Hakkı Öznur: Ensar muhacir yaklaşımı gerçekleri perdelemektir

Hakkı Öznur: Ensar muhacir yaklaşımı gerçekleri perdelemektir
Ülkücü yazar Hakkı Öznur, Suriyeli sığınmacılar, Afgan göçmenler, İdlib, Türkiye’nin milli güvenliği ve beka meselesi ile ilgili çok dikkat çekici ve tarihi öneme sahip bir açıklama yayımladı.

Hakkı Öznur’un açıklamasının tam metni:

MİLLİ GÜVENLİĞİMİZ KIRMIZI ÇİZGİMİZDİR

Türkiye kritik bir dönemden geçiyor. Ülkemizde bulunan sığınmacılar/göçmenler/kaçak çalışanlar, son günlerin en önemli gündem maddelerinden birisi haline geldi. Türkiye''nin fay hatları patlatılmak isteniyor.

Sığınmacılar meselesi, Irak, Suriye ve Afganistan’da meydana gelen gelişmelerden soyutlanarak açıklanamaz. Suriyeli sığınmacılar, Türkiye’nin demografik yapısını tehdit ederken öte yandan çoğunluğunu Iraklı, Afganlı ve Afrika’dan gelenlerin oluşturduğu ve aralarında toplam 2 milyon civarında Suriyeli olmayan sığınmacı ve göçmen de topraklarımızı istila etmiştir.

Türkiye, bir göç güzergâhındadır. Orta Doğu, Orta Asya ve Afrika’nın değişik bölgelerinden gelen kavimler göçü ile Türkiye göç ülkesi haline getirilmeye çalışılıyor. Bu göçler, Türkiye’nin demografik, kültürel ve sonuçta siyasal yapısını değiştirecek bir örtülü istila, bir kavimler göçüdür.

Türkiye, 1980’lerin başından bu yana önemli bir sığınma ülkesi haline gelmiştir. Bu sığınma hareketleri, Orta Doğu’daki ve komşu ülkelerdeki (özellikle Afganistan, Irak, Suriye) baskıcı rejimlerin ve yabancı işgallerin doğrudan bir sonucudur. Türkiye aynı zamanda, Afganistan, Bangladeş, Irak, İran ve Pakistan gibi Asya ülkelerinden gelen düzensiz göçmenler için Avrupa Birliği’ne geçiş ülkesi olarak da bilinmeye başlamıştır.

Suriyeli sığınmacıların dışında bir başka mesele Afgan göçüdür. Türkiye-İran sınırından Türkiye’ye geçen göçmenler, genellikle Afganistan, Pakistan, Burma, Bangladeş, İran, Irak ve Somali vatandaşlarıdır. Türkiye’nin komşu ülkelerinde gerçekleşen pek çok uluslararası gelişme de Türkiye’nin göç alan bir ülke haline gelişinde etkili olmuştur.

Afganistan ve Suriye üzerinde gerçekleşen kayıtsız göç dalgası ile milli güvenlik meselesi ortaya çıkmıştır. Afganistan''dan gelen kontrolsüz göçmenlerin sayısı, gittikçe artmaktadır. Göç görüntüleri, rahatsız edici düzeydedir.

Sığınmacı, göçmen, mülteci ne denilirse denilsin sığınmacılar ve göçler artık iç güvenlik ve milli güvenlik sorunudur. Sığınmacılar ve devam eden göçler, Türkiye''nin ve Türklerin milli güvenlik meselesidir.

Sığınmacılar/göçler ve nüfus konusu, Türkiye''nin milli güvenliği açısından son derece ciddiyetle ele alınması gereken bir konudur. Meselenin “sığınmacılar” veya “Türkiye’deki Suriyeliler, Afganlılar meselesi” olmadığını, bunların da içinde bulunduğu çok daha kapsamlı büyük bir oyun olduğunu biliyoruz. Türkiye uluslararası göçmen kampı yapılmak isteniyor. Sığınmacılar ve göç konusu, bir beka bir milli güvenlik sorunudur. Türkiye’nin demografik yapısının bozulmasına tahammülü yoktur.

ABD, AB STRATEJİK GÖÇ MÜHENDİSLİĞİ İLE TÜRKİYE’Yİ İSTİKRARSIZLAŞTIRMAYA ÇALIŞIYOR

Küresel diktatör ABD ve emperyalist AB, para vererek sığınmacıları Türkiye''de tutmak istiyor. ABD, AB ülkeleri, sığınmacıları küresel bir plan dâhilinde Türkiye’ye yönlendiriyor. ABD ve AB, kendileri sığınmacıları kabul etmezken Türkiye’yi yeryüzünün en büyük sığınmacı/toplama kampına çevirmek istiyorlar. Afganistan’ı işgal eden ABD, 20 yılda 8 bin kişiyi kabul ederken Türkiye’ye ise milyonlarca sığınmacıya ev sahipliği yapıyor. Türkiye, yolgeçen hanı değildir.

Küresel, emperyalist güçler, sığınmacılar/göçmenler meselesini, Türkiye, Lübnan, Ürdün gibi tampon bölge olarak gördükleri ülkelerin sınırlarında çözmeye çalışıyor. Küresel çapta göç hareketlerinin arkasında, kapitalist-emperyalist sistem var. Bu sistem, özellikle Afrika merkezli küresel iklim göçünü de destekliyor.

Küresel, emperyalist güçler, stratejik göç mühendisliğini, Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve demografik yapısını krize sürükleyecek şekilde, yüksek yoğunluklu yöntemlerle sürdürüyorlar. Göç, bir savaş silahıdır ve doğrudan doğruya toplumun demografik yapısını hedef alır. Yerli nüfusu azaltmanın bir yolu, mültecileri çoğaltmaktır... Göç mühendisliği, emperyalizmin iç savaş ve yıkım planıdır.

