HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ... (22)

HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ... (22)
HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ... (22)

SELCAN TAŞÇI, KÜRDİSTAN PROJESİ ÜZERİNDEN TÜRKLÜĞE VURULAN DARBENİN İZİNİ SÜRDÜ...

SELCAN TAŞÇI, KÜRDİSTAN PROJESİ ÜZERİNDEN TÜRKLÜĞE VURULAN DARBENİN İZİNİ SÜRDÜ...

Terör örgütüyle “kararlılıkla müzakere”ye devam...

KANLI PAZARLIK!

PKK, 12 Eylül 2010 referandumu öncesi  “eylemsizlik” kararı aldığını açıklayınca, cemil çiçek “terör örgütü kimsenin hatırına silah bırakmaz” demişti. İktidarın dilinin altındaki baklayı Duran Kalkan çıkardı: “Askerin geri çekilmesi, yeni anayasayı birlikte yapma, KCK operasyonlarının durması, Öcalan’ın koşullarının iyileştirilmesi, Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulması konusunda mutabakata vardık!” Öte yandan dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın 12 Haziran 2011 seçimlerine kadar iktidarı sabote etmemeleri koşuluyla PKK’ya “af sözü” verdiği ortaya çıktı!


Darbenin mutfağından gelen eski MİT’çi Mahir Kaynak’ın, 23 Ocak 2010 günü, Başbakan’a yakın Star gazetesinde -yazanı ve yazdığı adresle beraber değerlendirildiğinde- yayınlanan yazısı oldukça ilginçti:
“... Türkiye’nin dünyadaki yeni rolü ve yeri ile ordunun ideolojisi uyuşmuyordu. O halde bu ideoloji değişecek ama ordunun etkinliği azalmayacak hatta artacaktı. Bu rol içe yönelik değil, dışa yönelik olacaktı. Bu ordudaki darbeci eğilimleri yok etmek ama onun gücünü ve prestijini korumakla mümkün olabilirdi. Şimdi komplo teorisi sayılabilecek bir proje sunuyorum.
Silahlı Kuvvetlerdeki bazı dokümanlar ele geçirildi ve bunlar bir darbe hazırlığına uygun biçimde yeniden düzenlenerek kamuoyuna sunuldu ve darbe karşıtlığının yerleşmesi ve bu tavrın genelleşmesi sağlandı...”

 


Bir Türk subayı yazsa  denize okyanus der miydi

Bu komplonun kimler tarafından hazırlanmış olabileceğine dair yağmur gibi  “kanıt” yağıyordu. Kurmay Albay Mustafa Önsel’in cezaevinde yazdığı Beşiktaş’ta Sırtlan Pususu’nda dikkat çektiği detaylar minikti ama  “açık adres” niteliğindeydi:
“Mücahit (Erakyol) planda ” Özel Operasyon Birlik Komutanı “ olarak gösterilmişti. Ancak TSK’da böyle bir görev tanımı yoktu. Peki kimde vardı bu şekilde bir görev tanımı? Evet, sevgili(!) müttefikimiz ABD Silahlı Kuvvetlerinde.
Yine sözde planda haberleşme vasıtası olarak radyo kullanılacağı belirtilmiş. Bu bizim bildiğimiz radyo olabilir mi? Değil tabii ki. Bizim bildiğimiz radyo ile haberleşilmez malumunuz. Burada kastedilen haberleşme vasıtası telsizdir ve Amerikalılar telsize radyo demektedirler. Bu raporu bir Türk subayı yazsa telsiz yerine radyo demezdi herhalde.
Davanın ek klasörlerinde, sanıklardan biri tarafından yazıldığı iddia edilen bir sözde belgede, bir şahıstan bahsederken “Üzerindeki mermileri okyanusa attı” denmektedir. Bizde okyanus var mı? Yok! Peki, denize  okyanus diyen bir ülke var mı? Var! Dostumuz ABD”

 


“Ergenekon başlamasa açılım gerçekleşmezdi”

TOBB için hazırladığı  “Kürt raporu” ndan bu yana  “sorunun parçası”  olan ve son olarak Erdoğan’ın “akilleri” arasında yer alan Doğu Ergil, Stratejik Boyut dergisinin 2010 Ocak-Şubat-Mart sayısında  “Ergenekon soruşturması başlamasa idi açılım gerçekleşmezdi”  dedi. Aynı sayıdaki bir başka analizde Önder Aytaç’a göre  “Kürt açılımı, Ergenekon ile sonuna kadar mücadele”ydi!
Yani mevzu hiç de öyle AKP Kahramamaraş Milletvekili Avni Doğan’ın “40 yıl onlar bizi fişledi, şimdi biz onları fişliyoruz” itirafındaki kadar “basit” değildi.

