Halk mıyız, cemaat miyiz?

Rum tarafına ve Yunanistan’a göre Kıbrıs’ta tek halk vardır ve bu halk Kıbrıs Helenleri ile Türklerden, Ermenilerden, Marunilerden, Latinlerden oluşmaktadır.
İngiliz idaresinde bu birimlerin her birine cemaat derlerdi. Ancak Zürih ve Londra antlaşmaları yapılırken cemaatler “iki eşit kurucu cemaat-Türk ve Rum cemaatleri” olarak ele alındı. Bu iki eşit kurucu cemaate ayrı Cemaat Meclisleri kurmak hakkının ötesinde ayrı demokratik hak tanındı. Cumhuriyetin doğuş belgelerini bu iki cemaatin liderleri eşit taraflar olarak imzaladılar. Ortaya fonksiyonlar açısından federal bir ortaklık devleti çıktı. Bu iki cemaatin ayrı siyasi hedefleri (Kıbrıs Türktür, hayır Yunandır, o halde çift Enosis yani taksim) tezlerinden vazgeçilmesi vaadi ile varılan 1960 Antlaşmalarında da bu cemaatlerin ayrı self-determinasyon bu vaatler üzerine kısıtlandı. Kısıtlanmasaydı ada, Türkiye’nin yapmış olduğu fedakârlık nedeniyle, Türkiye ve Yunanistan arasında taksim edilmiş olacaktı. İki tarafın kendi kaderini tayin hakkı olduğu içindir ki 1960 anlaşması eşit ortaklık üzerine bina edilmiştir; taraflardan birinin diğerine tahakküm hakkı yoktur.
Tek halk mı cemaat mı kavgası
“Cemaat” deyiminin İngiliz koloni idaresinden kalan bir deyim olarak kullanılmış olması iki tarafın kendi kaderini tayin etme hakkı olan iki halk olduğunu gölgeleyemez, yadsıyamaz. Cemaatlerin ayrı devlet kurma hakları yoktur. Bu hak halkların hakkıdır ve buna self determinasyon (kendi kaderini tayin etme) hakkı denir. Kıbrıs’ta iki eşit egemen halk olduğu içindir ki Makarios, Zürih ve Londra Antlaşmaları ile meydana çıkan Ortaklık devletini “Tek halk vardır” diyerek referanduma götüremedi. İki eşit egemen halkın kendi iradelerini tayin haklarını kullanarak kabul ettikleri anlaşmaları içten, hile ile, yalanla ve en sonunda terörle kan akıtarak ortadan kaldırmak yoluna gitti. Dolayısı ile “Cemaat” kelimesinin Kıbrıs anlaşmalarının içeriğinde ve uygulamasında “Halk” anlamına geldiği aşikârdır.
Tek halk mı, cemaat mi kavgası çok eskilere gider. Kilisenin 1950’de tertip ettiği sözde Enosis plebisitinin sonucunu Kilise dünyaya  “Kıbrıs Halkının self-determinasyon hakkını kullanarak Enosis  talebi”  olarak takdime kalkışmıştı. “Kıbrıs Halkının %95’i Enosis istiyor; işte kanıtı” diyordu. Türk tarafı derhal sesini yükseltti. “Bu plebisitin bir aldatmaca olduğunu, Kıbrıs’ta iki halkın var olduğunu, plebisitin Kilisede Rumlar arası bir yoklamadan başka bir şey ifade etmediğini” savundu. 1954’de Yunanistan  “Kıbrıs meselesini” Kıbrıs halkı adına Enosis talebi ile Birleşmiş Milletler’e götürdü. Türkiye ve Kıbrıs Türk liderliği derhal “Kıbrıs’ta iki halk vardır; Rum halkı Türk halkını temsil edemez; tek başına” Kıbrıs “olamaz” diye karşı çıktı. 1956’da İngiliz Parlamentosu ve hükümet, Rumların “Kıbrıs Halkının self-determinasyon hakkı yadsınamaz” dayatmaları karşısında “Kıbrıs’ın özel durumu vardır. Self-determinasyon  uygulanacaksa iki ayrı taraf arasında ayrı olarak kullanılacaktır” kararını verdi. Sonunda, 1959-60 Antlaşmaları bu durum göz önünde bulundurularak imzalandı. 1960 Devleti, kendi kendini ortadan kaldırıp Enosise gidilmesini engelleyen, iki eşit egemen halkın, egemenliği ve bağımsızlığı eşit şartlarda paylaştığı bir ortaklık olarak BM’de yerini almış oldu.
Şaşkınlığımız artmakta
Fikirler Dizisinde varılacak herhangi bir anlaşmanın geçerli olabilmesi için her iki tarafın ayrı referandumuna sunulacağı öngörüldü; 2004’de Annan Planı ile ilgili referandumda bu fiilen uygulandı. Bu nedenledir ki Sn. Talat’ın, zamanında CTP-Akel işbirliği içinde kabul ettikleri iki cemaatten oluşan tek halk terminolojisine bel bağlaması, tek egemenlik, tek devlet, tek vatandaşlık ilkelerini benimsemesi hepimizi hayal kırıklığına uğrattı. Şimdi, yeniden Kıbrıs’ta halk yoktur iki cemaat vardır noktasına gelmesi ile şaşkınlığımızı artırmaktadır. Varlığını korumak ve yüceltmek andı ile devraldığı bir devleti yok addedenler karşısında “uzlaşmaya mecburuz” diyerek yanlış olduğunu yüzde yetmişe yakın halkımızın haykırdığı felâket yolunda “Türkiye arkamdadır” diyerek pervasızca yürüyüşü de devletine, egemenliğine, kendi kaderini tayin hakkına sahip olan ve bundan ayrılmak istemeyen Kıbrıs Türk halkını endişelendirmektedir. Rumlar Talat’ın kabulleri ile “Zürih’in temellerini yıktık” diye bayram yapmakta. Zürih’in temelinde self-determinasyon hakkı olan iki halk ve Türk-Yunan dengesi vardır.
1963’den bu yana Rum-Yunan ikilisi bu dengeleri ortadan kaldırarak Kıbrıs’a sahip çıkmak peşindedir. İç dengeyi KKTC’yi ilân etmekle koruduk; dış denge, eli kanlı Rum idaresinin tek başına ve 1960 Antlaşmalarına rağmen AB üyeliği ile tehlikeye girmiş oldu. Şimdi bütün çaba “tek halkız, buyurun AB üyeliğine” diyerek Türk-Yunan dengesini büsbütün ortadan kaldırmak oyunu oynanmaktadır. Sayın Talat’ın bunlara dikkat etmesini beklemek hakkımızdır. Kıbrıs’ın geleceği hakkında Rumlar kadar söz hakkı olan egemen bir halkız. Bunu değiştirmek, bizi Rum’un öngördüğü tek halkın içinde azınlık bir cemaat yapmak hak ve yetkisi kimseye verilmiş değildir.  Türk yetkililer devamlı surette “Kıbrıs Türk halkından” bahsetmektedirler; Türk cemaatinden değil!

Yazarın Diğer Yazıları