SINIRLARIMIZ KEVGİRE DÖNDÜ, TOPRAKLARIMIZDA YABANCI İSTİHBARAT SERVİSLERİ CİRİT ATIYOR

Türkiye, Irak-Suriye-İran hattına dikkat etmelidir. 2011’de Suriye’de başlayan iç savaştan, Suriye’den sonra en zararlı çıkan ülke, Türkiye olmuştur. Erdoğan’ın Esad’ı devirme politikası, ülkemize kayıtlı-kayıtsız olmak üzere toplam 6 milyon Suriyelinin dolmasına neden olmuştur. 911 km’lik Suriye sınırı, 384 km’lik Irak sınırı, 560 km’lik İran sınırı, AKP iktidarı döneminde yolgeçen hanına dönmüştür.

ABD, İsrail, İngiliz, Rus, Alman, Fransız, İran, Suriye istihbarat elemanları, Akdeniz ve Güneydoğu’da karargâh kurmuşlardır. NATO ile bağlantılı gruplar, topraklarımızda bürolar açıyorlar. CIA, Mossad, M15, El Muhaberat, İran ve Rus gizli servisleri bölgede çok etkili faaliyetler yürütüyor. Kayıtsız göç, beraberinde espiyonaj tehlikesini de kuvvetlendirmektedir. Her türlü yabancı istihbarat servisleri, topraklarımızda cirit atıyor. Türkiye, uzun bir zamandan bu yana, birçok devletin istihbarat elemanlarının rahatça cirit atabildiği bir istihbarat çöplüğüne dönüşmüştür.

Türkiye, 1970’lerin Beyrut’una, günümüzün Suriye’sine, Irak’ına, Afganistan’ına döndürülmeye çalışılıyor. Türkiye''yi, Pakistanlaştırma, Iraklaştırma, Suriyeleştirme senaryosu, devam ediyor.

KÜRESEL EMPERYALİZM, KÖRFEZ MONARŞİLERİ, VAHHABİ/SELEFİ HARİCİ ZİHNİYETLİ ÖRGÜTLERE DESTEK VERMEKTEDİR

“Yeşil Kuşak” projesi, BOP, BİP ile devam ediyor. “Yeşil Kuşak” teorisinin sahibi, Polonya kökenli ABD''li siyaset bilimci, stratejist Zbigniew Kazimierz Brzezinski idi. Türkiye de “Yeşil Kuşak” doktrininden etkilenmiş bir ülkedir.

Afganistan’daki savaşın lojistik ve insan kaynağı açısından beslendiği yer, Pakistan’dı. Türkiye de Suriye’deki iç savaşın lojistik beslendiği yer oldu. AKP, 10 yıl içinde Türkiye’yi Pakistan’a çevirdi. Suriye’siyle, Irak’ıyla Orta Doğu, Türkiye’ye girmiştir.

Üst akıl ve körfez monarşisi, harici-selefi, tekfirci akımlara destek vermektedir. Küresel güçler, Türkiye’yi büyük savaşın içine sokmaya çalışıyor. NATO merkezli Gladio’nun desteklediği, geçmişte “yeşil kuşak”, şimdi ise “BOP” projesinde yer alan, radikal gruplar ve onların kiralık militanları, serbestçe ülkemizde yuvalanıyor. Sınırlarımız, küresel terör şebekelerinin askerlik şubesi oldu.

Suriye''de ve Afganistan''da savaşmış terör örgütlerine mensup on binlerce militan, “sığınmacı” adı altında topraklarımızda cirit atıyor. Sığınmacılar/göçler, Vahabi/selefi çeteler, kaosun en büyük tetikleyicileridir.

Sovyet işgali, Taliban, El Kaide gibi örgütleri, Irak işgali de IŞİD’i doğurmuştur. El Kaide, Taliban, IŞİD vb. yapılar, küresel emperyalizmin eseridir. Üst aklın ortaya çıkardığı yapılardır. Üst aklın ürünü olan IŞİD, eskiden El Kaide''ye bağlı olan Nusra Cephesi militanlarının kurduğu cihatçı Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), El Kaide çizgisindeki Hurras al-Din, Ulusal Kurtuluş Cephesi vb. Vahhabi/selefi, harici örgütler, Türkiye-Suriye sınırına yerleşmiş durumdadır.

Afganistan topraklarında faaliyet gösteren Taliban ile çatışma halinde olan IŞİD’in Afganistan kolu, IŞİD –Horasan militanları da Suriye’de ve Irak’ta IŞİD kamplarında eğitim görmüşlerdir.

Adını geçmişte Afganistan, Pakistan, İran ve Orta Asya''yı kapsayan bölgeye verilen Horasan''dan alan IŞİD/Horasan, 2013''te El Kaide''den koparak kurulan IŞİD’in Afganistan ile Pakistan alanında faaliyet gösteren kolu. Taliban ile IŞİD/Horasan 7-8 yıldır çatışma halinde. Taliban da El Kaide’nin mutandı IŞİD’i kendi hâkimiyetine tehdit olarak görüyor.

Suud ve Katar destekli Vahhabi-Selefi gruplar, bölgede cirit atıyor. Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak için iç ve dış mihraklar, beşinci kol gruplar, bütün karanlık çalışmaları yürütüyorlar. Yeni önlemler alınsa da geç kalınmış. Sınır bölgemizdeki kontrolsüzlükten PKK/PYD, IŞİD ve benzeri yapılar da istifade etmiştir.

Diğer selefi yapıların mensupları gibi IŞİD-Horasan mensubu birçok militanın topraklarımıza girip çıktıkları konunun uzmanlarında ifade edilmektedir. Devlet kurumları, harici/selefi bu yapıları çok yakından izlemeli, takip etmeli ve ülkemiz topraklarına girip- çıkmalarına, barınmalarına, faaliyet yapmalarına izin vermemelidir.

