Hakkı Öznur: Darbelerin panzehiri tam demokrasi

Hakkı Öznur: Darbelerin panzehiri tam demokrasi
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun yol ve dava arkadaşı, Ülkücü hareketin kanaat önderlerinden, araştırmacı–yazar Hakkı Öznur, Ramazan Bayramı dolayısıyla ilgili bir mesaj yayınlamıştır.

Mesajında birlik, beraberlik, kardeşlik vurgusu yapmış, gündemde olan bazı konularla ilgili açıklamalarda bulunmuştur.

Öznur açıklamasında, milletimizi derinden üzen İzmir’deki skandal provokasyonlara, devam eden ‘darbe’ tartışmalarına da değinmiştir. Öznur, “Ezan, Kur’an, cami, bayrak, vatan, millet, devlet, İstiklal Marşı kırmızı çizgimizdir” demiştir. Yine açıklamasında, “darbelerin panzehiri tam demokrasi” demiştir. Darbeleri, darbecileri, darbelere destek veren odakları lanetlemiş, “tahriklere kapılmayalım, provokasyonlara gelmeyelim” uyarısında bulunmuştur. NATO merkezli Gladyo’nun ülkemiz üzerindeki kirli ve karanlık oyunlarına dikkat çekmiştir. Hakkı Öznur’un yayınladığı açıklamanın tam metni:

EZAN, KUR’AN, CAMİ, BAYRAK, VATAN, MİLLET, DEVLET, İSTİKLAL MARŞI KIRMIZI ÇİZGİLERİMİZDİR

İzmir’de merkezi sistemle ezan okunan bazı camilerin frekanslarına giren, merkezi sisteminin telsiz frekansının şifresini kıran bu alçaklar, bu provokatörler birçok caminin hoparlörlerinden İtalyan partizanlarının, sosyalistlerinin şarkısı Çav Bella'yı çalmışlardır.

Cami hoparlörlerinde ‘Çav Bella’ şarkısının ardından sözleri Aşık Mahsuni Şerif’e ait, Selda Bağcan’ın seslendirdiği “Yuh Yuh” şarkısının çalınması, provokasyonların devamıdır.

Son anlarını yaşadığımız rahmet günlerinde, minarelerden iki gün üst üste şarkı çalınması tam bir provokasyondur. Kışkırtıcı ajan–provokatörler mutlaka bulunmalı ve provokasyonların arkasındaki karanlık odaklar ortaya çıkarılmalıdır.

Mübarek Ramazan ayının sonunda milletçe bayrama hazırlanırken, bu yapılan alçaklıklar hepimizi derinden üzmüştür. Milletçe en fazla birlik beraberlik içinde olmamız gereken günlerde, toplumu birbirine düşürmeye, kutuplaştırmaya, cepheleştirmeye, çatıştırmaya yönelik bu alçakça provokasyonlara toplumun bütün kesimleri en sert tepkiyi   göstermek zorundadır.

Özellikle ajan-provokatörlerin bu mübarek günlerde bu işe tevessül etmeleri, niyetlerini açıkça ortaya koyuyor. Hedefleri aziz milletimizin dirliğini, birliğini, kardeşliğini bozmaktır.

Türk yurdunda ezanlar susturulamaz. Cami minarelerinden müzik yayını yapılması, kızıl marşın çalınması ahlaksızlıktır, terbiyesizliktir, saygısızlıktır, şerefsizliktir.

Bu ülkede ezan sesinden, sela sesinden rahatsızlık duyan güruha milletimiz ve özellikle ezan, bayrak, vatan, konusunda hassas olan sağduyulu İzmirli vatandaşlarımız hak ettikleri tepkiyi verecektir.

