Gülecekken ağlıyorum. Ne umduk, ne bulduk.

Sevgili okurlarım, geçirdiğimiz hafta ulusumuzun ulu günü-yeni gün Nevruz’u kutladık. Yeni yılın bereketli, iyilik ve güzeliklerle dolu barış içinde, huzurlu geçmesi için dileklerde bulunduk.  “Tabiatın yeniden dirilişi”  olduğu için de, halkımızın ortak bayramı olarak kutladık.
21 Mart Cuma günü, Azeri Toplumu Aksakallar Derneği (ATA-DER)in, Büyükçekmece’nin Halkalı meydanında tertiplediği Barış-Sevgi-Kardeşlik toplantısı Nevruz Bayramına gittik. Annelerimizin, elemeği ikramlarının yarım asırdır göremediğimiz güzellikleriyle, buluştuk.
22 Mart Cumartesi günü saat 11.00’de, Topkapı Surları içindeki Kazakistan Kültür Evi’nin açılışında ve Konsolosumuz Ebutalip Beyin Nevruz Bayramı kutlamalarında olduk. Dünyadaki yatırımın yeni merkezi, kardeş Kazakistan’ımızla Türkiye’mizin her geçen gün artan ilişkileri hakkında bilgilendirildik.
Aynı gün öğleden sonra da, bizleri hasretini çektiğimiz Turan Dünyası ile yirmi yıl önce kucaklaştıran, sağlıklı yaşantısının devamını gönülden dilediğimiz büyük Türkçü Prof. Turan Yazgan Hocamızın, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın Süleymaniye Külliyesindeki, aynı amaçlı büyük toplantısında buluştuk. Her yaştaki kadın-erkek Türk Milliyetçisi dostlarla kucaklaştık. Nevruz ateşinden atladık, örsde çekiçle demir dövdük, seçkin ses sanatkârlarımızı ve yeri doldurulmayacak Bünyamin Aksungur’umuzu ve kızı Kırgız’ımızı dinledik, Türkistan pilavı yedik.
Dede Korkut’u örnek alarak;  “Hey oğul! Sen sen ol, el sözüyle yola çıkma... El sözüyle yola çıkan, el yolunda yorulur. Can oğul! El elini tutanın eli zayıf düşer... Birlik, elele vererek olur. Doğrudur. Ama elin eline el verenin birliği de bozulur. Hey oğul! El atına binen tez iner, elin atı nankör olur. Sen zalimin sesine kulak asmadın, zalimle bir olmadın. Sen Ana Türk’lerinle, Ata Türk’lerinle bir oldun. Yürekli Oğul! El olma, elin olma, elden olma. El olan, elin olan, elini de-kolunu da-Vatanını-Bayrağını-Devletini de kaybeder”  Ata sözlerini de, ben  “bariton”  dedikleri kalın sesimle okudum. Ve yabancı hayranı milliyetsizlere cevap vermek istedim.
Sayın okurlarım, yazımın başında sizlere ancak hafta içinde yaşadığım kültür güzelliklerimizin bir bölümünden söz ettim. Yazı başlığımdaki, gülecekken ağladığımdan, umduklarımdan beklentilerimden ve ulaşabildiklerimden söz etmedim.
Halbuki seksen yıllık mücadeleli yaşantımda, toplumumuza hiç yakıştıramayacağım olaylar birikimi içinde en karanlık en umudsuz ve en kötü günleri yaşıyor ve umut kapılarımın da kilitli olduğunu görerek, son günlerde gülecekken ağlıyorum.
Her aileden şehitler vererek, denize döktüğümüz Avrupalı düşmanlardan kurtulduktan sonra kurduğumuz genç Cumhuriyetimizin, Osmanlı borçlarının tamamını ödemiş, memleketi demir ağlarla örmüş, on yılda onbeş milyon genç yaratmış, yerli malı kullanıp para ve kaynak biriktirmiş, borçsuz ve dertsiz haysiyetli devlet olmuştuk. Ve yetmiş yılda nereden nereye geldiğimizle övünür duruma gelmiştik.
Fakat otuz-kırk yıldır, devlet yönetimimiz tedricen emperyalistlerin tuzağına düşmüş, kökünden, milli değer ve görüşlerinden ayrılmış, üretken köy hayatından tüketen şehir hayatına dönmüş, israf ekonomisinin esiri olmuştur. Yabancı kültür ve eğitim yandaşı olup aile-mahalle ve toplumumuz da kötülüğe koşan duruma düşmüştür. Töresinden habersiz gençlik ve israf ekonomisinin esiri aile yapısından şikayetçi muhafazakâr yapımız, her geçen gün milli özelliklerini yitirmiş ve nemelazımcılık, toplumumuzun ana özelliği haline gelmiştir. Giderek artan zafiyetlerimiz siyasi irademize de intikal etmiş ve her geçen gün siyasi kuruluşlarımızın yönetimindeki yetersizlikler belirginlik kazanmıştır.
Onbeş yıl önce dağılan Sovyetler Birliğinden sonra ortaya çıkan kaynak zengini beş Türk Cumhuriyetini değerlendirme kültüründen nasipsiz yöneticilerimiz  “Türk Birliği”  yerine Hıristiyanların  “Avrupa Birliği” peşinde koşmuşlar ve emperyalistlerin yardımcısı olarak  “Büyük Ortadoğu Projesi” nin eşbaşkanlığına soyunmuşlardır.
İktidara gelen siyasi kuruluşlar, Devletin kuruluş ilkelerine karşı uygulama teşebbüsünde bulunurlarsa, rejimi korumakla görevli milli kuruluşlar harekete geçmeğe mecburdur. Yargıtay’ımız da bu görevini yerine getirmiştir.
Tanrı Türk’ü Korusun.

Yazarın Diğer Yazıları