Radikal vahhabi/ selefi yapıların ortak özelliği Türk’e düşmanlıktır. Natocu/Amerikancı İslamcılar, siyasal İslamcı taşeronlar, 41 yıldır küresel emperyalist ABD’nin yeşil kuşak projesine (BOP-BİP) hizmet eden Vahhabi/Selefi çeteler, neden sığınmacılar kalsın istiyorlar? Çünkü sığınmacılar, üst aklın ürünü olan Taliban, El Kaide, IŞİD, HTŞ vb. çetelerin insan kaynağını oluşturuyor.

ENSAR-MUHACİR YAKLAŞIMI, GERÇEKLERİ PERDELEMEKTİR

AKP, başta Suriyeli sığınmacılar olmak üzere devam eden göçler meselesinin tartışılmasını istememektedir. Milletimizin haklı olarak gösterdiği milli tepkilerden son derece rahatsız. AKP, sığınmacılar konusunu gündeme getirenleri “ırkçılık” yapmakla suçlayarak gerçekleri tersyüz etmeye çalışmaktadır.

NATO’cu İslamcıların merkez üssü AKP, ensar ve muhacir sömürüsü yapmaya devam ediyor. Mesele, “ırkçılık” olarak görülemez. Türk milleti, tarihi boyunca ırkçılık yapmamış, tam aksine zulme uğrayan bütün insanlara sahip çıkmış ve bağrına basmıştır. Mazlumların her zaman yanında olmuştur. Can havliyle Türkiye’ye sığınan milyonlarca sığınmacıya devletimiz, milletimiz, sahip çıkmıştır.

İktidar, başta Suriyeli sığınmacılar olmak üzere ülkemizde bulunan sığınmacı ve göçmenler hakkında toplumu doğru bilgilendirmiyor. Gerçekleri gizliyor. Kutuplaştırıcı, ötekileştirici siyasetlerin, nefret söyleminin getirdiği tablo, tehlikeli bir tablodur. Suriyeli sığınmacılar/göçmenler meselesi, bir muhacir-ensar meselesi olarak görülemez. Devlet yönetimimiz lâl olmuş, göçleri seyretmeye devam ediyor.

AKP Genel Başkanı Erdoğan, katıldığı ortak yayında göçmen sorununa ilişkin, "Herkes şunu da bilsin ki Türkiye yolgeçen hanı değildir" dedi. Peki, yolgeçen hanı değilse; ülkemizde bulunan 8 milyon sığınmacı niye ülkemizden gitmek istemiyor? Ülkemize gitmemek üzere yerleşen bu sığınmacıların demografik yapıyı bozup ilerde telafisi mümkün olmayan meselelere yol açacağını nasıl göremez. Yolgeçen hanından insanlar gelir geçer. Bunlar kalıcı. Hepsi yerleşiyor.

Türkiye’de Suriye nüfusu büyük bir nüfustur. Gelenler, dönme niyetinde değil. Kontrolsüz büyük istilayla demografik yapımızı bozarak güvenlik, sosyal refah ve geleceğimizi tehdit eder duruma getirdiler. Bu sığınmacılık değil siyasi bir oyundur. Çok tehlikeli bir oyun. Emperyalizmin yeni silahı, sığınmacılar ve göçmenlerdir. Türkiye, adı geçici olmakla beraber büyük kısmı “kalıcı” olacağı anlaşılan ciddi bir Suriyeli sığınmacı nüfusuyla baş başadır.

SARAY YAPMA POLİTİKALARI VAR SIĞINMACILAR/GÖÇ POLİTİKALARI YOK!

AKP/Saray rejiminin saray yapma politikası var ama sığınmacılar politikası yok! Saray iktidarı, sığınmacılar meselesinin ve yaşananların baş sorumlusudur. Düzensiz göçler aralıksız, devam ediyor. Yerde, gökte her yerde Suriyeli, Afganlı, Iraklı, İranlı, Somalili, Nijeryalı, Bangladeşli görebilirsiniz. Orta Doğu’dan, Orta Asya’dan, Afrika’dan her yerden gelenler var. Ülkemizde artık her 8-10 kişiden biri sığınmacı. Orta Doğu ve Asya’nın değişik ülkelerinden gelen yabancı sayısı, milyona yaklaşmış, Türkiye nüfusunun %8,5’ini oluşturmuştur. Bu rakam, 16 Avrupa ülkesinin nüfusundan daha fazladır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 21 Eylül günü BM 76. Genel Kurulu''nda “Suriye krizinde insanlık onurunu kurtaran bir ülke olarak, artık yeni göç dalgalarını karşılamaya ne imkanımız ne de tahammülümüz vardır. Afganistan''daki gelişmeler nedeniyle yeni göç dalgasıyla karşı karşıyayız.” diyerek gelinen noktayı itiraf etmek zorunda kalmıştır.

Erdoğan, BM 76. Genel Kurul Görüşmeleri için bulunduğu New York''ta Amerikan CBS televizyonuna verdiği mülakatta, “Bizim ülkemizde şu anda kayıt dışı 300 binden fazla Afgan mülteci var. Ülkemizin hâlâ Afgan mültecileri almaya gücü yetmez" diyerek Afgan göçünün geldiği noktayı da itiraf etmek zorunda kalmıştır.

Düzensiz göç, kaçak göç –adına ne derseniz deyin– bunun birinci derecede sorumlusu, ülkeyi 19 yıldır yöneten AKP iktidarıdır. Türkiye’nin milli güvenliği, tehdit altındadır. Bugünkü mesele çok farklıdır. Ensar-muhacir yaklaşımı ile ele alınamayacak kadar derin, köklü ve farklıdır. Göçmen sorununu tartışan, gündeme getiren herkese anında ırkçı ve faşist damgası vuranlar, Türkiye’ye değil; Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak isteyen küresel emperyalizme hizmet etmekteler.

