Fikirde hür, taziyede robot!

Yazılı olmasa da kültürümüzün birçok kuralı vardır... Meselâ kavga kültürümüzün... Taziye geleneklerimizin... Düğünlerimizin... Hasta ziyaretlerimizin... Doğumların... Gurbetçiliğin... Misafirliğin... Hapisliğin... Bayramlaşmanın vs...
Kadim kavga kültürümüz bambaşkadır... Buna 'racon' da diyebiliriz... Tekrar temas edelim: Düşene vurulmaz, kalkması beklenir... İki kişi kavga ederse üçüncü kişi ayırır... Karısının ve çocuklarının yanında hasımla kavga edilmez... Üç-beş kişi bir adamı dövmez... Kadınla kavga edilmez... Arkadan habersizce saldırılmaz... Yaşça büyük olanın küçük biriyle kavga etmesi ayıp sayılır... 
Cenazelerin, hapisliklerin ve bayramların da farklı özellikleri vardır... Öfkeler, kızgınlıklar, dargınlıklar bir kenara bırakılır... Bu özellikler kültürümüzün kuşaktan kuşağa aktarılan ve yazılı olmayan unsurları... 
***
Ozan Arif öldü... Onun şiirleriyle büyüyenlerin, gölgesinde sanatçı olanların, yasaklı yıllarda kasetlerini çalanların, gür sesiyle coşanların bir kısmı taziye bile dileyemediler... 
Oysa Ozan Arif, yorgun düştüğümüzde sazıyla yetişmişti imdada... Etrafta kimsecikler kalmamışken direnme gücü katıyordu yüreklere... "Bu iş bitti" karamsarlığı yayanlara karşı dimdik duruyor, yeniden doğrulmak isteyen milliyetçilere "Ölmez bu hareket" inancını nakşediyordu... 
Ülkünün, ülküdaşlığın, arkadaşlığın, dostluğun hatırı kalmadıysa bile, yokluk ve çile yıllarında yürek yürek, yumruk yumruk, hançere hançere sebil edilen insanüstü gayretin bir taziyelik karşılığı olmalıydı... 
Sevindirici olan, ülkücülerin ezici oranda Ozan Arif'e sahip çıkmasıydı... Çünkü o bir nevi tarihlerinin parçasıydı... Hatıralarının ortağıydı... Uzun yol arkadaşıydı... Aileden biriydi... 
Herkes yapamadı bunu, işin üzücü olan tarafı buydu... Kurallar, raconlar, özellikler değiştikçe karakterler de değişiyordu çünkü... 
'Fikirde hür, taziyede robot'lar için zor işti Ozan Arif'e taziye vermek, açıktan rahmet dilemek!.. Yazık oldu, çok yazık... Taziye gibi son derece insanî, millî ve dinî bir kültürden mahrum hâle gelmek veya içinden geçtiği halde başka bir insandan korkarak yapamamak nasıl bir çürümüşlüğün sonucu olabilir? Katlanmak değil, düşünmek bile çok ağır bir yük...
***
Kendi başına düşünememek, efkârlanamamak ne kötü... Duygulanmak için başkasının duygulanmasını bekleyeceksiniz önce!..  
O gülerse, gülünmesi gerektiğini düşünüp siz de güleceksiniz!.. O üzülürse siz de üzülecek, kızarsa siz ondan bile çok kızacaksınız!.. 
Kendinize ait bir fikriniz olmayacak!.. Fikriniz olsa bile izin çıkıncaya kadar beyninizin içinde kalacak!.. O, fikrini serdedince siz de fikrinizin aslında öyle olduğunu fark edecek, ona göre davranacak, ondan sonra yazacak, çizecek, söyleyeceksiniz!.. 
Sanatçıysanız, sanatınız 'saray şairliği'nin ötesine geçmeyecek!.. Öyle kafanıza göre bağımsız bağımsız duygulanamayacaksınız bile!.. Bazen içinizden farklı şeyleri yapma isteği gelirse eğer, kendinizi bastıracaksınız, 'ne olur ne olmaz' putuna teslim olacaksınız, en azından sessiz kalmayı tercih edeceksiniz!.. 
***
"Ozan Arif'e hakkımı helâl etmiyorum" diyenlere fazlaca bozulmaya gerek yok... Onlar Allah'ın kendilerine verdiği 'helâlleşmeme yetkisi'ni kullanıyorlar ve açıktan bunu yaptıkları için çok da kızmamak lâzım... 
Ya sessizler? 'Ya iç sesimi başkası duyar da siyasî ikbalden olurum' korkusuyla kendisini bastıranlar? Üzülme hakkını bile başkasına ipotek edenler? Acizler, düşüncesizler, korkaklar, siyasî gelecek kaygısı vefa duygusundan fazla olanlar? 
Esas karakter tahribatı burada... Esas vurgun burada... Zulaya gizlenmiş esas raconsuzluk burada... Ölüme yürürken bile 'dik duruş' dersi veren Ozan Arif, kendi toprağa gömülmeden önce bu adi, bu racon bilmez, bu plastik karakteri teşhir etti ve gömdü... Hakk'a yürürken bile bu harekete hizmet etti...  
Allah rahmet eylesin, taksiratını affetsin, mekânı Cennet olsun... 
 

Yazarın Diğer Yazıları