Gamlı Filistin'den gam dağıtan kahvehaneye...

Aziz dostlarım, Osmanlı’nın yıkılışından beri özellikle Uzakdoğu’nun İslâm ülkeleri Malezya’da, Endonezya’da ve hatta Singapur’da Müslümanların atalarından öğrendikleri vecize gibi bir söz vardır:
 “Osmanlı gitti, dünyanın düzeni bitti...”
Evet, Osmanlı gitti gideli dünya ilâhî veçhesini kaybetti, sadece maddî yüzüyle kalakaldı. Madde ise, kemik paylaşımından, dolayısı it dalaşından başka bir şey değildir. Gönlü ve yüzü Rabbe dönük değilse, insanoğlu kardeşinin, hatta öz kardeşinin kuyusunu kazmak ve kanını emmekten geri kalmaz. Osmanlı yıkılalı beri olan biten, bundan başka bir şey değildir.
Sadece Filistin dramına ve Lübnan’daki can pazarına bakmamız, bu hakikati bütün yönleriyle görmemiz için yeter de artar bile. Bir zamanlar ’Osmanlı Barışı’ içinde yaşayan, asırlarca huzur ve sükûnu tadan o topraklar, şimdi felâketlerin üzerine çullandığı, insanların hayatlarından bezdirildiği kara ve kanlı diyarlara dönüştüler.
Oralara çullanan  “Siyonist - Haçlı İttifakı” , Türkiye’mize karşı da yıllarca Asala terör çetesini kullandı, son 25 - 30 yıldan beri de bölücü katiller çetesi PKK’yı saldırtıyor paçalarımıza... Adına  “Büyük Orta Doğu Projesi”  dedikleri, dünyanın son ve en büyük sömürme operasyonun hedefi, yine Osmanlı’nın bakiyesi olan topraklar ile Türklerin yaşadığı vatan parçaları... Bu sevilesi(!) projenin kilit sıfatıyla baş hedefi de Türkiye... Kudurttukları köpekleri üzerimize salıyorlar ve maalesef bize;  “Elinizdeki, obanızdaki taşları yerlere bağlayın ve dokunmayın, siyasî çözüm arayın”  telkinleriyle  “bölünmeyi”  dayatıyorlar. Bağrımızdan çıkıp sırtımıza saplanan şu sözde aydınlar,  “seviyesiz üst seviyeliler”  mi dediniz?..  “Uyu Uyu yat uyu, kemik yala ayakta uyu”  ninnisiyle, trans halinde, Batı uşaklığında yarışıyorlar.  Kimi  “eş başkanlık” la, kimi paçamıza daldırılanlar misali  “oş başkanlık” la övünmeye devam ediyor!..  

‘Kuşatma altında  Beyrut Günlüğü’
Kemal Kahraman,  “Kuşatma Altında Beyrut Günlüğü*”  başlığıyla Arap dünyasının şairlerinin bir tür ağıtlarını bir araya getirmiş. Bunlar öyle ağıtlar ki, içimizdeki hem Filistin yaramız depreşiyor, hem Lübnan acımız, hem de bütün bir Orta Doğu’nun çilesi katmerleniyor. Bu ne durmadan kanayan yara, bu ne dinmez acı, bu ne tükenmez çiledir Yarabbi!
Ülkemizde de yakından tanınan Mahmut Derviş’in şu mısraları bizim bu müşterek ıstırabımızı en çarpıcı bir şekilde özetlemiyor mu?  “Yürüyen Eğreti Sözler Arasında”  başlığını taşıyan bu haykırışları birlikte okuyalım:
 “Ey yürüyenler
  Eğreti sözcükler arasında!
  Sizden kılıç - bizden kan
  Sizden çelik ve ateş - bizden can
  Sizden yeni bir tank - bizden taş
  Sizden gaz bombası - bizden yağmur
  Bizim üstümüzde de aynı gök, aynı hava
  Kanımızdan alın hissenizi, çekin gidin
  Danslı, yemekli bir akşam partisine gidin
  Bize düşen korumaktır şehitler gülünü
  Bize düşen yaşamaktır dileğimizce”
Yine tanınmış şair Adonis’in  “Kan Rüyası”  adını taşıyan şiiri de Orta Doğu insanımızın hıçkırığını dışa vuruyor. Okurken yüreğimiz kat be kat yanıyor ve Cihan Devleti Osmanlı’mızı kaybettiğimize daha bir hayıflanıyoruz:
 “Rüya görüyorum:
  Bu benim sesim değil
  Sen işe yaramaz ceset
  Ben katledilen bir uygarlığın
  Akan kanı
  Ölüm ateşlerini tutuşturan
  Susuzluğunu gideren
  Ölüm ateşlerinin.”
Batılı’nın  “böl-parçala-yönet”  kahpeliğinin, hiçbir insanî gaye gütmeyen petrol paylaşma politikasının sonucu olan bu faciaları elimizdeki bu ağıt kitapla bir kere daha yakından görüyor, tadıyor ve hâlâ uyanıp da derlenip toparlanmadığımız için, içten içe kahroluyoruz.