 


Tarihi çömelme

17 Haziran 2010’da, bir yıl önce Habur’dan Türkiye’ye davul zurnayla giriş yaparak, rencide olmasınlar diye Atatürk fotoğraflarının kaldırıldığı çadır mahkemelerinde salıverilen PKK’lılardan 10’u tutuklanmış, 20 Haziran’da terör örgütü  “al sana açılım” der gibi Hakkari Şemdinli’deki Gediktepe Sınır Bölüğü ile Jandarma Sınır Komando Bölüğü’ne eş zamanlı saldırı düzenlemişti. 11 şehit verdiğimiz Gediktepe; hafızalara yazık ki, sonradan ortaya çıkan ayrıntılardan göğüs göğüse çatıştıkları anlaşılan askerlerimizin kahramanlığı ile değil, kısa süre sonra Genelkurmay Başkanı ile bölgeye giden Başbakan’ın siperdeki tarihi  “çömelme”si ile kazındı! Şemdinli şehitlerinin cenazeleri kalkmadan bir acı haber de İstanbul’un göbeğinden Halkalı’dan geldi; lojmandan çıkan servise düzenlenen saldırıda 5 askerimiz bir de asker kızı, 17 yaşındaki Buse şehit oldu!
Milletin yasıyla dalga geçer gibi AKP’li Rize Belediye Başkanı  “kanı durdurmak”  için dahiyane çözümü bulmuştu:
“Herkes Güneydoğu’dan ikinci eş  alırsa...”
Oldu da bitti maşallahtı!

 


“Çare Öcalan(!)”

 “Ağlayan ana”  sayısı her gün katlanarak çoğalıyor, buna iktidar partisi mensuplarının umursamazlığı ve pervasız açıklamaları eklenince, AKP 12 Eylül’de   -istediği dönüşümü sağlayabilmek için muhtaç olduğu- “Evet”e ulaşma şansını hızla  tüketiyordu.
Ve  “açılım”cı zihniyetin bulabildiği yegâne “çare Öcalan”dı!
PKK 20 Eylül 2010’a kadar  “eylemsizlik”  ilan ettiğini açıkladı!
Murat Karayılan’ın ifadesiyle “devletle anlaşmışlardı”  ve eli kanlı katil bunu bir  “lütuf” gibi anlatıyordu:
“Aslında önderliğimiz aradan çekilmişti ancak talep üzerine yeniden devreye girerek, hem yapılan çağrıları ve hem devletten doğru gelen istemi de dikkate alarak bir kez daha barışa ve demokratik çözüme şans tanıması için hareketimize bir mesaj gönderdi.”
Ve fakat BDP’li Selahattin Demirtaş’ın Karayılan’la aynı gün yaptığı açıklamada altını çizdiği gibi, silahları  “sandığa kadar susturmanın” da, Güneydoğu’da -yine Öcalan’ın çağrısıyla- “boykot”tan dönüp  “evet”e destek vermenin de bir bedeli olacaktı:
“Taleplerimize cevap verilmesi durumunda elbette ki biz yeni anayasayı destekleriz...”
O talepleri ANF aracılığıyla, PKK’lı Duran Kalkan açıkladı (24 Ekim 2010). Dediğine göre 13 Ağustos 2010’da yani referandumdan tam bir ay önce  “çift taraflı bir mutabakat” sağlanmış, AKP, BDP aracılığıyla yolladığı mesajda  “Operasyonları durdurma, askeri geri çekme, yeni anayasayı birlikte yapma, Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurma, Öcalan’ın koşullarını iyileştirme ve KCK operasyonlarını noktalama”  taahhüdünde bulundu!
Demek ki Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, 20 Ağustos 2010’da  “Terör örgütü kimsenin hatırına silah bırakmaz” derken vermek zorunda kalacakları bu tavizleri işaret ediyordu.
7 Eylül 2010’da bu kez Milliyet’ten Devrim Sevimay’a konuşan Demirtaş’a göre referandumda Diyarbakır’dan çıkacak sonuç  “Kürt sorununun çözümünü istiyoruz” biçiminde okunmalıydı.
Demirtaş’ın da diğer BDP’li ve PKK’lıların da kaygılanmasına hiç gerek yoktu, terör örgütü  “mutabakat”a rağmen can almaya devam ederken Olağanüstü Güvenlik Zirvesi’nden çıka çıka  “Kuzey Irak’taki Kürt yönetimiyle işbirliği”  ve  “açılıma devam” kararları çıktı;
İktidar PKK’yla kararlılıkla müzakereye devam edecekti!
Mücadele mi?
Haklarını yememeli, YAŞ’ta TSK’ya karşı dişe diş kana kan mücadele verildi!