Küresel bir proje olan AKP, küresel bir plan olan BOP’a hizmetini ülkemiz sığınmacı işgaline uğratarak devam ediyor. AKP’nin izlediği yanlış dış politikalar neticesinde kademeli olarak stratejik göç mühendisliğine karşı Türkiye, savunmasız hale gelmiştir.

Türkiye’ye sığınan Suriyeliler, Afganlılar, sosyal medyada AKP ve Erdoğan propagandası yaparken diğer yandan utanmadan bu ahlaksızlar, ‘sığınmacılar konusu Türkiye’nin beka meselesi haline gelmiş’ diyen toplumsal kesimlere ve milyonlarca insanımıza hakaret ediyorlar.

Milletin adamı şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu, AKP kurulduktan hemen sonra “AKP’nin kuruluşu, kirli ve karanlıktır. AKP, küresel bir projedir” sözünü boşuna söylemedi. AKP’nin ihanet dolu dış politikası yüzünden sınırlarımız delik deşik oldu, kevgire döndü. Yüzlerce intihar bombacısı, binlerce silahlı militan, sınırımızda kol gezmektedir Bölge, silahlı terör gruplarının insafına terk edildi,

Türkiye’nin askeri ve diplomatik caydırıcı önlemler alması lazım. Derhal Türkiye’yi fiili bir tampon ülke haline getiren antlaşmalar, iptal edilmelidir. Ne Baas rejimi ne mollalar rejimi ne de Taliban rejimi.

AKP, MASALLAR ANLATMAYA DEVAM EDERKEN TABUR TABUR GÖÇLER DEVAM EDİYOR

Ülkemizde göç yönetimi şu anda İçişleri Bakanlığı’na bağlı. Bakanlık altında Göç İdaresi Genel Müdürlüğü var. Bu çerçeve içinde yürütülüyor işler. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü 2013’te kuruldu. 2011 yılında Suriye krizi patladığında daha bu genel müdürlük yoktu.

Ülkelerinden kaçıp Türkiye''ye sığınan sığınmacıların, göçmenlerin suç işlemeleri giderek devam ediyor. Cinayet, tetikçilik, gasp, darp, tecavüz, taciz, uyuşturucu ticareti, insan kaçakçılığı vb. suçlarda karşımıza yoğun olarak çıkmaktalar. Suriyeliler başta olmak üzere sığınmacıların büyük bir asayiş sorununa yol açtığı açık ve nettir. Altındağ’da yaşanan cinayet, tehlikenin ne kadar büyük olduğunu göstermektedir.

Altındağ’daki elim hadise, milletimizin feraseti, sağduyusuyla büyümeden engellenmiştir. Ancak devlet kurumları ve siyasal iktidar, hala büyük tehlikeyi, büyük oyunu görmezden gelmeye devam ediyorlar. Ajan/provokatörler her yerde cirit atıyor, gerilim büyük! Dışardan talimatlı ve yönlendirilmeli etki ajanlarının da devreye girmesi ile bilinçli tahrikler ile toplum büyük bir gerilime ve kutuplaşmaya götürülmeye çalışılıyor.

Altındağ vb. yerler patlarsa, olaylar bütün ülkeyi sarar. Devlet, çok ciddi tedbirler almak zorundadır. Ülkemizin birçok yerinde yaşanan bu sorun kontrol edilemez bir hal almadan devlet kurumları, çok acil eylem planı oluşturmalı ve tedbirler almalıdır. Provokasyonlara karşı devlet ve millet olarak son derece uyanık ve dikkatli olmalıyız. Devlet can güvenliğini korumalı, ayrımcılığa ve saldırganlığa geçit vermemeli.

DEVLETİMİZ MİLLETİMİZ BÜYÜK BİR ALİ CENAPLIK GÖSTERMİŞTİR

Türk devleti ve Türk milleti, büyük bir âlicenaplık göstermiştir. Suriyelilere karşı müşfik ve yardımsever davranmıştır. Devletimiz ve milletimiz, 10 yıldır insanlığın gereğini yapmış, misafirperverlik göstermiş, dayanışma göstermiş, gönüllerini açmış, maddi ve manevi yardım etmiş. Ancak, onlar ise şimdi, Türkiye’yi, Türk vatandaşlarını istismar etmeye, yaşadıkları yerlerde cinayetler işlemeye, huzursuzluklar çıkarmaya, çeteler halinde dolaşarak sağa sola saldırmaya, suç işlemeye devam etmektedirler.

Milletimiz sığınmacılardan, her gün tabur tabur gelen göçmenlerden ve onların küstah, şımarık, had bilmez ve suça meyilli tavırlarından, davranışlarından son derece rahatsızlar. Vatandaşlarımızla sığınmacılar arasında çıkabilecek büyük olaylar, Allah göstermesin Türkiye’yi cehenneme çevirir. Bir kıvılcım, bütün ülkeyi yakar. Türkiye, dezenformasyon yoluyla köpürtülen şiddet atmosferine çok dikkatli olmalıdır.

Sığınmacılar ve göç meselesini dile getirenleri, sığınmacı ve göçmeni düşmanı gibi göstermek doğru değildir ve haksızlıktır. Ülkenin içinde bulunduğu hassas durumdan dolayı endişeli olan ülkenin yarınlarını düşünen toplumu, ırkçılık yapan hastalıklı zihniyetlerle yan yana koymak, göstermek, ahlaksızlıktır, vicdansızlıktır.

