Gerilim politikası...

Siyasî konulardan mümkün mertebe uzak durmaya çalışıyorum. Fakat özellikle iktidarın yaptığı haksızlıkları, gündemi değiştirmek için başlattığı gereksiz polemikleri gördükçe elim gicişiyor, bir şeyler yazmak mecburiyetinde hissediyorum kendimi.

15 yıldır ülkeyi AKP tek başına yönetiyor. Halk da gerekli desteği veriyor. O halde yapılması gereken; ülke meseleleriyle meşgul olmak, başta aş, iş, güvenlik ve adaleti sağlamak, muasır medeniyet seviyesine yükselebilmemiz için ne gerekiyorsa bir an önce gerçekleştirmek değil midir?.. Gel gör ki iktidar, sağa sola sataşmakla geçiriyor gününü... Ey filan, ey falan diye bağırmak sadece partililerin safları sıklaştırmasını yani milletin biraz daha kutuplaşmasını sağlar. İnsanlar kutuplaştıkça da fanatikleşir, düşünme melekesini kaybeder. Düşünmeyen, sorgulamayan, lider ne derse alkışlayan bir toplumu yönetmekten daha kolay ne olabilir? İktidar bunu çok iyi bildiği için her gün yeni gerginlikler icat ederek kalabalıkları mankurtlaştırmaktadır.  

Değil sanayi ülkesi olmak, bugün tarımda bile dışa bağımlı bir Türkiye'den bahsediyoruz. Her vesile ile eleştirdikleri geçmiş iktidarlar döneminde ülkemiz hiç olmazsa tarımda kendi kendine yeten 7 ülkeden biriydi. Şimdi Bulgaristan'dan saman, Romanya'dan sığır, Rusya'dan buğday ithal ediyoruz. Böyle giderse bu ithalat artarak devam edecek. Çünkü iktidarın üretmek diye bir derdi yok. Her şey iktidarda kalmaya endekslenmiş durumda.

Bakıyorsunuz iktidarın en tepesindekilerin gündemi Ana Muhalefet Partisi liderinin atleti. Adı üstünde cumhurun başı yani Cumhurbaşkanı, 39. muhtarlar toplantısında ülkenin muhtarlarına şöyle hitap ediyor ve alkış alıyor: "Sözde adalet yürüyüşü yapıyor birisi, arada sırada karavanda oturuyor, atletle bir yemek yiyor, bir gazete başlık atmış, vatandaş filanca. Bu benim vatandaşıma hakarettir. Benim vatandaşım, ana muhalefetin başında olacak, çağıracak gazeteciyi gel, benim fotoğrafımı çek, Atatürk'ü atletle görüp de resim çektirdiğine şahit oldun mu?"

Atletten gerekli siyasî çıkar elde edemezlerse bu defa, onlar masada yemek yiyor, biz yer sofrasında yiyoruz, onlar demir kaşıkla yiyor, halk ağaç kaşıkla. Adalet kurultayında içki içtiler... gibilerden ucuz polemiklerle vakit geçiriyorlar. Böyle akşamın hayır umulur mu sabahından?..

Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olurmuş. Tepedekiler böyle yapay gündemlerle gününü gün eder de aşağıdakiler boş durur mu? Onlar da yukarıdakilerin ağzına bakıyor, liderleri ne derse sözün nereye varacağını düşünmeden alkışlıyorlar. İçlerinden bir Allah'ın kulu çıkıp da "Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Başbakanım, bizi yanlış anlamayın, sizler için canımız feda, lakin Türkiye, eğitim kalitesinde 41 ülke arasında sonuncu sırada yer aldı. Bu niye böyle oluyor? Bizim neyimiz eksik?.. Suriyeli, Arakanlı Müslümanlara elbette yardım edeceğiz. Fakat niye hep Müslümanlar fakir ve mazlum? Gayrimüslimlerden ne eksiğimiz var?" diye sormuyor. Zira iktidarda itaat kültürü hâkim. Başbakan dememiş miydi "itaat et rahat et" diye?

Bütün bu gelişmeler bana Hristiyan dünyasının Orta Çağ'daki skolastik düşünce yapısını hatırlatıyor. Hani yıllarca atın kaç dişi olduğunu tartışmışlar, hiçbirinin aklına, atın ağzını açıp kaç dişi olduğunu saymak gelmemiş ya. O hesap, maalesef toplumumuzda bir körlük oluştu. Partililer hâdiselere parti gözlüğü ile bakıyor. Siyasî hayatımıza "lider ne derse doğru odur" anlayışı hâkim olmaya başladı. Böyle bir ortamda hak, hukuk, demokrasi, adalet olur mu?..

***

ACZİMİN GİRYESİ:

Batı, çalışarak eğitimle aydınlatıyor yolunu.

Doğu, elini kaptırmış cehle, kurtaramıyor kolunu. (Li-müellifihî)

Yazarın Diğer Yazıları