Fırka belası…

"Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak" diye bir deyim var dilimizde. "Bir tehlikeden kaçmaya çalışırken daha büyük bir tehlikeyle karşılaşmak" anlamında kullanılır. Siyasî tarihimize baktığımızda "istemezük" ve "din elden gidiyor" çığırtkanlığından kurtulmaya çalışırken "fırka (parti) belası"na çattığımızı görüyoruz ki "doludan kaçarken kurşun yağmuruna tutulduk" desek bilmem fırkacılık/particilik yüzünden başımıza gelenleri özetlemiş olur muyuz?

II. Meşrutiyet'ten önce kurulan birtakım gizli-açık cemiyetleri saymazsak siyasî hayatımıza "fırka" 1908'den sonra girer. Mehmet Akif'in tespitiyle o yıllarda:

"Cemiyyete bir fırka dedik, tefrika çıktı//Sapsağlam iken milletin erkânını yıktı."

Devlet yönetiminde sorumluluk üstlenen ilk "fırka"mız "İttihat ve Terakkî Fırkası" olmuştur. Heyhat ki 10 yıllık İttihat ve Terakkî iktidarında koca bir imparatorluk elimizden kayıp gitmiş, yöneticileri de çil yavrusu gibi dağılmıştır.

İlk "fırka" tecrübemizin büyük bir felaketle sonuçlanmış olmasından mıdır yoksa "fırka" kelimesinin "tefrika"yı çağrıştırmasından mıdır bilinmez, "fırka" yerine sonraları "parti"yi kullanmaya başladık. Ama isim değişmekle zihniyet değişmiyor. İttihat-Terakkî zihniyetinin maalesef günümüze doğru artarak devam etmiş olduğunu görüyoruz.

100 yıllık partili hayatımıza baktığımızda siyasî partilerde gördüğümüz genel manzara şu:

1-Halka hizmet etmekten ziyade devleti ele geçirmeye çalışmak.

2-Rakiplerine düşman gözüyle bakmak.

3-Kutuplaştırıcı bir üslûp kullanmak.

4-Özellikle liderlerin bağırarak ve hakaret ederek konuşmaları.

5-Dinî ve siyasî fanatizmi körüklemek.

6- Liyakate değil, itaate önem vermek.

7-İntikamcılık.

8- Kayırmacılık.

9- Cepheleşme.

10-Bizden olsun çamurdan olsun anlayışı vs.

Partiler dün de bu ve benzeri hastalıklarla maluldü bugün de… Adam "parti"ye -hâşâ- din gözüyle bakıyor. Esasen 4 Halife'den üçünün siyasî suikast sonucu öldürülmesi de bu dînî ve siyasî fanatizm yüzünden olmuştur.

Meseleyi biraz abarttığımı düşünüyorsanız lütfen şöyle etrafınıza bir bakın, partilerin grup toplantılarında liderlerin yaptıkları konuşmaları ve takındıkları tavırları tarafsız bir gözle değerlendirmeye çalışın, eminim bana hak vereceksiniz. Asık surat, çatık kaş, avazı çıktığı kadar bağırma, rakiplerine ne kadar ağır hakaret edebilirse o kadar başarılı olacağını sanma ve bunları avuçları çatlarcasına alkışlamaya teşne kalabalıklar…

Evet, partiler demokratik hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Doğru, ama siyaseti bir ölüm kalım savaşı haline getirmeye de kimsenin hakkı yok. Millete hizmet etmek için bir araç olan siyaseti amaç haline getirir ve insanları kutuplaştırırsanız ülkeye hizmet değil, ihanet etmiş olursunuz.

Ülke -sanayi ürünlerini geçtik- niye gıda ürünlerini bile ithal eder hale düştü? Korona aşısı tedarik edebilmek için neden soydaşlarımıza işkence edenlerin himmetine muhtaç duruma geldik?

Soruların cevabı bence aşağıdaki hikâyede saklı:

1960 öncesinde köyde oturan CHP'li bir vatandaşımız, kasabaya gidecek olan arkadaşına "aspirin" sipariş etmek ister. Ama bir türlü "aspirin" kelimesini hatırlayamaz. Ve hatırlamaya çalıştıkça da "Tövbe kör şeytan, aklıma kötü kötü şeyler geliyor" der. Meğerse vatandaşımız "aspirin"i hatırlamak isterken gözünün önüne "aspirin" ambalajının üzerindeki "BAYER" kelimesi geliyormuş. "BAYER" de rakip parti DP'den Celâl BAYAR'ı çağrıştırdığı için "tövbe kör şeytan" diyormuş.

60-70 yıl önce yaşanan bu siyasî kutuplaşma manzarasını "100"le çarpın, bugünkü ayrışmanın boyutlarını elde edersiniz.

İşte fırkacılığın/particiliğin bizi getirdiği nokta… Enerjisini siyasî çekişmelerle tüketen bir ülkede ne bilimsel eğitim olur, ne sanayi, ne de ziraî üretim. Nitekim görüyoruz, olmuyor.

***

ACZİMİN GİRYESİ:

 

PARTİ

Parti, seçimden seçime akla gelmeli,

Herkes buna inanmalı, bunu bilmeli.

                                  (Li-müellifihî)

Yazarın Diğer Yazıları