Geleneksel kültürümüzde saz

Anadolu''nun binlerce yıllık sesi olan saz, halk müziğimizin kök hücresi, âşıklık geleneğinin kültürel hafızası, kültürümüzün parmak izi, özgün motifiyle en önemli kültürel değerlerimiz arasındadır. Türk insanı sevincini, hüznünü, acısını sürekli sazla dillendirmiştir. 

                Türk sazının tarihine bakıldığında 1500 yıl ötelere gidildiği artık saptanmış durumdadır. Moğol Arkeologlar 2008''de buldukları 1500 yıllık sazı Moğollar''ın Devekopuzu dedikleri çalgı zannetmişlerdir. Ancak üstünde runik yazıyla Türkçe sözler bulunduğunu fark eden Avrasya Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Karjavbay Sartkojauli Türk halklarının sazı olduğunu ve  Moğolistan''da bir mağarada bulunduğunu açıklamıştır. (Doç. Abdulvahap Kara, Hun Döneminden Günümüze Ulaşan 1500 Yıllık Saz, Hristiyanlığın Oluşumunda Türk Kültürünün Etkisi Türk Dillerinde Ortak Bilim Sözleri üzerine söyleşi Yeniden Ergenekon, 17.01.2012 ) 

                Bu sazın, Türk kültürü ve musiki tarihi açısından en onemli yanı sapında runik Türk yazısının olmasıdır. Bu yazıda "Hoş bir ezginin sesleri insanı mest eder" denilmektedir. Bu da Türklerin en eski devirlerden beri musikiye verdikleri önemi göstermektedir.

Yüzyıllardır süre gelen saz çalma geleneği Türk Tarihi kadar eskidir. İlk Türk sazı olan kopuzun bulunuşuyla ilgili anlatı şöyledir:  Halkın müziği hiç bilmediği, hiç ezgi-melodi duymadığı çok eski bir zamanda Kamber-Kam adlı bir avcı ağaçtan ağaca gerilmiş bir bağırsağın rüzgârın tesiri ile titreşip ses çıkardığını görür. Bu gerili olan bağırsak, ağacın tepesinde iken yaralanıp düştüğü sırada dala takılıp ölen bir maymunun bağırsağıdır. Çıkan ses Kambar''ın o kadar çok hoşuna gider ki bu sesleri verebilecek bir âlet yapmak ister.

Bu  bağırsağı alarak içi oyuk bir ağaç parçasının üzerine gerer, düzenler ve çalmaya başlar. İşte telli sazların ilki sayılan Kopuzun ortaya çıkışı böyledir.

Bağlamanın atası kopuzun da telinin bağırsak kurusu ve at kılı olduğu bilinir. Kopuz, parmaklarla tellere dokunulmak sureti ile çalınan bir sazdır. Büyük göçler sırasında ozanların elinde Anadolu''ya gelen kopuz 14. yüzyılda büyük bir evrim geçirmiş, fiziksel özellikleri, tınısı, ses rengi ve çalma tekniği köklü değişime uğramıştır. Ozanlar, Anadolu''da antik sazlardan  lir ve arp gibi telli sazları görünce bunların üzerindeki teli elindeki kopuza takmayı düşünmüş, kopuzun ana yapısını bozmadan elindeki alete tel takmıştır. 

Kopuzun sapına da perde bağlanmasıyla bağlama şekillenmeye başlamıştır. Tellerin yalnızca sayısı değil, niteliği de değişmiş, at kılı, hayvan bağırsağı ve ipekten üretilen tel yerine metal kullanılmaya, şelpe tekniği olarak bilinen parmakla çalınma yerine tezene ya da mızrapla çalınmaya başlanmıştır. Anadolu''da dut ağacı çok olduğundan teknesini duttan oyup biraz büyütmüş, tel uzun olduğundan kopuzun sapını da uzatıp yeni bir çalgı aleti oluşturmuştur. Kopuzunu elle çalmaya alışkın olan ozan elini tele dokundukça telin çıkardığı sese, titreyişe, sızlayışa bağlı olarak yeni oluşturduğu aletine yansıma sözcük olarak saz demiştir. Tel elini kestiği için sazını sert bir cisimle çalma gereği hasıl olmuş ve kiraz ağacının kabuğunu yontarak oluşturduğu aparata da tezene adını vermişlerdir.

