Gözetleniyoruz!

Geçtiğimiz günlerde Twitter' da profil oluşturup paylaşımlarda bulunmaya başlayınca, hukuk fakültesinin ilk yıllarında derste tartıştığımız "gözetim toplumu" konusu ve Foucault' un "Hapishanenin Doğuşu" kitabındaki şu cümleler aklıma geldi:

"Modern iktidar, çocuğu okulla, hastayı hastaneyle, deliyi tımarhaneyle, askeri orduyla, suçluyu hapishaneyle kuşatarak bireyselleştirmiş, kayıt altına almış, sayısal hale getirmiş, böylece egemen olmuştur. Her kişi bir yerde kayıtlı hale gelince, herkes denetim altında olacak, gözetim altında tutulacaktır."

Foucault, 1975'te bu kitabı yazarken evcil hayvanlara bile hesap oluşturulan bir sosyal medyanın var olacağını hayal dahi edememiştir tabi.

Gözetim toplumundan bahsedeceğim ve bu daha çok devletle ilişkilendirilen bir konu ama sosyal medyanın farklı bir boyutu daha var: Bireylerin birbirini gözetlemesi! Ve bu doğrultuda aşağıda bahsedeceğim her şey, sosyal medya içerisinde bireyler birbirlerini gözetlerken de geçerlilik arz ediyor.

TUİK' in 2016 istatistiğine göre internet kullanan bireylerin %82,4' ü sosyal medya kullanımı amacıyla internete giriyor. O yüzden sosyal medyanın bireyler üzerindeki etkileri ve bu mecrayı kullanımın ortaya çıkardığı sorunlar önemli.

***

Hocamız gözetim toplumunu anlatırken, benim sıramın üzerinde duran romanı işaret ederek, mesela dışardaki kameralar sayesinde sizin her gün elinizde hangi tür kitapla okula geldiğinizden, size dair bilgi edinilebilir demişti.

Tam da ben bunları hatırlamışken dün akşam 1995 yapımı "Seven" filmini izliyordum ki orda da aynı konu karşıma çıktı. FBI'in kütüphanede "Kavgam" gibi bazı kitapları fişlediği ve bu kitapları okuyanların da kayıt altına alındığı konusu işlendi. Film tabi. Ama gözetim toplumunda olmayacak şey değil.

Gözetim adı verilen kavram ve buna ilişkin tüm sorunlar 16-17.yy'da modernleşme ile birlikte başlamış, günümüze kadar gelmiş. Özel yaşamın gizliliğinin ihlaline yönelik de birçok tartışmanın başlamasına neden olmuş. Bununla birlikte özel yaşamın da sanayileşme ile kent yaşamına çekirdek aileler halinde geçişle, yani geniş aile yapısının terk edilmesiyle ortaya çıkan yeni bir kavram olduğunu belirtmek gerekir.

Foucault' un kitabında bahsettiği hapishane modeli "Panopticon" (görünen yer anlamına geliyor) aslında İngiliz faydacı düşünür J. Bentham'ın hapishane mimarisinin adı. Panopticon halka şeklinde bir binadır ve bu halkanın tam ortasında bir gözlem kulesi bulunur. Kuleden, halka bina üzerinde yer alan hücrelerin içerisi görünür, fakat bu hücrelerde yer alan mahkûmlar dışarısını göremez. Yani mahkûm, görülmekte ama görememektedir ve görülüp görülmediğini de bilmemektedir. Amaç, mahkûmlarda devamlı izlendikleri algısı yaratmaktır. Devamlı gözetim altında olduğunu bilen mahkûm zamanla kuledeki gardiyanın beklentileri doğrultusunda hareket etmeye başlar. Öyle ki kulede bir gardiyan olup olmadığı bile önem arz etmeyecek hale gelir. Bentham diyor ki, bu sistem şunu yaratır: Ne zaman gözetim altında olduğunu bilmeyen kişi, her hareketine dikkat edecektir.

Foucault ise, Panopticon tasarımını, modern devletin, hayatın bütün alanlarında uyguladığını söylüyor. Ve işte bu, gözetim olarak adlandırılıyor.

Panoptikon kavramının yerini sosyal medyada "Süper Panoptikon" alıyor. Sosyal ağlarda bireyler giderek gözetime gönüllü olarak katılıyor ve gözetlenmekten haz duyuyor. Hatta bireyler hareketlerini buna göre şekillendiriyor. Çok çalışkan gözükmek istiyorsa ofiste fotoğraf paylaşıyor, sosyal gözükmek istiyorsa popüler mekânlara gidiyor… "Çalışkan", "sosyal", "sporcu", "çok okuyan" veya "çok gezen"… Kendi sıfatını kendi belirliyor.

Facebook, Twitter, Instagram vb. sosyal ağlarda bireylerin özel hayatları giderek kamusallaşırken, mahremiyet algısı da giderek aşınıyor. Yani modern çağın getirisi olan mahremiyeti, post-modern çağ geri alıyor.

Türkiye'de yapılan bir araştırma facebook kullanıcılarının %60'ının mahremiyet endişesi yaşadığını ancak buna rağmen paylaşımlarda bulunmaya devam ettiği sonucuna varmış.

Bunda sanırım gözetlenmeye alışkın bir toplum olmamızın etkisi de var. Nitekim son zamanlarda Süper-Panopticon kavramının içinde şu da tartışılıyor: Gözlendiğimizi biliyoruz ama acaba ne kadar gözleniyoruz. Türkiye' de bunun en dikkat çeken örneği telefon dinlemeleri. Herhangi bir devlet kurumu ile bağlantısı olmamasından dolayı bu örneği veriyorum, bir bakkal dahi telefonunun dinlendiğini düşünerek devlet gündemindeki konulara dair eleştirilerini telefonda yapmıyor!

Bu durumları Foucoult şöyle değerlendiriyor: Herkes dinlense de dinlenmese de bu konuda bir tedirginlik yaşıyorsa kendi konuşmalarını ve hareketlerini, izlendiğini veya dinlendiğini düşünerek frenliyorsa; zaten o hakka müdahale edilmesine gerek yok, çünkü bu şekilde kısıtlanan hak, müdahale edilmese bile ortadan kalkmış olacaktır.

Tam bu noktada bir kitap önerisi yapmak istiyorum: "Tapeden Kodese". Lokman Dağ ve Savaş Akın tarafından yazılan bu kitap, gerçekte yaşanan telefon dinleme olaylarına mizahi bir bakış getiriyor. Telefonunun dinlenmesine önlem almak için telefonda kısık sesle veya yabancı dilde konuşanlar, tamamen yanlış anlaşılan konuşmalar tam bir durum komedisi ortaya çıkarmış. Yazıma da bu kitaptan bir telefon konuşması kaydı ile son veriyorum:

"- Alo abi senin telefonun dinleniyor mu?

- Neden sordun?

- Senle önemli bir şey konuşacağım.

- Olabilir. Dinlendiğinden şüpheleniyorum.

- O zaman kapat ben seni arayayım..."

Yazarın Diğer Yazıları