Faizle Gelen Duraklama Kaçınılmaz Çöküşün Ertelenmesi mi?

Gitti mi bizim çektiğimiz 2 senenin çilesi boşa. Gitti mi bizim vergiler boşa. 4 defa ödenen ÖTV, onca salınan vergi ve boşa atılan rezervler… Şimşek’in devir aldığı rakam, faiz düşüşü değil resmen yükseliş eğiliminde.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) politika faizini 350 baz puan artırarak %46 seviyesine çekmesi, ekonomi yönetiminin enflasyonla mücadele konusunda kararlılığını ortaya koyan son derece sert bir adımdır. Ancak bu hamle sadece bir parasal sıkılaşma uygulaması değil, aynı zamanda ekonomide bir fren etkisi, hatta yapısal kırılmaların habercisi olabilir.

Faiz Artışı Neyi Amaçlıyor?

Merkez Bankası’nın gerekçesi net: Yüksek enflasyon ortamında talebi baskılamak, fiyatlar genel düzeyini dengelemek ve kur üzerindeki baskıyı azaltmak. Bu yönüyle bakıldığında faiz artışı, klasik iktisat kurallarına uygun bir anti-enflasyonist politika adımıdır. Ancak Türkiye gibi üretim yapısı ithalata dayalı, iç tasarruf oranı düşük ve döviz bağımlılığı yüksek bir ülkede bu tür adımların etkileri çok daha geniş yankı bulur.

Rezerv Gerçeği: Sert Kararın Arka Planı

350 baz puanlık faiz artışı, aynı zamanda TCMB rezervlerinin kritik seviyelere geldiğinin bir başka göstergesi olarak da yorumlanabilir. Swap hariç net rezervlerin uzun süredir negatif seyretmesi ve piyasaya döviz satışıyla yapılan müdahalelerin etkisiz kalması, Merkez Bankası’na TL’yi daha cazip hale getirecek ve sermaye girişini teşvik edecek daha sert adımlar atmaya zorladı. Ancak bu faiz artışı kısa vadede döviz talebini baskılasa da uzun vadeli yapısal sorunlara çözüm sunmuyor.

Faiz Artışı Sonrası Beklentiler

Bu seviyede bir faiz artışı ekonomik aktivite üzerinde anında etkiler yaratır. İlk etapta kredi faizleri yükselecek, TL cinsinden borçlanmak zorlaşacak. Bu durum, hem bireysel tüketicinin hem de reel sektörün borçlanma isteğini azaltacak.

Özellikle şu alanlarda baskı artacak:

• İnşaat Sektörü: Uzun vadeli kredilere bağımlı olan bu sektör, yüksek faiz ortamında yeni projeler üretmekte zorlanacak. Konut talebi daralacak, satışlar düşecek.

• Otomotiv ve Dayanıklı Tüketim: Tüketici kredilerindeki artış, bu sektörlerde ani bir yavaşlamaya neden olacak. Satın alma kararları ötelenebilir.

• KOBİ’ler: İşletme sermayesi ihtiyacını borçla karşılayan küçük ve orta ölçekli işletmelerin maliyetleri katlanacak, iflas riski büyüyebilir.

Bankacılık Sektörü ve Mevduat Faizleri

Bu faiz artışı, bankacılık sistemini de doğrudan etkiliyor. TL tutmak isteyen bankalar, artık mevduat sahiplerine çok daha yüksek faiz teklif etmek zorunda. Özellikle büyük montanlı ve kısa vadeli mevduatlarda %50’yi aşan brüt faiz oranları yaygınlaşmaya başladı bile. Bankalar için bu durum hem maliyet artışı hem de kâr marjlarının daralması anlamına geliyor.

Ayrıca, kur korumalı mevduatların cazibesi azalırken, klasik TL mevduatlar tekrar ön plana çıkıyor. Ancak bu süreçte yabancı para talebi tam anlamıyla ortadan kalkmış değil; dolarizasyonla mücadelede hâlâ ciddi zorluklar mevcut.

Dolarizasyona Karşı Faiz Silahı

Merkez Bankası’nın bu adımı aynı zamanda “dolarizasyondan uzak durun” mesajı içeriyor. Ancak toplumun geçmiş deneyimlerinden kaynaklanan güvensizlik, yüksek faiz karşısında bile TL’ye dönme konusunda tereddüt yaratıyor. Bu nedenle faiz artışı, ancak geçici bir çözüm olarak değerlendirilebilir. Temel sorun, enflasyonun kalıcı şekilde düşürülememesi ve para politikasının maliye politikasıyla desteklenmemesi.

Eleştiriler: Faiz Lobisi ve Geleceğin İpotek Altına Alınması

Bu adımın sertliği, ekonomide soğuma yaratmasının ötesinde uzun vadeli endişelere de neden oluyor. Yüksek faiz ortamı, kamu borçlanma maliyetlerini artırarak bütçeye daha büyük yük bindiriyor. Faiz giderleri 2025 yılının ilk çeyreğinde zaten %85 artış göstermişken, bu faiz seviyeleri kamu maliyesinde sürdürülemez bir tabloyu beraberinde getirebilir.

Bir diğer endişe ise, ekonominin gelecek 20-25 yılının yüksek faizli borç geri ödemelerine kurban edilme ihtimali. Üretken yatırımlar yerine borç servisine kaynak ayıran bir ekonomi, orta vadede büyüme ivmesini kaybeder ve sosyal dengeleri de bozulur.

Sonuç: Faiz Artışı Tedavi Değil, Semptom Yönetimi

350 baz puanlık faiz artışı, kısa vadede kur ve enflasyon üzerindeki baskıyı hafifletebilir. Ancak bu politika yapısal reformlarla desteklenmedikçe, sadece semptomları bastıran geçici bir çözüm olmaktan öteye gidemez. Türkiye ekonomisi yüksek faizle yaşamaya değil, düşük enflasyon ve üretken ekonomiyle istikrar kazanmaya ihtiyaç duymaktadır.

Aksi halde bu hamleler, yalnızca krizin gerçek yüzünü birkaç ay daha geciktirip, faturasını daha da ağırlaştıracaktır.

Yazarın Diğer Yazıları