Hat sanatı aslında kendi şivesini Türk sanatkârlar elinde bulmuş

Hat sanatı aslında kendi şivesini Türk sanatkârlar elinde bulmuş

Yeniçağ Gazeteler Medya Grup Başkanı Ahmet Yabuloğlu ile Hat hocası Yusuf Sezer bir söyleşi gerçekleştirdi. Bu söyleşide hocaların hocası Yusuf Sezer, hat sanatının sabır istediğini, Hat sanatının Türk’e has şivesi bulunduğunu belirtti. Bugüne kadar 61 talebesinin icazet aldığını söyleyen Yusuf Hocanın hat sanatı konusunda söylediklerini birlikte okuyalım.

Yeniçağ: Sizinle ilk röportajı bundan tam 21 yıl evvel Kurultay Gazetesi için yapmıştık. Dünyada kabul edilmiş sözdür biliyorsunuz, Kur'an-ı Kerim Mekke'de nazil oldu, Mısır'da okundu, İstanbul'da da yazıldı. Bunu yazanlar da tabii ki Türk Hattatlar. Şimdi siz aynı işi devam ettiriyorsunuz. Sizinle birlikte olmak bizim için gurur. Türk hattını diğer hatlardan diğer ülkelerin hat sanatından ayıran en çarpıcı özellikleri sıralayabilir misiniz hocam?

Yusuf Sezer: Teşekkür ederim. Öncelikle fakirhaneme hoş geldiniz. Tabii ki hat sanatı sizin de buyurduğunuz gibi Arap alfabesiyle yazılır. Ama bunda mutlaka birtakım değişiklikler geliştirmeler hattı güzelleştirir ve sanatta sürekli arayış vardır. Biz hâlen bu sanatın içinde arayış içinde olan bir öğrenciyiz, yani hoca olamıyorsunuz, bitmiyor. Hat sanatı aslında kendi şivesini Türk sanatkârlar elinde bulmuş. Türk'ün giyim kuşam, musiki şivesi gibi hattın da şivesini oluşturmuş ve Türk'e has bir şivesi olduğu için Türk hat sanatı olarak kabul edilmiştir. “İstanbul'da yazıldı” sözü burada bir mühürdür. Ancak burada farklı... Sanatkârlarımızın, meslektaşlarımızın devamlı bir şeyler katma gayreti vardır sanatın daha ilerisi için. 100 yıl, 500 yıl, yeryüzü durdukça bugünkü nesillerden gelecek nesillere bir şeyleri ulaştırmamız gerekiyor. Biz emanet taşıyoruz. Üzerimizdeki bu sanat emaneti tarihten aldığımız 500-600 yıllık bir emanet. Gelecek yüzyılların nesillerine aktarılmak üzere Cenab-ı Hakk'ın bize Tahdis-i nimetidir. Evet yani bu Cenab-ı Hakk'ın özel lütfu diyelim buna. Sanatkara Allahu Teala kabiliyet veriyor ve bu kabiliyetle de hattat oluyorsunuz. Hattatlık da uzun zaman eğitim alınarak ilkokuldan üniversite mezuniyeti, sonra asistanlık, doktora gibi yürüyen bir yolla ancak kalemi rahat kullanabileceğiniz eserinizi duvarınıza asabileceğiniz seviyeye getireceğiniz kalitede çalışabiliyor ve yaptığınız o yazıyı da yüzakıyla sunabiliyorsunuz. Yirmi küsür sene önceden başladığımız bu güzel, samimi, ihlaslı, dürüst çalışmalarımız bizi bugüne taşıdı. Elhamdülillah buradan kim bilir daha nice genç kardeşimize, sanata hevesi olanlara ve evinde sanat eseri bulunduran gönül dostlarımıza daha farklı güzel kapılar açacaktır. Allah'ın izniyle şöyle söyleyebilirim, yani biz memleketimizde sorumlu insanlar, sanatkarlar olarak yaptığımız işin şuurunda olmamız gerekiyor, yaptığımız işi ihlasla ve vecd ile yapmak zorundayız. Yani bu sanatta gurur, kibir gibi haset gibi kötü hasletler asla yer almaz lisanımızda da yer almaz, hali hayatımızda da yer almaz. Yürüyüşümüze, konuşmamıza yemek yememize, oturup kalkmamıza kadarki bütün hayatiyemizi sanatkâr olarak kontrol altında