Bu aziz milletin kırmızı çizgisi ezandır, Kur’an’dır, bayraktır, vatandır. Ezan, Kur’an, cami bizim kırmızı çizgilerimizdir. Ezan, bağımsızlığımızın, istiklalimizin ayrılmaz simgesidir. Ezan, dünyanın her yerinden mazlumların tek silahı, manevî çivisi ve tüm Müslümanların kırmızı çizgisidir.

Ezan susmaz, bayrak inmez! Camilerimize yapılan saldırıları lanetliyoruz.  Bu çirkin, alçak saldırılar asla kabul edilemez. Mübarek Ramazan ayında Müslümanları derinden yaralayan, bu planlı, programlı provokasyonlara Türk milleti asla gelmez!

Ezana, Kur’an’a, camiye, İstiklal Marşı’na düşman olan karanlık zihniyet, bu millete, bu milletin değerlerine düşmandır. Ezan sesinden, seccadeden, camilerden rahatsız olanlar küresel emperyalizm ve onların yerli iş birlikçileridir.

Karanlık odaklar tarafından İzmir, bilinçli olarak seçilmiştir. Neden Çav Bella? Neden İzmir? Neden mübarek Ramazan ayı? MİT, emniyet, yargı bu provokasyonu mutlaka ortaya çıkarmalıdır.

Devletimiz, bu provokatörleri, kışkırtıcı ajanları bulmalıdır. Toplumu ayrıştırmak, bölmek suçunun hesabını sormalıdır.

Camilerimize yapılan saldırılar, kutsal bir değerimize değil aynı zamanda birliğimize, dirliğimize, kardeşliğimize, toplumsal barış ve huzurumuza karşı sergilenmiş saldırılardır.

RUHLARINI İBLİSE SATAN PROVOKATÖRLER

Ruhlarını iblise satan müptezeller, küstahlar asla kutsal değerlerimize el ve dil uzatamaz. ‘Gök kubbede ezanlar dinmesin, ay yıldızlı al bayrak gönderden inmesin’ diye mücadelemiz sürecektir.

Ezan-ı Muhammedi varlık nedenimizdir. Hayallerinde ezan yerine başka ses duymak isteyen, İslam düşmanları, ezan düşmanları, Kur’an düşmanları bu ülkede, bu topraklarda, bu coğrafyada, kirli ve karanlık emellerine asla ulaşamazlar.

Ezanlar susmayacak! Aziz, kahraman şehitlerimizin yükselttiği bayrak yurdumuzun üstünde şan ve şerefle ebediyen dalgalanmaya devam edecektir! Allah birlik beraberliğinizi bozmasın!

İlhamını Kur’an’dan alan, İstiklal Marşı'nı yazan, Kur'an şairi, iman şairi Mehmed Akif Ersoy’un söylemiyle “Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli, Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli” sözlerini bize tekrar hatırlatan bu provokasyonu şiddetle kınıyoruz. Bu hainlerin üzerine kararlılıkla gidilip, bu olayın önü ve arkası ortaya mutlaka çıkarılmalıdır.

Milletin adamı, Şehit Lider Muhsin Yazıcıoğlu:

"Ben Türk'üm Türk esir olmaz!

Ben Türk'üm Türk bayraksız olmaz!

Ben Türk'üm Türk devletsiz olmaz!

Ben Türk'üm Türk ezansız olmaz!

Ben Türk'üm Türk hürriyetsiz olmaz!" diyerek kırmızı çizgilerimizi net olarak ortaya koymuştur.

52 YILDIR AYNI PROVOKASYONLAR DEVAM EDİYOR

Sabotajların, provokasyonların, suikastlerin merkezi, merkez üssü Nato merkezli gladyodur. Milletimizin birliğini, beraberliğini, kardeşliğini bozmaya yönelik bu provokasyonlar yeni değildir.

Yakın politik tarihimize bakıldığında kutsallar ve değerler üzerinden yapılan provokasyonları açık olarak görürüz.