‘Kahvehane Kültürü’
Elime aldığım bir başka eser sanki benim bu Orta Doğu hüznümü, Osmanlı’yı kaybetmiş olma acımı kötü bir şekilde teselli etti desem yanlış olmaz. Bu sınırsız hüzünler yüreğimi burkarken, Cengiz Yılmaz’ın  “Kahvehane Kültürü*”  kitabının sayfaları arasında gezinmeye başlayınca, kendimi derdini, gamını kahve köşelerinde dağıtmaya çalışan adamlar gibi hissettim.
Filistin, Beyrut ve Irak başta olmak üzere bütün Orta Doğu’yu, bizim o eski topraklarımızı alev alev yakan ve elimizdeki vatan parçasını dahi bölüp parçalamaya yeltenen Batı saldırganlığı karşısında acaba bizler teselliyi kahve köşelerinde mi aramalıyız? Elbette ki hayır... Ecdadımızın Kıraathane adını da verdiği kahvehaneler, okuma ve sohbet geleneğimizi yaşatan; geleceğimizi kurtarma ve torunlarımıza başları dik yaşayacakları bir devlet bırakma çarelerinin arandığı yerler olmalıdır.
 “Kahvehaneler, ilk kez İslâm dünyasında doğarken, aslında o zamana kadar eksikliği hissedilen, ancak ortaya bir türlü çıkamayan bir kurum olmuştur. Daha önceden insanlar, bir şekilde birlikte olmanın yollarını bulmuşlardı ve bu birliktelik, daha çok kutsal mekânlar yoluyla olmaktaydı. Ancak, dinî mekânların müdavimleri, buraların yapısı gereği, serbestçe hareket edememişler ve dinî alandan bağımsız bir kurumun / mekânın özlemini duymuşlardır. İmdada kahvehaneler yetişmiştir”  diyor genç araştırmacımız Cengiz Yıldız.
Kahvehanelerin ortaya çıkışları ve gelişimi hakkında da özetle şu bilgiyi veriyor:
 “16. yüzyıldan itibaren insanlığın kullanımına sunulan kahve, belli bir dönem sonra kendine özgü bir mekân meydana getirmiştir: Kahvehane. Kahve ve kahvehane, hiçbir içecek ve mekânda görülmeyen bir hızla yayılmış ve günümüze kadar gelmiştir.”
Eseri uzun emeklerle hazırlamış olan yazar, gerçekten takdire değer bilgiler derlemiş ve sunmuş. Kendisini bu çalışmasından dolayı yürekten tebrik ediyorum. O mekânların insanlar için gördüğü vazifeyi anlatırken şu tespitinin altını çizmek istiyorum:
 “İlk ortaya çıktıklarında, ’kahve içme mekânı’olarak gözüken kahvehaneler, aslında insanlardaki sohbet etme, dertleşme ihtiyacının karşılandığı kurumlar olmuştur. Uzun yıllar bu özellik devam etmiş ve yerine getirilen fonksiyonlar zamanla, tedrici olarak artmış veya değişim göstermiştir.”
Gam ve kasavetin paylaşıldığı o mekânların gerçek dostlukların kurulmasına ve acıların sevinçlere dönüştürülmesine vesile olmasını dilerken, içimizden hiç kimsenin atalarımızın irfanından doğan şu iğnelemelere muhatap olmamasını temenni ediyorum.
 “Kahvelerim pişti gel
  Cezvelerim taştı gel
  İyi günüm dostları
  Kötü günüm geçti gel”

(*),(**)İSTEME ADRESİ: Beyan Yayınları, (0212) 512 76 97, bilgi@beyanyayinlari.com

Yazarın Diğer Yazıları