tutarız. Çünkü göz önünde oluyorsunuz. Adeta sokağa çıktığınız zaman bütün kameralar size bakıyor her sözünüzün insanlığa örnek olması gerekir ve bu örnekliği de bu ahlaki vaziyeti de korumak zorundayız. İşte sanatın şivesi bu aslında manevi şivesi bu kalemle şekillenen o Arap alfabesinden zarif ve latif manalar kalemin o zikriyle coşarken gönlümüzde de Cenab-ı Hakk'ın Hayat ismi devam etmeli ve hayatımızdan sonra da sadaka-ı cari olan bu sanat eserleri yüzyıllar sonraki nesiller içerisinde bizi ilahi huzurda rezil rüsvay etmemeli temennisindeyim.

Yeniçağ: Dolayısıyla hocam bir yerde bu demin anlattığınız tarifte yazdıklarınız gibi de yaşamak zorunda kalıyorsunuz. Çünkü yazdıklarınız hep iyiyi, güzeli doğruyu tavsiye eden şeyleri siz levhalara iyi, güzel yaşa deyip de kendiniz kötü yaşama şansınız kalmaz, zaten ister istemez doğru olmak zorundasınız ve bu öyle bir şey ki sizin vicdanen rahat edeceğiniz ve sizin huzurunuzu artıracak çalışmalar olmalı.

Yusuf Sezer: Şöyle ki yaptığınız işte kasvetli iseniz moralsiz iseniz hasta iseniz o gün yazdığınız çalışmalara muhakkak halet-i ruhiyeniz akseder. Neşeli, maneviyat dolusunuz o gün, güler yüzlüsünüz, yazdığınız eserlerde bir coşkunluk vardır, hareketlilik vardır zarafet vardır. Yani bütün içli dışlı yaşıyoruz. Kalem elimizde ama kalemin bize bakan tarafı kalbimize bakıyor, kalbimizden kafamıza gidiyor. Cenab-ı Hakk'ın kelamını yazıyorsunuz, bir abdestsiz yazıyorsunuz, tövbe istiğfar etmeden yazıyorsunuz, Allah Resul salat okumadan yazıyorsunuz, geçmişinizi okumadan yazamıyorsun, bilhassa hat sanatında Hazret-i Peygamber Efendimizden Osmanlı'nın ilk hattatı Şeyh Hamdullah ve son hattatı Hattat Hamit hocamız. Osmanlı ile Cumhuriyet arası köprü vazifesi gören Hattat Hamit Aytaç hocamıza kadar yüzlerce binlerce hat dehası sanatkarı yaşayıp bu sanatlardan bizlere eserler sunmuşlar. Hangi mabede gideriz de hiç içinde bir hat eseri görmeden çıkarız ki veya bir kabristana giderken hangi mezar taşında güzel hatları görmeyiz ki. Veya bir çeşmeden su içeceğiz daha kurnasına elimizi koymadan anında der ki Allahu Teala'nın emriyle ifadesiyle bizi karşılar. Biz hayati olan her şeyi sudan yarattık. Evet, ondan sonra çekersin besmeleyi, içersin suyu sonra. Yani bir camiye girerken sizi Allahu Teala'nın Selam ayetiyle karşılar, aleyküm girin buraya emniyetle ebedi, kalıcı olarak girin, korkmayın Allah'ın emniyetinde, güveninde, muhafazasında muhatabı ile karşılaşıyorsunuz ki böyle bir ayetleri yazan hattatın bir vakit namazda kazaya kalmaması için dikkatli olması gerekiyor.

