Et fiyatları fırlayınca soluğu Özalp sınır kapısında aldım

İstanbul’da 1969 yılında küçükbaş olarak bildiğimiz koyun eti fiyatı bir hafta içinde 12 liradan, 19-20 liraya kadar fırlayınca, basın bu durumu manşete çıkardı. Dönemin Belediye Başkanı Dr. Fahri Atabey ve Vali Niyazi Akı’yı hedef alıp göreve davet eden ağır eleştiriler basının ana gündem konusu oldu.
Ankara’dan gelen haberlere göre, mesele Türkiye’den İran’a yapılan canlı hayvan kaçakçılığından kaynaklanmaktaydı.
Tercüman Gazetesinin sahibi Kemal Ilıcak, “Şemsi, yanına bir foto muhabiri arkadaşı al yarın, İran sınırına kadar gidin ve bu koyun kaçakçılığını yerinde inceleyip haberleştirin” dedi ve ekledi: “Eğer uçak varsa bugün bile atlayın gidin, bu işi diğer gazetelerden önce biz bitirelim...”   
Vali yardımcı oldu
Uçak biletlerimiz ayarlanınca foto muhabiri arkadaşım Yalçın Kılan’la birlikte yola çıktık. Van Valisi Mehmet Tosuner ile İstanbul’da Vali Muavini olduğu yıllardan tanışmaktaydım. Yola çıkmadan geleceğimizi ona bildirmiştim. Van’a gidince kendisini ziyaret edip durumu anlattım. İl Jandarma Komutanı’nı makamına davet etti. Bizleri tanıttı. Ayrıca Özalp Sınır Komutanına da telefon edildi yola çıktık.
Yanımızda İl Jandarma Komutan Vekili Yarbay Naci Akın ile Özalp Sınır Kapısı’na gittik.
Sınır diye tek ağaç olmayan bir otlak alanı. Tüm dikkatimiz burada toplandı ve ileride beyaz kireç badanalı temelinden çatısına kadar 15 briketle kaplanmış barakamsı, çatının üzeri çimento sıvalı içerisinde dört sandalye bir masa evrak kutusu, etajeri olan oturma makam odası, iki yatak odalı içinde ranza var bir de sobalı sınır kapısı makamı... Küçük pencerenin dışında demir boru üstünde dalgalanan şerefli bayrağımız...


Ne işaret ne tel örgü...
Sınır Komutanı Yarbay Selami Top ile tanıştırıldık. Yüzbaşı Ethem Şanlı, Üsteğmen Rıza Kalyon ve Teğmen Mehmet Alp ile de tanış olduk. Komutana buraya geliş sebebinmiz anlattım. Hiçbir sınır işareti olmayan alanı ve otlamak için sınır kapısının dibine kadar yanaşmış sürünün başındaki çocukları sordum. Komutanla aramızda şu konuşma geçti:
-Şimdilik her hangi bir işaret yok, karşısı İran toprağı ve orada bir karakol binaları da var biraz sonra ziyaret ederiz.
-Sınır diye tel örgü yok göremiyorum?
-Hiçbir işaret veya tel örgü yok. Bunu, göreve başladığımda sordum, ihale için çalışılıyormuş, böyle kaldı, bekliyoruz...
-İran sınırında da yok mu?
Komutan gülünce, maiyetindeki subaylar ve hatta nöbetçi erler bile güldüler. Komutan cevap verdi;
-Böylesi onların işine geliyor, her hangi bir hazırlıkları da yok.
-Sürüler neden sınıra yakın otluyorlar?
Komutanın derdini deşmiştim. Anlattı:
-Daha önce sürüler sınır kapısına 200 metre geride otluyorlardı. Sürü sahipleri beni, ‘hayvanlarımız açlıktan telef oluyor, komutan sürüyü sokmuyor’ diye Milletvekillerine şikâyet etmişler... CHP’li Milletvekilleri de bunu TBMM gündemine taşıyınca,  alınan bir kararla sürülerin sınır kapısına yayılıp otlamasının yolu açıldı. Komutan üzüntüsünü de şöyle açıkladı:
-Sınırda sadece bizde gaz ocaklı ışık var. Zifiri karanlıkta göz gözü görmeden, başlarında, cezai sorumluluğu olmayan çocuklar koyun sürüsünü sınırdan karşıya geçiriyor ve teslim ediyor. Sonra da sürüler kaçırılıyor diye bizleri sorumlu tutuyorlar. Emrimde bu kadar asker var. Gece devriye çıkarıldığında, kaçakçılar çapraz ateşe alıyorlar.
Suç ortağı fareler...
Sonra da bir sınır kapısındaki kaçakçılık olayını anlattı:
-Orada sınırımızın çizgisi boyunca adam boyu otlar vardır. Her sabah otlar kontrol edilir, bir vukuat var mı diye.. Otlar yere eğilmişse oradan kaçak olmuştur. Ancak kaçakçılar iz bırakmamak için bir yöntem keşfetmişler. Sürü geçtikten sonra eşek sırtına ters binmiş bir adam iki tarafındaki torbaya doldurduğu ekmek parçalarını yüksek otların dibine savuruyor, ardından da tarla fareleri hışır, hışır ekmek parçalarına saldırırlarken, yere yatmış uzun otlar da  dikleniyor... Devriyeler sabah denetiminde otların normal olduğu tekmilini veriyor ama sürü de böylece İran tarafına iz bırakmadan geçmiş oluyor.
Yarbay Selami Top, daha sonra bizleri İran sınır kapısına götürdü. Nöbetçi Yüzbaşı bizi Türkçe konuşarak karşıladı. İki katlı bir bina, makam salonunda lüks koltuklar, odalarda ranzalar ve hepsinin üzerinde şık battaniyeler, elektrik ocakları, soba...   Mutfağı bile var, odalar da konforlu. Makam odasında Şah Rıza Pehlevi ile Kraliçe Süreyya’nın renkli büyük resimleri asılı...        
İran sınır karakolu ile Türk sınır karakolu arasındaki bu fark ben ve foto muhabirim Yalçın’ın ciğerine oturdu gibi oldu. Yarbay Selami Top ile sarılıp vedalaşırken, üzüntülerini de diğer sınır kahramanları ile paylaştık.
İstanbul’a dönüşte hazırladığım röportajda koyun sürülerinin neden ve nasıl kaçırıldığını yazıp bu konuda tedsbir almayan devlet yetkililerini ağır bir dille suçladım. Çünkü milletin iki katı fiyatla et yemesinin baş sorumlusu sınır güvenliğini sağlayamayan devlet yetkilileriydi. Güç koşullarda görev yapan sınırdaki güvenlik güçlerimizin yapabileceği yoktu...

Yazarın Diğer Yazıları