 


Çankaya’da “Özel” savaşı

Hasan Iğsız Ümraniye Davası kapsamında ifadeye çağrıldığı günlere denk gelen YAŞ’ta emekliye sevk edildi. Jandarma Genel Komutanı Atilla Işık Kara Kuvvetleri Komutanı olacaktı; yeni Jandarma Genel Komutanı ise Necdet Özel’di. Ancak hiç hesapta olmayan bir istifa dengeleri değiştirdi. KKK olması gereken Işık istifa etmişti. Terfi sıralamasına göre yerine atanacak kişi belliydi:
Özel!
 Ve Çankaya’da  “Özel’in Kara Kuvvetleri Komutanı yapılmasına mani olma(dolayısıyla Genelkurmay Başkanlığı yolunu açma) pazarlıkları” başladı.
Özel, KKK olursa iki yıl sonra emekliye ayrılacak, dolayısıyla Genelkurmay Başkanı olamayacaktı; maazallah ordunun komutasının “darbeci-terörist”lerden birine geçme ihtimali vardı!
Pazarlık, Özel’in lehine sonuçlandı; mahkeme o gün için -daha sonra hepsini yeniden derdest edilebileceği akla gelmedi demek ki- 102 subay hakkında verdiği yakalama kararını kaldırdı. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ emekli, Işık Koşaner Genelkurmay Başkanı, Erdal Ceylanoğlu Kara Kuvvetleri Komutanı oldu.

 

