun eğiyoruz. Rum idaresi Fransa ile askeri anlaşma yapıyor; susuyoruz. Fransa “Kıbrıs’a” yani Rumların istemi üzerine Güneyde nükleer santral kuracak. Ses çıkarmıyoruz. Rum tarafından böyle bir santralın tehlikeleri gündeme getiriliyor, biz ise Fransa’ya “Kıbrıs meselesi halledilmeden Türkiye’den su getirmeyi reddeden Rum idaresi ile böyle bir anlaşma yapamazsınız” diyemiyoruz. Rum idaresi çeşitli ülkelerle Büyükelçi alış verişine devam ediyor, her defasında bu ülkelere “Büyükelçi gönderdiğiniz Kıbrıs sadece Güneydeki parçadır; Kıbrıs’ın tümü değildir” demiyoruz. Evet- Nereye gittiğimizi sormak hakkımızdır! QUO VADIS?

Yazarın Diğer Yazıları