Güvenlik ve adâlet kime emanetti?

2010'ların ilk yarısında iktidar partisi yetkilileri, başta MHP olmak üzere muhalefet partilerine şöyle yükleniyordu:

"Biz her yerde varız… Siz Sivas'ın ötesine geçemiyorsunuz… Hakkari'de miting yapın da görelim…"

Bunu dillendiren irade, devleti yönetiyordu ve muhalefetin can güvenliğinden de sorumluydu… 'Hava basma' aracı kullanılan bu yöntem, aslında bir 'itiraf'tı… Çünkü bir muhalefet partisinin Hakkari'de miting yapamıyor oluşu da ülkenin güvenliğinden sorumlu Başbakan'ı endişelendirmeli, üzmeliydi... Ama hiç de öyle olmamıştı maalesef…

Bir başka örnek 2014'ün Kasım ayında gerçekleşti…  Dönemin Başbakanı, MHP Genel Başkanı Bahçeli'ye kendi grup toplantısından şöyle sesleniyordu: "Meydan okuyorum… Cesaretin varsa Tunceli'ye gidersin!.."

Sonrasında Bahçeli, Tunceli'ye gitti gitmesine de, mesele o değildi… Mesele, bütün bir ülkede seyahat etme özgürlüğünü sağlaması ve herkesin can güvenliğini koruması gereken iktidarın, ülkenin belli bir bölgesini 'başkaları için güvensiz' alan ilân etmesi, bu farkla övünüyor olmasıydı…

Topraklarımızın her bir metrekaresinde kamu otoritesini koruması gerekenlerin, ülkenin belli bir bölgesini zihinlerde ayrı bir konuma oturtması, muhalefet için farklı bir fiili durum meydana getirmesi, kabul edilebilir bir şey değildi… Üniter devlet, kâğıt üzerinde ortadan kalkmış olmasa bile muhalefet adına fiilen bitmişti de kimsenin haberi mi olmamıştı?

***

Devleti devlet gibi değil de parti yönetir gibi yönetmenin doğal sonucuydu bunlar!.. Çünkü devlet aklı, 'Sivas'ın ötesi/berisi' gibi bir psikolojik sınır çizme sorumsuzluğunu gösteremezdi…

Oysa neler gördük değil mi? Diğer bütün partileri 'bölge partisi' olarak gösterirken kendisini 'Türkiye'nin partisi' olarak niteleyen iktidar partisi, çözüm sürecinden çok önce, 'Kurban olam ayına yıldızına' başlıklı bir bayram kutlaması yapmıştı…

Söz konusu afişlerde, Türk bayrağı zemin olarak kullanılmış, sol köşeye Genel Başkan yerleştirilmiş, ortaya  'Kurban olam ayına yıldızına'  ifadesi konmuş, sağ alta da 'AK Parti' imzası atılmıştı... Bütün panolar bu afişle doldurulmuştu ama Gaziantep'e kadar!.. Gaziantep'ten sonrasında 'ayına yıldızına kurban olunacak' bayraklı afişler yoktu panolarda... 'Türkiye'nin partisi' 'Sivas'ın ötesi'ndeki büyük bir bölümü ıska geçmişti... Buna Tunceli de dâhildi...

***

Ülkenin belli bir bölümünde, muhalefetin siyaset yapamamasıyla, can güvenliği olmamasıyla dalga geçmek, bir iktidar eksiğiydi hiç şüphesiz…

Benzer çifte standartlar daha sonra da yaşandı… Meselâ, Gezi protestoları, başlangıcındaki amacından taşmıştı… Sahaya giren 'az kullanılmış ikinci el teröristler' o sahayı zehirlediler… Masumla provokatör, hak arayanla terörist birbirine karıştı… Sözde Kemalistle PKK'lı aynı kadraja girdi… Lice'de karakol yapımına karşı çıkan ve inşaatı basmaya gidenlerden Medeni Yıldırım bile 'devletin katlettiği' olarak sunuldu…

At izinin it izine karışması tam da burada gerçekleşti… Gezi 'kalkışma' damgası yiyerek başlangıç anlamını yitirdi… Masum eylemleri kirletmeye yarayan 'mobil teröristler' burada da iyi iş gördü!.. İktidar, masumların içinden teröristleri ayıklamak ve cezalandırmaktan daha çok, onlar üzerinden Gezi'yi damgalamayı tercih etti…

Benzer durum, rektör atanmasına karşı çıkan Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin eylemlerinde kendisini gösterdi… Hazır eylem görünce marjinal grup ve terör örgütleri fırsatı kaçırmadılar… Bunlara 'nöbetçi militanlar' eklenince yine aynı ağıza yol verilmiş oldu: "Bu eylemler terörist işi…"

Devleti yönetenler şunu bilmek zorundalar: Kişi, örgüt veya partileri, kürsülerden 'terörist' ilân etmekle görevinizi yapmış olmuyorsunuz… Terörist varsa ayıklamak, suç ve suçlu varsa, adaleti işletmek ve sonuçlarını hayata geçirmek mecburiyetindesiniz… Buna parti kapatmak da dâhil… Aksi halde, bunlar sadece 'kürsülerle sınırlı siyasî kampanya' olarak kalıyor… Vatandaşta olması gereken 'güvenlik ve adâlet' duygusunu kemiriyor…

Yazarın Diğer Yazıları