Yeniçağ: Hocam, sizin bu sanatı icra

etmek bir nevi ibadet icra etmek gibi. Bu

saydıklarınızdan anlıyoruz. Sonra işte abdestiniz

olacak, duanız olacak, gelmişi geçmişi anacaksın filan. Dolayısıyla bu sanatı icra ederken de bir anlamda ibadet yapmış oluyorsunuz. Bu yönüyle de başka bir sanatta da herhalde böyle bir özellik olmasa gerek, bildiğimiz digger güzel sanatlarda pek aranmaz. Ama bu hat sanatı için özellikle hatırlatılır, tavsiye edilir. Bir talebe için de uyarı

yapar Hoca. Yani bunu öğrenmek istiyorsan

önce ahlaki yönden eksikliğini tamir edeceksin, dilinde kusur varsa yani onu bunu çekiştiriyor, gıybet ediyor karalamaya kötülemeye haset etmeye

gidiyorsan bu kötü hasletlerden arınacaksın.

Gurur, kibir değil hocam buradan. Gene hat

sanatının ilk zamanına dönecek olursak

yıllar önce yaptığım röportajda sizden öğrendiğime göre bu hat sanatının Hz. Ali'nin büyük bir emekle teşvik ediciliği ve ilk hatların yazılması konusunda öncülüğü söz konusu. Biraz bundan bahsedebilir miyiz?

Yusuf Sezer: Malum, Hazret-I Ali Efendimiz

aynı zamanda Peygamber Efendimizin

damadı, amcası oğlu ve ilk 4 halifeden biri. Aynı zamanda Hz. Ali Efendimizin doğup yaşadığı şehir Kufe olduğu ve orada o kültürü aldığı için ilk Kur’an ayetleri nazil olmaya ve Allah Resulünün sözleri kaleme alınmaya başlandığında Kufi hattı denen yazı motifleriyle başlanmıştır. Onun için de hattın öncüsü ve kurucusu da hattızatında Cenab-ı Hak vaaz edicisi Allah Resulü kaleme dökücüsü Hazret-i Ali Efendimizdir. Çünkü Ali Efendimizin hattatlıkla ilgili şöyle bir güzel sözü var: Bir hat sanatı hocanın öğretiminde gizlidir iki, çok yazmakla olgunlaşır. İslam dini yaşamakla devam eder, yani Hocanın öğretisinde gizlidir.

Hamdullah, Osmanlı'nın ilk hattatıdır. Efendim Yıldırım Beyazıt'ın Amasya Valisi olduğu sırada tanıştığı ve sonra Sultan olduğu zaman saraya davet edip sarayda hat hizmetiyle daha bir kıymet kazandığı bir şahsiyet. Hamdullah’a “Üstat, bu sanatı nasıl öğrendiniz?” diye sorduklarında “Hocamın anlattıklarına kulağımı kapadım, yazarken kalemimin ucunu gözlerime sabitledim ve kalbimi Allah’a rabettim. Hocamın dizinin dibine çöreklenerek sükut ettim, sonra da ibadet niyetiyle sabahlara kadar teheccüt namazı kılar gibi yazı yazarak bu işi olgunlaştırdım” diye cevap vermiştir. Yani öylesine birbirinne bağlıyor ki, hiçbirini ayrı tutmuyor ve mübareklerin gittiği yoldan bugünlere kadar ulaşıyor.

Yeniçağ: Hocam siz bu meslekte yarım asra ulaştınız, hocanız Hamit Aytaç'ın vasiyetini de yerine getirerek çok sayıda talebe yetiştirdiniz, kurs verdiniz, kurslarınızın ve talebelerinizin sayısına ilişkin bize bilgi verebilir misiniz?

Yusuf Sezer: Hayhay efendim. Tabii ki öğrenmenin bir bedeli var, şimdi yüzlerce binlerce hat eseri yazarsınız, gönül ehli insanların evlerini, ofislerini süsler, mabetleri süsler, camiler için yazdığımız yazılar ayrıdır. Bugün camiler için yazdığım yazıların sayısı 10'u geçti.