Sığınmacılar meselesinin geldiği boyutu, tehlikeyi göstermek Suriyeli düşmanlığı veya nefreti değildir. Tehlikeye dikkat çekmektir. Sığınmacılar ve göçmen konusunda Türkiye, tam bir istilâya uğruyor. Yarın çok geç olacaktır. Meselenin çözümüne yönelik gerçekçi bir sığınmacı/göçmen politikası olmayan siyasal iktidar, günü kurtarma ve iktidarının ömrünü uzatmanın derdinde.

ANKARA’DA, ÎSTANBUL’DA SURİYELİ VE AFGANLI GETTOLAR OLUŞTU

AKP, Suriye, Irak ve Afganistan’da yaşananları iyi okuyamadı. Artık Türk siyaseti bunun farkına varmalı. İstanbul’un Esenyurt, Bağcılar, Zeytinburnu, Fatih ilçelerinde Şam mahallesi, Suriye mahalleleri var. Ankara’nın Önder, Ulubey semtleri Halep, Şam diye anılıyor. Türkiye’nin birçok yerinde Suriyelilerin olduğu binlerce gettolar oluşmuştur. Beykoz ve Fatih’te Afgan mahalleleri bile var.

Türkiye’de 2011 sonrasında doğan Suriyeli bebek sayısı her geçen gün artmaktadır. Türkiye’deki Suriyelilerin yüzde 5,1 gibi müthiş yüksek doğurganlık hızı var. Eğer ülkelerine gönderilmezlerse 20 sene sonra 15 milyonluk bir Suriyeli nüfustan bahsedeceğiz.

Türkiye’den en fazla Suriyeli barındıran il, İstanbul’dur. Sayısal olarak İstanbul’u Gaziantep, Hatay, Şanlıurfa takip etmektedir. Bu illerde nüfusa oran olağanüstü yüksektir. Kilis, il bazında nüfusuna oranla en fazla Suriyeli barındıran ildir. Kilis’te Suriyeli sayısı, Türk nüfusu geçmiştir.

Suriye krizinde Türkiye’nin özel bir yeri bulunmaktadır. Türkiye, ülkesini terk eden Suriyelinin en büyük bölümünü, yani en az %54’ünü, sadece sınır ülkeler dikkate alındığında ise %64,8’ini tek başına misafir etmektedir. Gaziantep, Kilis, Hatay’da Suriyeli nüfus, ülke güvenliği açısından çok tehlikeli boyuta gelmiştir. İstanbul’da 2 milyon sığınmacı ve göçmen yaşıyor. Az daha böyle giderse İstanbul’da Şam’ın nüfusundan bile fazla Suriyeli olacak.

6 MİLYON SURİYELİYİ BARINDIRIYORUZ ÖĞRENCİMİZİ BARINDIRAMIYORUZ

6 Milyon Suriyeliyi barındırıyoruz öğrencimizi barındıramıyoruz. Yurtlar yetersiz ev kiraları astronomik. Anadolu’nun derinliklerindeki Kayseri’de bile bugün nüfusun yüzde 10’una yakın bir bölümünü Suriyelilerin oluşturmaya başladığını görüyoruz. Kendi gettolarını kurmuş durumdalar. 2040 yılında Suriyeli sayısı 15 milyona yükselecektir. Türkiye’nin birçok kenti Arap kenti haline dönüşecektir. İstanbul''da, Ankara’da, Adana’da, Gaziantep’te, Şanlıurfa’da, Hatay’da, Kilis’te Suriyeli emlakçılar var, alenen ofisleri var. 250 bin doları bastıran ailesiyle birlikte vatandaş oluyor. Parayı bastıran, vatandaşlığı alıyor. Bu durum, devletimiz için milletimiz ve gelecek kuşaklar için çok tehlikeli. Ev alıyorlar, iş yerleri açıyorlar, kendi çarşılarını, mahallelerini, ilçelerini oluşturuyorlar. Bazı güney illerimizde demografik yapı, değişmeye başlamıştır. Böyle giderse tüm ülkenin demografik yapısı değişecektir. Sosyal ve kültürel yapı bozulmaktadır.

8 MİLYON SIĞINMACI/GÖÇMEN ÜLKEMİZDE BARINMAKTA

2010 yılından itibaren Arap baharının etkisini artırmasıyla birlikte Orta Doğu’daki göç hareketleri, şiddetlenmeye ve çeşitli boyutlar kazanarak genişlemeye başladı. Arap baharı, dünyaya çok etki bıraktı ama Türkiye’ye 6 milyona yakın Suriyeli sığınmacı bıraktı. Maalesef ki Arap baharının Türkiye’ye maliyeti sadece Suriye için 100 milyar dolardır.

Türkiye, resmi rakamlara göre halen kayıtlı 4 milyon Suriyeliye “Geçici Koruma” statüsünde ev sahipliği yapıyor. İçişleri Bakanlığı’na göre Türkiye’deki geçici koruma altındaki kayıtlı Suriyeli sayısı, 23 Temmuz 2021 tarihi itibarıyla 3 milyon 690 bin 896 kişi, Suriye iç savaşı ile başlayan Suriye’den göç, Türkiye dışında Lübnan (944.613), Ürdün (660.393), Irak (253.672), Mısır (132.281), Almanya (1 milyon 150 bin), İsveç (122.087) bazı Avrupa ülkelerinde toplam 250 bin. ABD ve Kanada gibi ülkelerde 60 bin olmak üzere değişik ülkelere dağılmıştır. AB ülkelerine giden Suriyeli sığınmacı sayısı, Türkiye’ye gelenlerden çok daha az olmasına rağmen Avrupa Birliği ülkelerinde sığınmacılar, ciddi politik depremlere neden olmuşlardır.