12 Eylül 1980 öncesi yine ülkemizde mezhep ve etnik çatışması (Alevi – Sünni, Türk – Kürt) çıkartmak için bir sürü provokasyonlar meydana getirilmişti.  NATO merkezli Gladyo, beşinci kol gruplar ve iş birlikçileri kanlı provokasyonlara bilerek neden olmuşlardı.   

ABD/NATO ile ilişkili, gladyoyla bağlantılı, devletin kılcal damalarına kadar girmiş ajanlar, kriptolar, uzantıları ihtilal şartlarını olgunlaştırmak için sansasyonel cinayetler, bombalı katliamlar ve kitlesel provokasyonlar meydana getirmişlerdir. Malatya, Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum olaylarını tertip etmişlerdir. Bu kanlı olaylarda, CIA ve Pentagon okullarında yetişen, adlarına “barış gönüllüleri” denilen ajanların var olduğu ise yıllar sonra ortaya çıkmıştır.

Gladyo, 12 Eylül sonrasında ülkemizde, çalışmalarını aksatmadan devam ettirmiştir. 1993 sürecinin; suikastlar, provokasyonlar, faili meçhul cinayetler, devlet içinde illegal yapılanmalar ve demokrasi dışı arayışlarla, 12 Eylül 1980 öncesinden farkı yoktu. Gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, emekli ve muvazzaf subaylar, profesyonelce işlenmiş siyasi cinayetlere kurban gittiler.

1993 sürecinde karanlık suikastler, Sivas olayları (Madımak yangını) ve Başbağlar katliamı, Gazi mahallesi olaylarıyla laik -antilaik, Alevi – Sünni çatışması çıkarıp, toplumu cepheleştirmek ve kamplaştırmak istemişlerdir.

Provokasyonlar 2013 yılında Gezi vb. olaylarla yine devam etmiştir. En son İzmir’de yaşanan bu provokasyonlar ülkemiz üzerindeki kirli ve karanlık oyunların devam ettiğini göstermektedir.

NATO merkezli 'Gladio' ile bağlantılı illegal hukuk dışı derin ve karanlık örgütler böyle bir kritik süreçte kitle hareketlerini kontrolden çıkarmak, yönetmek ve yönlendirmekte ustadır. Bu tür karanlık yapıların varlığı halen devam ettikleri bir Türkiye gerçeğidir. Ajan provokatörlere dikkat etmek, vatanını milletini seven her insanımızın tarihi görevidir.

CUMHURİYET TARİHİMİZ DARBELERLE, KALKIŞMALARLA VE MUHTIRALARLA DOLU

Türkiye’nin demokrasi ve demokratikleşme serüveni, uğradığı 5 ayrı askeri darbe/müdahale, 28 Şubat’ta gördüğümüz “post modern darbe”, 27 Nisan 2007’de bir gece yarısı gelen “e – muhtıra” ve 15 Temmuz 2016 kalkışması ile hâlâ sancılı bir şekilde devam ediyor.

Yakın çağ siyasi tarihimize baktığımızda ülke 27 Mayıs, 12 Eylül gibi iki askeri darbe, 12 Mart’ta da yarı darbe (memorandum) gördü. 22 Şubat 1962, 21 Mayıs 1963’te Albay Talat Aydemir’in liderliğinde kalkışma girişimlerini yaşadık. Yine, 15 Temmuz 2016 günü, TSK içinde yuvalanan her türlü klikler, cuntalar, bir kalkışmaya kalktılar.

Türkiye’de darbeci geleneğin kökleri İttihat ve Terakki’ye kadar uzanır. İttihat ve Terakki’den günümüze hala ordu içinde darbeci bir damar bulunmaktadır. Kimi zaman bu damara basılarak çeşitli biçimlerle darbeler, müdahaleler yapılmıştır.

İttihat ve Terakki ile başlayan vesayet, Cumhuriyet döneminde, 1946’ya kadar tek parti vesayeti biçiminde, 1946’dan itibaren de çok partili siyasal hayat üzerinde varlığını sürdürmeyi başarmıştır. Vesayeti tehlikeye girdiği durumlarda, askeri darbeyle, muhtıralarla varlığını meşrulaştırma çabası içinde olmuştur.

