Güven toplumu...

1989 yılından bu yana, 14-20 Nisan arası "Kutlu Doğum Haftası" olarak kutlanmaktadır. Her yıl "Hz. Peygamberimiz ve Birlikte Yaşama Ahlâkı", "Hz. Peygamber, Din ve Samimiyet", "Hz. Pegamber ve İnsan Onuru" gibi farklı konular tespit edilerek söz konusu mevzular çerçevesinde Peygamberimizin doğum yıl dönümü etkinlikleri düzenlenmektedir. Bu yılki "Kutlu Doğum Haftası"nın ana teması da "Hz. Peygamber ve Güven Toplumu" olarak belirlenmiş... İnsanların -hatta aile bireylerinin- birbirlerine güvenmez olduğu bir ortamda, daha Peygamber olmadan önce "emîn" (güvenilir) sıfatıyla (Muhammedü'l-emîn) anılan bir Peygamberin ümmeti olarak niçin bu durumlara düştüğümüzü sorgulamak elbette faydalı olacaktır.

Biz biliyoruz ki Hz. Peygamberimiz daha 35 yaşında iken (40 yaşında Peygamber oldu) "hacerü'l-esved"in yerleştirilmesi sırasında, kabileler ihtilafa düşünce hakemlik yapmış ve "hacerü'lesved"i bir bezin üzerine koyarak her kabileden bir temsilcinin bezin ucundan tutup "hacerü'l-esved"i yerine koymalarını sağlamış, böylece kabilelerin birbirleri ile kavga etmelerini önlemişti.

Görüldüğü gibi "emîn"lik her şeyden önce tarafsızlık işidir. Nitekim Peygamberimiz, felan kabile daha kalabalık, filan kabile Kâbe'nin onarımında daha fazla çalıştı veya şu kabile daha dindar, "hacerü'l-esved"i yerine koyma şerefi onun hakkı vs. diyerek taraf olmamış, herkesi kucaklayıcı bir tavır takınmıştır. Hz. Peygamberimize, dostunun da düşmanının da güven duymasının temelinde yatan gerçek budur.

Diğer taraftan, Peygamberimizin şu sözü "Müslüman" olmanın alametlerinden birinin de "güvenilirlik" olduğunu açıkça göstermektedir:

"Müslümün, elinden ve dilinden Müslümanların emin olduğu kimsedir."

Büyük Türk şari Fuzûlî bakın bu hadis-i şerifi nasıl nazma çekmiştir:

"Müslim oldur ki ehl-i âlem ile//Sıdk ola kavli hayr ola ameli//Zararın görmeye müselmânlar//Ola pâkîze hem dili hem eli."

Bu yazıyı 16 Nisan Pazar günü yazıyorum. Az önce vatandaşlık görevimi yerine getirmek için sandığa gittim. Orada gördüğüm manzara, toplum olarak nasıl bir güven bunalımı içinde olduğumuzun göstergesiydi âdetâ... Oy vermeye gelen insanların -istisnasız- suratları bir karış idi. Birbirine selam veren hiçbir fert görmedim. Sanki herkes birbirinin ölüm fermanını imzalamaya gelmiş... Sonra öğle namazı için câmiye gittim, aynı soğukluğu orada da hissettim.

Bırakalım toplumun genelini, câmi cemaati birbirine güvenemiyorsa hatta imam müezzinden, müezzin imamdan kuşku duyuyorsa "güven toplumu" nasıl inşa edilecek?

Sözlerimi biraz abartılı bulanlara şöyle basit bir soru yöneltmek istiyorum:

Yakın tarihlerde bir tanıdığınızdan hiç borç para istediniz mi? Yahut bir akrabanıza borç para verdiniz mi? Oysa eskiden bizim kültürümüzde borç verme, borç alma diye güzel bir gelenek vardı. Hatta bazen bu borç, vade bile tayin edilmeden verilir ve buna da "karz-ı hasen" denilirdi. Yani insanlar birbirlerine güvenirler, yardım ederlerdi. Ya şimdi?..

Bu ve benzeri nice güzel âdetlerimiz bir bir ortadan kalktı. Allah'ın selamı bile takas usûlü verilip alınır oldu. Bu şartlar altında "güven toplumu" bana biraz uzak görünüyor.

Son söz:

"İyilikte takas olmaz ey Müslüman uyan//Hasbîliktir insanı birbirine bağlayan."

Yazarın Diğer Yazıları