                Anadolu''da bağlama, yörelerin folklorik özelliklerine bağlı kalınarak ''yöre tavrı'' içinde çalınır. Bu nedenle âşıklarda üslup tavır ve süslemeler, yöreden yöreye farklılıklar gösterir. Bu farklılıklar ağız farklılıklarının yanı sıra gelenek, görenek, inanç, yaşam tarzı ile de ilintili olup Antep, Adıyaman yöresinde Barak, Güney Anadolu''da Bozlak vb.. tarzların oluşmasına neden olmuştur.

Halk kendi çaldığı bağlamasını yörenin koşullarına göre tel ve perde sayısında oynayarak hem saz, hem ahenk çeşitlemesi yapmış, kendine göre bir düzen tutturmuştur.

Bilindiği gibi bağlamada ''akort etmek'' sözü yerine âşığın "Şu sazıma bir düzen ver / Teller de muradın alsın" deyişinde vurgulandığı gibi ''düzen vermek'' deyimi daha önemsenir. Adları yöreden yöreye değişen; Kara Düzen, Bağlama Düzeni, Müstezat Düzeni, Misket Düzeni, Acem Düzeni, Cura Düzeni, Köroğlu Düzeni, Türkmen Düzeni, Bozlak Düzeni gibi 20''den fazla düzen biçimi ortaya çıkmıştır. 

Anadolu''da saz adları sazın boyuna, telin sayısına, çalındığı düzene, yöreye ve mekâna göre verilir. Bozuk akorda göre verilen adken, şeştar tel sayısına göre verilen bir addır. Divan ve Meydan sazı ifadeleri ise sazın çalındığı mekâna göre verilmiş adlardandır.

                Seyranî''nin: "Saz çalmayan telin kadrin ne bilsin" dizesi  sazın önemini dile getiren çarpıcı deyişlerdendir.

Sazın Anadolu''daki ilk evrim basamağı cura olup ailenin en küçük ve en ince ses veren çalgısıdır. En büyük ve en kalın sese sahip olanı ise meydan sazıdır.       

Türk Halk Edebiyatı sazsız düşünülemez. Çünkü halkın hikâyelerinde, koşmalarında, türkülerinde ve yaşayışının her devresinde saz en önemli yeri tutar. Türk kültürünün bir parçası olan halk müziğinin günümüze taşınmasında saz önemli görevler üstlenmiştir. Yüzyıllardır süregelen saz çalma geleneği Türk tarihi kadar eskidir.

Dünyada tek başına çalınıp söylenebilen, saatlerce kendini dinlettiren saz, bir tek klavye üzerinde 35 ayrı akort yapılabilen dünyanın tek çalgısıdır. Âşık için her ne kadar duygu güzelliği ön planda gelse de, saz, âşıklık geleneğinin en önemli unsurudur. Âşıkların: 

Bir köşeye astım sazım / Teller gamlı ben gamlıyım

Ben gidersem sazım sen kal dünyada / Gizli sırlarımı âşikâr etme

biçimindeki deyişleri sazın âşık edebiyatındaki önemini  ve insan yaşamıyla ne denli kaynaştığını vurgulayan önemli söylemlerdir.  Âşıklara saz şairi denmesi de bundandır. 

Saz, âşık şiirinde cansız, ruhsuz bir eşya değil, âşıkla dertleşen, onun sırlarını bilen, gönlünden akıp gelenleri söylerken ona eşlik eden bir yoldaştır.

YARIN: Tarih boyunca kullanılan sazlardan bazıları

Yazarın Diğer Yazıları