Atalay’dan “af” sözü

Yol temizliği de aradan çıkarıldığına göre durmak yok yola devamdı;
Kandil, her gün şehit cenazesi gelirken dalga geçer gibi  “ateşkes”i bir hafta daha uzattığını açıkladı, Taraf’a göre bu karar  “Öcalan’la yapılan barış takvimi”  dolayısıyla alınmıştı! Nitekim, referandumdan birkaç gün sonra Karayılan İmralı’da  “Öcalan görüşmeleri” nin sürdüğünü ilan etti. BDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Nihat Oğraş, Fırat Haber Ajansı’na ateşkesin  “askeri ve siyasi operasyonların durması, seçim barajının düşürülmesi”  şartlarıyla uzatıldığını söyledi. 23 Eylül’de yapılan  “AKP-BDP zirvesi”nden  “En kabul edilmez taleplerin bile demokratik ortamda Meclis’te konuşulması” anlaşması  çıktı.
Abdullah Öcalan’ı yargılayan mahkeme heyetinin başkanlığını yapan Turgut Okyay  “Öcalan’ı boşuna yagılamışım” derken haklıydı;
 “Şimdi içeriden örgüt yönetiyor”du!
25 Eylül 2010’da gazetecilerin karşısına çıkan “açılımdan sorumlu” İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Irak Büyükelçisi Murat Özçelik’in Kuzey Irak’ta, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın da ABD’de yürüttüğü görüşmelerin bilgisi dahilinde olduğunu ve devamının geleceğini söyledi.
Peşinden kendisi de Kuzey Irak’a giden Atalay, Barzani’den  “Örgütün eylemsizlik kararını genel seçimlerin sonuna kadar uzatmasını, çözüm sürecini destekleyeceğini ortaya koymasını” istedi.
Atalay’ın Barzani aracılığıyla PKK’ya verdiği sözlerden biri de  “af”tı ama  “seçime kadar AKP’yi sabote etmemeleri” şartıyla! Görüşme 28 Eylül 2010’da Milliyet’te “şok diyaloglar” başlığıyla yayınlandı:
“Atalay: Sorunun çözümü noktasında İmralı ile dahil görüşmeler yapıyoruz. İmralı da çözüm noktasında bize yakın. Ama Kandil’in tavrını açık okuyamıyoruz. Öcalan çözüm için bazen topu taca atıyor, bazen topu sahada tutuyor. Topun taca atıldığı noktada sizin aktif rol almanızı istiyoruz.
Barzani: Aktif rolden kastınız?
Atalay: Bölgede saygınlığınız var. Bu saygınlığınızı kullanmalı ve PKK üzerinde etkinizi hissettirmelisiniz. Sık sık medya önünde silahların bırakılması yönündeki telkinleri sürdürürsünüz. Kürt kamuoyu, Kürt hareketinde tek fayda olarak PKK’yı görme alışkanlığını terk edecektir. Bu da sorunların çözümü noktasında işimizi kolaylaştıracaktır.
Barzani: Biz telkin olmanın ötesinde zaten silahların çözüm sunmadığını her fırsatta dillendiriyoruz. Halk bunu AKP’nin yaklaşan seçimler öncesinde siyasi bir adım olarak görüyor. Türkiye’deki Kürtleri, Kürt açılımını, demokratik açılımı bir devlet politikası, sürdürülebilir bir devlet politikası olarak devam ettirecek bir proje olarak sunarsanız daha fazla güven uyandırırsınız. Halk oylaması gösterdi ki, Kürtlerin boykot kararı, Türkiye’deki siyasi süreçte dikkate alınması gereken bir tavırdır. PKK sorununun çözümünde Türkiye ile birlikte Suriye ve İran’ın da adımlar atması gerekiyor. Çünkü PKK sorunu, beslendiği kanallar sadece Türkiye’nin sorunu olmaktan çıkmıştır...” KCK iddianamesinde şok itiraf:

 


“MİT Müsteşarının  tüm ifadeleri benim  ifadelerimdir”

Sahnede Barzani vardı ama Irak Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Talabani de “eski alışkanlarını” bırakmamıştı.  “Oslo pazarlığı”nı biraz daha aydınlatan itiraf KCK iddianamesine böyle yansıdı:
“Benim Apo ile bir ilişkim var. 2 Kasım’da bana avukatları aracılığıyla bir mektup gönderdi. Ben bu talepleri Türk yetkililere de iletmiştim. Benim PKK ile de bir diyaloğum var. Bu bayramda ben talep etmişim ateşkesi, hem uzatılması konusunda da bir yaklaşım oldu. Silah kesme ve ateşkes ilan etme arasında fark var. Ben silah bırakma yanlısı değilim. Ateşkes ilan edilsin. Silah bırakmanın karşılığı var. Ateşkes ilan etmek ise Türkiye’de çalışan arkadaşların mücadelesini yükseltmek için olmalıdır. Yine PKK’nın bir talebi vardı; genel af ile onu dile getirdik. Biz MİT Müsteşarları ile PKK’nın bazı ilişkileri var, sizin bilginiz dahilinde mi dedik. Erdoğan ‘MİT Müsteşarı’nın tüm ifadeleri benim ifademdir’ dedi.”
Dönüş yılı...
1 Kasım 2010’da İmralı’ya giden Aysel Tuğluk, Öcalan’ın ağzından “diyaloğun müzakereye döndüğü”  müjdesin verdi!
“Dönüş yılı”nda Türkiye “açılım”a  “Zihinlerdeki parçalanmayı artırır” diyerek Kürtçe vaaza izin vermeyen Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’nu, Atatürk’ün Ankara’ya gelişi dolayısıyla düzenlenen Garnizon Koşusu’nu ha, bir de 104 evladını feda etti!

 

YARIN: YENİ ANAYASA İTTİFAKI