Göç İdaresi verilerine göre 2021 yılında, 7 Temmuz itibariyle yakalanan toplam düzensiz göçmen sayısı 62.687. Afganlar, 25.643 ile bu kişiler arasındaki ilk grubu oluşturuyor. Afganları sırasıyla Suriye, Pakistan, Özbekistan, Irak, Bangladeş, Türkmenistan, İran, Somali ve Filistin''den gelenler takip ediyor.

TÜRKİYE İDLİB/ ATME’YE DİKKAT ETMELİ

Suriye''nin Türkiye sınırının sıfır noktasında bulunan Atme kasabası, uçsuz bucaksız dev bir çadır kent haline geldi. Hatay''ın Reyhanlı ilçesinin hemen karşısında bulunan İdlib''e bağlı kasaba, iç savaştan kaçanların sığındığı bir kampa dönüştü. Bir taraftan terör örgütleri diğer taraftan başta Rusya ve rejimin olmak üzere saldırı ve bombardımanlardan kaçan Suriyeliler, kendi ülkelerinde mülteci durumuna düştü.

Nüfusu 1,5 milyonu bulan kampta büyük bir insanlık dramı yaşanıyor. Büyük trajedinin yaşandığı kamp, bulunduğu konum ve nüfusuyla Türkiye için de güvenlik tehdidi oluşturuyor. 30 Ağustos 2019''da kampta bulunan çok sayıda kişi, rejim saldırılarını protesto etmek amacıyla sınıra yürüdü ve Türkiye''ye girmek istedi. Ancak grup, Türk Silahlı Kuvvetleri ve polisin müdahalesiyle engellendi. Güvenlik ve strateji uzmanları, sayısı her geçen gün artmaya devam eden Atme Kampı ile ilgili oldukça önemli uyarılarda bulundular.

İdlib vilayeti, ülkenin kuzeybatı köşesinde, Türkiye sınırında yer alıyor. Atme başta olmak üzere İdlib, radikallerin etkisi altında. Yani her an bir siyasi fotoğraftan etkilenip, manipüle edilebilir. İdlib, Suriyeli muhaliflerin son kalesi. Savaş öncesinde bölgenin nüfusu bir buçuk milyondu. Bölgenin Mayıs 2017''de Türkiye, Rusya ve İran tarafından ‘çatışmasızlık bölgesi’ ilan edilmesinden sonra ise nüfus 3 milyona çıktı. Ülkenin farklı bölgelerinde kapana kısılmış olan on binlerce Suriyeli, çeşitli ateşkes anlaşmaları sonucu buraya geldi. Bu kişilerin geldiği yerlerin Esad rejiminin eline geçmesi ile de bu kişilerin dönebileceği bir yer kalmadı.

RUSYA VE SURİYE İDLİB’E YENİ OPERASYONLAR YAPARAK YENİ GÖÇ DALGASI OLUŞTURMAK İSTİYOR

İdlib merkezli yaşanan gelişmeler, Doğu Akdeniz-Karadeniz hattında yaşanan son gelişmeler Rusya’nın oynadığı ikiyüzlü oyunu ortaya koymuştur İdlib’den geri çekilirsek Hatay''dan olmamız kaçınılmazdır.

Mübarek Regaip kandilini idrak ettiğimiz 27 Şubat 2020 günü 36 vatan evladımız Rus emperyalizmi ve onun maşası Esad güçlerinin düzenlediği alçak saldırıda şehit düşmüşlerdi. 3 Şubat 2020 ile 27 Şubat 2020 arasında 54 vatan evladımız, Mehmetçiğimiz Rusya, İran destekli rejimin güçlerinin hava ve kara saldırıları sonucunda şehadet mertebesine ulaşmışlardı. Katil rejim güçleri ambulansları bile vurmuştu. Bu yılda, İdlib bölgesinden askerimize dönük saldırılar sonucu 77 vatan evladı şehit oldu.

İdlib, ülkenin kuzeybatı köşesinde, Türkiye sınırında yer alıyor. Rusya, tekrar Şam rejimi ile yeni operasyonlar planlıyor.

Zalim Beşar Esad, 2011 yılından itibaren Rusya''ya üçüncü kez gitti. Esad, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin''le 13 Eylül 2021 Pazartesi günü görüştü. Görüşmenin ana konusu muhaliflerin elinde kalan son bölgeler yani İdlib oldu. Esad ve Putin, bu güçlerin desteklediği muhaliflerin elinde kalan bölgelerin nasıl Şam ordusunun kontrolüne girebileceği üzerine konuştular. Rusya''nın Esad''a yönelik doğrudan askeri yardımı, Rus hava kuvvetlerinin ülkeye girmesiyle 2015''te başlamıştı. O tarihten sonra Esad''ın ordusu hızla birçok bölgeyi muhaliflerden geri aldı.

Putin, "Suriye''de en büyük sorun yabancı güçlerin varlığı" dedi. Putin, “Ortak çabalarımız Suriye Cumhuriyeti’nin ana, geniş topraklarını özgürleştirerek ülkenin %90’ını hükümetin birliklerinin kontrolünün altına alınmasını sağladı” dedi.

Bu görüşmeler, yeni askeri planların ve saldırıların hazırlığını göstermektedir. Rusya ve Suriye ordusunun askeri saldırıları başarıya ulaşırsa İdlib’ten yeni göçler gelir. Bu, Türkiye’ye yönelik yeni bir sığınmacı akını ve Türkiye’de ciddi bir radikal unsurun sızması demek. İdlib’in Suriye ordusunun kontrolüne geçmesi, muhalif güçlerin Şam karşısındaki mağlubiyetinin nihai kanıtı olacak.