Askeri vesayet, sivil siyasete her vesileyle açıkça müdahale ederek, otoriter eğilimlerini açığa vurmuştur. Askeri vesayetin ortaya çıkmasını sağlayan en güçlü ve yaygın neden, ülkedeki siyasal kurumların zayıflığıdır. Askeri vesayeti geri dönülemeyecek ölçüde ortadan kaldırabilmiş değiliz.

Tankların ve süngülerin gölgesinde demokrasi olmaz ve gelişmez. Genelkurmay siyasi parti değildir, politbüro değildir. Siyasi parti gibi davranamaz. Asker, bir siyasi partinin yan kuruluşu gibi veya onun partizanı gibi tavır ve tutum takınamaz.

Demokrasilerde ordunun yeri ve konumu bellidir, görev alanının dışına çıkamaz. Askerin görevi, sivil siyasete karışma veya sivil hükümetlere operasyon yapmak, emretmek, talimat vermek değildir. Ordu, siyasete alet olmamalıdır. Yıpranmamalı, yıpratılmamalıdır.

Askeri darbelerin ülkeye bir getirisi olmamıştır. Her militarist darbe, ülkeyi daha da geriye götürdü. Darbeler, muhtıralar neyi çözdü? Hiçbir şeyi… Çözüm, askeri militarizmde değil; çözüm, kesintisiz demokraside ve hukukun üstün olduğu sivil ve demokratik bir rejimdedir.

97 yıllık Cumhuriyet tarihimiz darbelerle, kalkışmalarla, muhtıralarla doludur. Hala demokratikleşemeyen, hala darbe sendromlarını üzerinden atamayan bir ülkeyiz.  Yaşadığımız coğrafyada her zaman böyle bir risk vardır.

Türkiye’de yapılan tüm darbeler bürokratik vesayet odakları tarafından seçilmişlere yapılmıştır.

Askeri bürokratik vesayet, sadece demokrasi için daima potansiyel tehlikedir. Ordusu olan her yerde darbe ihtimali ve elinde silahı bulunduran güçlerin sivil siyasete seçilmiş siyasetçiye müdahale arzusu vardır.

Türkiye, askeri – bürokratik vesayet altında bu günlere geldi. Askeri vesayetin yerini parti vesayeti aldı ülke normalleşemedi, sivilleşemedi, demokratikleşemedi.

Askeri vesayet bugün güç yitirdi gibi gözükebilir. Ama yarın küresel bir dış destek alırsa, yine bir müdahaleden kaçınmaz. Askeri vesayetin gücü mutlaka kırılmalıdır. Askeri bürokrasi sivil iradenin ve demokrasinin dışına çıkmamalıdır.

Yapılan darbe ve müdahalelerin arkasında ABD/NATO’nun olduğu herkesin bildiği bir konudur. Darbelerin, ABD bağlantısı açıktır. Müdahalelerin dış boyutunu kimse inkâr edemez. ABD, Türkiye’yi yarı sömürgesi gibi görüyor, görmeye de devam ediyor.

DARBELERİN PANZEHİRİ TAM DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜK, DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİDİR

Demokrasi ve özgürlük adına kara bir dönem yaşanıyor. Bu yapılanlar hukuksuzluğun şahikası. Bu hukuksuzluklar ancak istibdatla, otokrasi ile tek adamla yönetilen rejimlerde olur.

Darbelerin panzehiri otoriterleşme, hukuksuzluk değil, demokrasi ve özgürlüktür! Darbelerin ve yarattığı tahribatın panzehiri demokraside aranmalıdır. Darbelerin panzehiri demokrasi ve özgürlüklerin genişletilmesidir. 