Elhamdülillah, yurt içinde ve yurt dışında olmak üzere. Bunların kalıcı tarihî eserler olduğunu düşünüyorum. Bütün devlet büyüklerinde hepsinde benim Hattım var Süleyman Demirel'den, Turgut Özal'dan, Recep Tayyip Erdoğan'dan, Alparslan Türkeş’ten, Rauf Denktaş'a kadar hepsinde var. Devlet büyüklerimizin eliyle eserlerimiz daha çabuk tanınıyor. Çankaya Köşkü’nde Süleyman Demirel’e yabancı devlet başkanlarına ne hediye ettiklerini sormuş ve hat sanatımızın nadide eserlerini de alıp hediye etmesi tavsiyesinde bulumuştum. “Bana hiç kimse böyle bir tavsiyede bulunmadı” demişti. Not aldı ve Cumhurbaşkanlığı bitene kadar benden aldırdığı hat sanatı eserlerini yabancı meslektaşlarına hediye etti. Allah razı olsun. Devletimiz adına gurur verici bir olaydı.

Yeniçağ: Öğrenci yetiştirme konusunda neler söylemek isterdiniz Hocam?

Yusuf Sezer: Şimdi oraya geleyim. Ben tabii ki erken başladım öğrenci yetiştirmeye. Hattat Hamit hocamdan icazeti aldıktan sonra. Önceleri doğru dürüst iş yerim yoktu, farklı yerlerde ders veriyordum. İlk defa Türk Edebiyatı Vakfı’nda rahmetli Ahmet Kabaklı'ın daveti üzerine ders vermeye başlamıştım. 1988 yılında. O zamana kadar Kur'an kurslarında, cami müştemilatı diplerinde ders veriyordum. İlk iş yerimde daha varlığımı ispat edemediğim için belki yanlış anlaşılır diye ders vermiyordum. Önceki iş yerime yeni yeni talebe gelmeye başlıyordu ve bu talebeler içerisinde kabiliyeti olanlar ve hakikaten yazıyı sevenler vardı. Yüksek tahsilli talebeler çoğunlukta ve niçin geldiğini biliyordu. Türk Edebiyatı Vakfı’nda 1988'de başlayan hat yolculuğumuzu 1998'de ilk icazet töreniyle noktaladık. Yine Ahmet Kabaklı hocanın riyasetinde. Bu işi yaparken sabır göstereceksiniz. Bugün yazdığınızı Hocaya gösterdiğinizde düzeltmeler yapacak, yeniden yazılmışı size gösterecek. Sabır lazım bu işte.

Yeniçağ: Bu git-gelde talebeler usanmıyor mu?

Yusuf Sezer: İstanbul’un farklı noktalarından geliyorlar ve uzaklık da talebeyi yoruyor. Elhamdilüllah, ilk icazet töreninden sonra talebe sayımız çoğaldı. Bu güzel mesleğe gönül verenler gazete manşetlerinde yer aldıkça ilgi de arttı ve biz emeğimizin boşa gitmediğini görüp mutlu olduk. Eski Fatih Adliyesi binasında ders veriyorduk. Bazen hafta sonları seksen talebeye ders verdiğim oluyordu. İstanbul’da yaygınlaştıkça Türkiye’nin diğer vilayetlerinden de ilgi gösterildi. Faks veya mektup yoluyla müracaatta bulunarak müdavim olanlar oldu. Örneğin Manisa’dan ve Almanya’dan talebeleri bu yolla kaydetmiştik. Hem hanımlara hem de beylere ders vermesini geliştirdim, bunu pratik hale döktüm. Hanımların saatlerini ayırdım beylerin saatini ayırdım rahat gelip gidebilsinler

diye ve bu şekilde ikinci icazetten sonra 3’üncü icazette artık icazet ödevi görevi vermeye başladım. Talebelerden bazıları dedi ki, hocam, ben Kur'an yazacağım. 3’üncü icazette 2 adet Kur'an yazıldı, 12 talebe Kur'an yazdı. Elhamdülillah, sanata duyarlı ve şuurlu talebeler devam ediyor. Bugüne kadar toplam icazetini alan 61 talebe oldu.