AFGANİSTAN’DAN DA GÖÇLER DEVAM EDİYOR

Suriye ile birlikte yaklaşık 40 milyonluk nüfusuyla 40 yıldır göçmen üreten bir ülke Afganistan… Bir Afgan milletinden söz edemeyiz. Afganistan’ın nüfusunu meydana getiren ahaliyi Afganlar, Türkler ve Tacikler oluşturur. Afganistan, nüfusunun bir bölümü (yüzde 15-20 Şii) hariç, kahir ekseriyetiyle Sünni; itikatta Maturidi, fıkıhta Hanefi’dir. Pakistan, İran, Suudi Arabistan ile Çin, Rusya, İngiltere, Afganistan meselesinden ellerini çekmiyorlar.

Tarihî olarak Afganistan, doğu ve batı arasında bir ticaret ülkesi ve İpek Yolu ticaret yolları üzerinde kilit bir nokta olmuştur. Bu nedenle göç, bu ülkenin tarihi kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Afganistan, tarihi boyunca “mülteci/sığınmacı üreten” sayılı ülkelerden biri olmuştur. Afganistan’dan dışa göçün ilk büyük dalgası 1979 yılında başlayıp 1989’da son bulan Sovyet işgali ile gerçekleşmiştir. Soğuk Savaş döneminde Afganistan üzerinde yürütülen ideolojik rekabet, bölge ülkelerinin müdahil olduğu etnik gruplaşmaları ve bu grupların kıyasıya çatışmalarını beraberinde getirmiştir.

1978 yılından bu yana Afganistan kaynaklı uluslararası göç hareketleri başlıca mülteci akınlarını oluşturmaktadır. 20. yüzyılın sonlarındaki en büyük mülteci krizinde de mültecilerin büyük çoğunluğu, yine Pakistan ve İran’a geçmiştir. Yaklaşık 3,7 milyon mülteci, İran ve Pakistan’a kaçmıştır. 1979 tarihli Sovyet müdahalesi sonrasında, 18 milyon nüfusa sahip Afganistan’ın üçte biri, ülkeden ayrılmıştır.

Pakistan ve İran, en fazla Afgan mülteciyi barındıran ülkeler. Afganlar, özellikle 2006-2007''den itibaren Türkiye''ye gelmeye başladılar. Afganistan, Pakistan ve İran boyunca yol alan, kimi zaman günlerce yürüyen göçmenler, Türkiye sınırını geçmeleri durumunda gruplar halinde başta İstanbul olmak üzere Türkiye''nin farklı kentlerine ulaşmaya çalışıyor.

Afganistan’dan komşu ülkelere ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya göç, aslında yeni bir olgu değil. Onlarca yıldır sürekliliği sağlanmış ve durmayan bir göçten bahsediyoruz. Komşu ülkeler İran ve Pakistan’da kayıtlı ve kayıt dışı 3’er milyon Afgan’ın yaşadığı tahmin ediliyor. Afganlı göçmenlerin %95’i yalnızca iki ülkede ikamet ediyor: İran ve Pakistan. Avrupa’daki Afgan diasporası ise yaklaşık 500 bin kişiden oluşuyor.

Son günlerde gündeme gelen Afgan sığınmacılara ilişkin sağlıklı ve güncel bir veri bulmak ise neredeyse imkânsız. Devlet kayıtlarına göre 300 bin Afganlı var. Alanda çalışan dernek ve kuruluşlar ise ülkemizdeki Afgan sığınmacı sayısının 900 bin civarında olduğunu söylüyor. Ülkemizdeki Afganlılar daha çok çobanlık, inşaat işçiliği ve mevsimlik tarım işçiliği gibi alanlarda istihdam ediliyor. Türkiye’de kayıt altına alınmak büyük oranda sınır dışı edilmek anlamına geldiği için, Afgan göçmenler mümkün mertebe kayıtlara, devlete, sisteme görünmeden Batılı ülkelere geçmeyi hedefliyorlar.

ABD VE İRAN, AFGAN GÖÇÜNÜ ÜLKEMİZE YÖNLENDİRİYOR

Afganistan’daki olaylar ve Afgan göçü, yaklaşık 100 yılı aşkın süredir devam eden, ülkenin dış müdahaleler ve iç karışıklıklarla kâbusa dönen acılı tarihinin sonucu. Afganistan için “100 yıldan fazladır rahat yüzü görmeyen ülke’ sözü boşuna söylenmemektedir.

Afganistan, sınırımıza 2700 km kadar mesafededir. Afganlı göçü, devam ediyor. Taliban güçlerinin Afganistan’ın büyük çoğunluğunu kontrol altına almasıyla birlikte, binlerce Afgan, ülkesini terk ederek, Pakistan ve İran üzerinden Türkiye’ye gelmeye devam ediyor. Afganlar, bir Batı ülkesine gidebilmek için Türkiye’yi mecburi bir geçiş güzergâhı olarak kullanıyorlar. Yasa dışı geçişler, genellikle dağlık bölgelerdeki gümrük kapılarının ve sınır köylerinin çevrelerinde yoğunlaşmaktadır.

Afganlılar, Afganlı kaçakçılar tarafından önce Pakistan''a getiriliyor. Oradan diğer kaçakçı şebekeler tarafından İran’a getiriliyorlar. Burada devreye giren İranlı kaçakçılar tarafından Türkiye''ye getiriyorlar. Afganistan''ın kaçakçısı Pakistan''ın kaçakçısına bırakıyor, Pakistan''ın kaçakçısı İran''ın kaçakçısına bırakıyor, İran''ın kaçakçısı da Türkiye''nin kaçakçısına bırakıyor. İsfahan, Tahran, Urmiye, Tebriz, Hoy güzergahıyla Doğubeyazıt ve Van üzerinden ülkemize giriyorlar.

Sınır geçişleri, genellikle yürüyerek veya katır sırtından yapılmaktadır. Göçmenlerin ülke içinde taşınmasında genellikle minibüs, panelvan, taksi ve şehirlerarası yolcu taşıyan otobüsler kullanılmaktadır. Türkiye-İran sınırını kullanan yasa dışı göçmenler, sınır bölgesindeki belli merkezleri toplanma yeri olarak kullanmaktadırlar.