Darbelerin panzehiri koşulsuz demokrasi, hukukun işlerliğidir. Ancak bugün darbe ile mücadele demokrasi ile mücadeleye dönüştü.

Darbelerin panzehiri sivil anayasa, demokratik siyasetin ve toplumsal adaletin güçlendirilmesidir.

Darbeyle kalkışmalarla cuntalarla mücadele, güçlü bir demokrasiyle beraber şeffaf ve hesap verebilir, siyasi ve idari bir sistemin inşasıyla mümkündür.

Demokrasiden, anayasal özgürlüklerden korkanlar, otoriter zihniyete sahip çevrelerdir. Apoletli ya da sivil darbelerin önüne geçmenin yolu kesintisiz demokrasi ve hukuk devletidir.

Dolaylı ve doğrudan darbe imasında bulunan siyasal iktidar otoriter – parti devletini daha fazla güçlendirmenin peşindedir. Darbelerin panzehiri daha güçlü hukuk, demokrasi ve güçlü parlamenter demokratik sistemdir. Yaşadığımız yüz yılda hiçbir otoriter ve darbeci zihniyetin yeri yoktur, halkın iradesi esastır.

Demokrasinin tesisi ve hukukun egemen kılınması darbe ve darbecilere ‘Bir daha asla’ demenin yolu adalete, demokrasiye ve çoğulculuğa sahip çıkmaktan geçiyor. Darbe demek demokrasi düşmanlığı demektir. Darbe demek insan hak ve özgürlüklerinin yok sayılması demektir.

Askeri darbelerin panzehiri gerçek bir demokrasi, adil bir hukuk devleti, fikir ve ifade özgürlüğü, güçler ayrılığı ilkesi, güçlü bir parlamenter demokrasidir.

Demokrasiden bahsetmek, hukuk istemek hukukun üstünlüğünü savunmak “suç” olarak görülemez.  Darbelere, otoriter yönetim anlayışlarına karşı demokrasiyi ve özgürlükleri savunmak zorundayız. Ülkemizin meselelerini demokratik siyasetle ve diyalogla çözmeliyiz.

SİYASAL İKTİDAR “DARBE HEYULASI” İLE GÜNDEM SAPTIRIYOR

Siyasi iktidar köşeye sıkıştıkça yapay gündemler yaratarak, dikkatleri başka yöne çevirmeye çalışıyor. Son darbe tartışmaları da bunlardan biri.

AKP’nin gündeminde “darbe” milletin gündeminde açlık, yoksulluk işsizlik ve ekonomik bunalım var. Sivil oligarklar, AKP, bu darbe kavramını işine geldiği için iç siyasette kullanıyor. 

Mütemadiyen süren bu tartışmayla açıkça ve ahlaksızca bir perdeleme yapılıyor. AKP, pragmatik amaçları için darbe tartışmalarını devam ettiriyor. AKP, ‘darbe heyulası’ ile sistemini korumak istiyor. Ekonomiyi, işsizliği, üretimi değil, içi boş darbe laflarını konuşuyoruz.

Kışkırtıcı mesajlar, tahrik eden cümleler havada uçuşuyor. Darbe söylentileri, suikast paranoyası, meczupların rüyaları, komplo teorileri havada uçuşuyor. AKP trolleri, fitili çekilmiş bomba gibiler. Bir cinnet hali yaşanıyor.

Paranoyaların kol gezdiği bir siyaset sahnesindeyiz. Darbe peşinde koşmak, orduyu göreve çağırmak bu millete yapılacak en büyük ihanettir. Siyasal iktidar da böyle bir şeyin olmadığını çok iyi biliyor. Ancak yükselen toplumsal muhalefeti, darbe tartışmaları ile ve muhalefeti kriminalize ederek durdurmaya çalışıyor.

Darbe argümanını tepe tepe kullanan siyasal iktidarın ‘darbe söylemi stratejisi’ iktidarlarını ve 18 yıllık kazanımlarını kaybetmemek içindir.