Van, 295 kilometre ile Türkiye''nin İran ile en uzun sınırına sahip kenti. Van''ın İran sınırındaki ilçeleri Saray, Özalp, Başkale ve Çaldıran üzerinden göçmenler ülkemize geliyor. Afgan göçmenlerin yasa dışı geçişlerinin büyük bir bölümü de bu kent üzerinden yapılıyor. Türkiye-İran sınırının hemen her noktasında yasa dışı geçiş yapılmakla birlikte, en çok geçiş yapılan yerlerin başında Yüksekova’nın Esendere Sınır Kapısı çevresi ile Başkale ve Çaldıran ilçelerine bağlı sınır köylerinin çevreleri gelmektedir.

İran tarafında Maku, Hoy, Salmas (Shapur) ve Urmiye, Türkiye tarafında ise Doğubeyazıt, Yüksekova ilçeleri, Van şehri bu amaçla kullanılan merkezlerdir. Sınırı geçen göçmenlerin, Avrupa’ya ulaşmada Türkiye rotasını tercih etmesinde coğrafi yakınlık, Türkiye''nin alternatifsiz kara köprüsü olması ve sınır geçişlerinin oluşu, göçmen kaçakçılarının (tacirlerin) tercihine uyma ve Türkiye üzerinden daha önce Avrupa''ya ulaşan göçmenlerin tavsiyeleri, önemli derecede etkili olmaktadır.

KÜRESEL EMPERYALİST AB VE BATI DÜNYASI, GÖÇMENLERİ TÜRKİYE’YE YÖNLENDİRİYOR

Hemen yanı başımızda devam eden ve bir biçimde parçası olduğumuz Suriye savaşının ardından, Afganistan’da yaşanan gelişmeler, Orta Doğu’da yeni bir nüfus hareketliliğinin ortaya çıkmasına neden oldu. Avrupa ve Asya’yı birleştiren Türkiye, tarih boyunca göçmenler için bir menşei, geçiş ve varış ülkesi olmuştur. Orta Doğu''dan Avrupa''ya uzanan yoldaki jeopolitik konumu ve komşu Irak, İran ve Suriye''de devam etmekte olan çatışmalar nedeniyle Türkiye dünyanın en büyük sığınmacı/göçmen nüfusundan birine ev sahipliği yapmaktadır.

Türkiye, bulunduğu coğrafya içinde 1990’lardan itibaren göç alan ve Batı ülkelerine göç veren ülke konumuna ek olarak düzensiz göçmenlerin transit geçiş ve kalış ülkesi konumuna girmiştir. Türkiye’nin 2016 sonrasında açık kapı politikasını de facto durdurmuş olmasına ve hatta son 2 yılda Suriye, Irak ve İran sınırlarına -hem terörle mücadele hem de düzensiz göç ile mücadele amacıyla- 900 km’yi aşan duvar örülmesine rağmen, sınırlardan giriş-çıkışlar hala devam etmektedir. Bu durum, duvarlara rağmen Türkiye’nin sınır güvenliğinde ciddi bir sorun olduğunu da ortaya koymaktadır.

Dünyanın en zengin siyasi bloğu olan Avrupa Birliği (AB) ise uzun yıllardır yaşanan bu en vahim yerinden edilme krizi karşısında sığınmacı ve mültecilerin Avrupa’ya erişimini etkili bir biçimde engellemeye çalışıyor. AB, “Kale Avrupası” olarak adlandırılan politikalar çerçevesinde kara sınırlarına tel örgüler çekiyor, giderek artan sayıda sınır muhafızını konuşlandırıyor, komşusu olan ülkelerle göçmen ve mültecileri dışarıda tutmak için anlaşmalar imzalıyor.

ABD ve AB bloğu Suriyelileri, Türkiye’de tutmak için yardım dernekleri kurduruyor. Kurulan bu derneklerin birçoğunun parasını AB ve Alman Kalkınma Bakanlığı ödüyor. Almanya, Suriyelileri Türkiye’de tutmaya çalışıyor. Yeter ki; Suriyelileri AB topraklarına ve özellikle Almanya’ya girmesin.

ABD ve AB özellikle Almanya, Suriyelilere yönelik birçok küresel projelere destek veriyor (aile, anne-çocuk sağlığı, psikolojik destek, kadın dayanışma, okul-eğitim, kültür kardeşliği, spor ve müzik vb.) CIA ile bağlantılı Washington ve Londra merkezli sözde yardım kuruluşları ülkemizde bulunan Suriyelilerle ilgili, özellikle onların, Türkiye’de kalması için kirli ve karanlık faaliyetler yürütüyor.

Almanya Başbakanı Merkel, "Mülteciler Türkiye''de kalmalı", Avusturya Başbakanı Kurz ise “Mülteciler hastalıklı ideoloji taşıyor bunu ülkeme ithal etmek istemiyorum. -Afganistan''dan gelenler için en uygun yer Türkiye-Ülkemize giren mülteciler yüzünden şiddet içerikli suç oranlarında patlama yaşandı.” diyor. Almanya başta olmak üzere AB ülkeleri, Türkiye’yi sığınmacı/göçmen kampı olarak görüyor. “Sığınmacılar Türkiye’de kalsın, AB ülkelerine girmesin” diyorlar. İngiltere Savunma Bakanı Ben Wallace İngiltere''nin Pakistan ve Türkiye gibi ülkelerde Afgan mülteciler için merkezler kurma planı yaptığını belirterek küresel planlarını açıklamıştır. Almanya başta olmak üzere AB ülkeleri, ikiyüzlü davranmaya devam ediyor. Almanya gibi devletler sığınmacıların, göçmenlerin