Çöküşe geçen siyasal iktidar gündemi saptırmaktadır. İktidar güç ve iktidarını kaybetmemek için darbe tartışmalarını bilerek devam ettirmektedir.

Türkiye’de seçim dışında iktidar değişimini talep edenler vatan hainidir. Millet ve demokrasi düşmanıdır. AKP iktidarı devletin tüm imkanlarını, baskı araçlarını kullanarak muhalif tüm kesimlerin topyekûn tasfiye edilmesi için darbe imasında bulunmaktadır.

Suni ve yersiz darbe tartışmaları ülkeyi germektedir. AKP Genel Başkanı Erdoğan ve AKP sözcüleri milletin karşısına çıkıp darbe tehdidinin kimden geldiğini, hangi kurum veya aktörlerin buna dahil olduğunu açıklamalıdırlar. Darbe iddiasını temellendirmeleri lazım. Darbeye kalkışmaya hazırlanan odaklar varsa siyasal iktidarın bunları ortaya çıkarıp derdest etmesi gerekmez mi?

TSK, Genelkurmay, MİT, Emniyet, Yargı, medya kimin elinde?   Silahlı güç kime bağlı?  Elinde silah olan güç kim?   Kimin taraftarları silahlı? Darbeyi kim yapacak? Darbeyi can derdine düşmüş, geçim derdine düşmüş millet mi, gece bekçileri mi, özel güvenlikçiler mi, zabıta memurları mı yapacak?

Sürekli düşman üreten ve toplumu kutuplaştıran tavırların bu ülkeye faydası yok.  Toplumu ‘bizden yana olanlar’ ve ‘karşımızda olanlar’ diye ikiye bölmüşlerdir. Ara vermeden düşman üretmeye ve toplumu kutuplaştırmaya devam ediyorlar.

DEMOKRASİNİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGELLER PARTİ DEVLETİ, PARTİ OLİGARŞİSİ

AKP, Türkiye’yi AKP = Devlet yani parti devleti gibi yönetmek istiyor. AKP “Ben devletim, ben kanunum.” diyor. Parti oligarşisi tek adam rejiminden daha tehlikelidir. 

Parti - devlet bütünleşmesi otoriter rejimlerde olur. Bütün güç ve yetkilerin tek bir merciide toplanmasının temel hak ve hürriyetleri nasıl kısıtladığı, iktidarın hoşuna gitmeyen kişi ve çevrelerin nasıl sürekli tehdit altında yaşamak zorunda bırakıldığı konusunda ülkemizde büyük bir tarihi tecrübe var.

Meclisin adı var, noterden farkı yok. ‘Tek adam’ devletin tümüne hükmediyor. Bu otoriterleşmedir, güç zehirlenmesidir.

Türkiye'yi adeta demir perde ülkeleri haline dönüştürme çabası var.  Parti devletine karşı çıkanları, biat etmeyenleri, itiraz edenleri yok etmeye ve susturmaya çalışmak, ancak parti devleti rejimlerinde olur.

Toplumun, muhaliflerin, diken üstünde olması demokrasilerde değil, ancak tek parti rejimlerinde, dikta rejimlerinde, totaliter rejimlerde olur.

AKP hükümeti devlet kurumları ile istediği gibi oynuyor, her yere müdahale ediyor. Devleti ele geçiren AKP iktidarı muhalif gördüğü her kesimin üzerine devlet gücünü, yargı gücünü, polis gücünü, istihbarat gücünü, medya gücünü, finans gücünü kullanarak gidiyor. Faşizan yöntemler uyguluyor.

AKP karşıtı toplumsal kesimlere muhalif çevrelere savaş ilan edilmiştir. Askeri vesayete de parti vesayetine de karşı çıkan muhalif çevreleri baskı altına almaya çalışmak, asla kabul edilemez ve bu durum antidemokratiktir.