Hendeklerde Vurulduk

Hendeklerde Vurulduk
Araştırmacı-Yazar Gülcan Havva Eraslan, Hendek Gazisi Bahaddin Seçgin'in "Hendeklerde Vurulduk" kitabıyla ilgili çarpıcı bir yazı kaleme aldım. Eraslan, yazısında "2 saatinizi ayırın ve mutlaka okuyun" ifadelerini kullandı.

Eraslan'ın Milli Düşünce Merkezi'nin internet sitesinde kaleme aldığı yazı şöyle:

Bahaddin Seçgin / Hendeklerde Vurulduk
(Bir Sur Gazisinin Kaleminden Hendek Operasyonları)
Bahaddin Seçgin’in adını ilk kez, muayene olmak istediğinde doktorun saldırısına ve hakaretine uğrayan gazi haberiyle öğrenmiştim. Haberi okurken kulaklarımda, Dağlıca’da şehit verdiğimiz 16 vatansever kahramanımızın ardından bestelenen şarkının tınısındaki şu sözler istemsizce yankılanmıştı.

Sana sıkılan kurşun
Ciğerime saplanır
Bilmem bu acı nasıl
Yüreğimde saklanır

Can verdiğin bayrağın
Tabutuna sarılmış
Sana yüce yaradan
Cennetten yer ayırmış

Şehidim rahat uyu
Biz bekleriz vatanı
Bu millet affeder mi
Sana kurşun atanı
***
Kitabının çıkacağını da yine onun paylaşımından görmüş ve kitabı almaya karar vermiştim. Alırken de edebî açıdan bir beklentim yoktu. Zaten edebî kaygı da umurumda değildi açıkçası. Kitaptan tek beklentim birey olarak fil, toplum olarak balık hafızası hâllerimizi bize hatırlatması idi. Olay örüntüsü, zaman mekân-kurgusu, anlatım teknikleri diyemeyeceğim kadar özel bir konusu var. İnsan hayatı, devletin bekâsı…

O yüzden öncelikle edebî bir pencereden bakarak değil, ne olduğunu, neler yaşandığını anlamak isteyerek, millî ve vicdanî bir açıdan bakarak okudum. Yine aynı açıdan bakarak, bu kitaptan insanların haberi olması gerektiğini düşündüm.

Anadolu’nun pırıl pırıl gençlerinin sıra sıra dizilen tabutları zihnimde hâlâ tazeliğini koruyor. 10 Aralık 2016 Beşiktaş saldırısındaki 46 şehidimizi anmaktan imtina eden resmî kurumlarımıza olan kırgınlığın hüznü daha üzerimdeyken kitap, 12 Aralık’ta elime ulaştı.

Hendeklerde Vurulduk… Ne kadar basit, kısa bir cümle. Kim vuruldu, niye vuruldu, vurulmalarına sebep olan ortama nasıl gelindi? Anaların ağlamayacağı iddiasıyla çadır tiyatrosu mahkeme(cik)lerinde teröristleri serbest bıraktırıp, üstü açık otobüslerde zafer turu attıranlar kimdi? Türk Milletinin yaşama hakkını hiçe sayıp, devletin güvenliğini sağlayacak kolluk kuvvetlerini kim kışlalara hapsetmişti? En önemlisi etnik kökende bölücü, ayrılıkçı eli kanlı teröristlerle devlet niye masaya oturtulmuştu? Cevabını bildiğimiz bu soruların cevaplarının seyrini kanıyla, canıyla, bedeniyle değiştiren kahramanların bize hikâye gibi gelen, ölümü öldürme mücâdeleleri.

Ölümü öldürmek… Ne kadar imkânsız değil mi? O imkânsızı başaranlardan biri, çoktan tarihin tozlu raflarında unutmaya bıraktığımız hendekleri yeniden hatırlattı bize. Her şehidin ardından unutanın kanı kurusun diyoruz ya, biz unutuyoruz ve kurumuyor o kan! Bir yakınımız, eşimiz dostumuz, komşumuz değilse, sosyal paylaşım sitelerinde birileri bizlere hatırlatmazsa, kaç şehidi anımsayabiliyoruz? Ya da o dönemden kaç gazimizi biliyor ve kıymet veriyoruz? Bu vefasızlıkta iktidar ve bürokrasinin hatalarını seyreden ve bu hataları yapmasına açık çek veren bizlerin hiç mi suçu yok?

Bu soruların cevabını bulmayı beklerken görmediğimiz, duymadığımız ya da haberlerde birkaç saniyelik telâffuzlarla adı anılıp geçilen bir ana-babanın oğlu; bir kadının eşi, bir çocuğun babası, benim, senin, onun kardeşi, yeğeni, dayısı amcası, kızı… İşte bu kadar bizden ve bir o kadar da bizden uzak tuttuklarımız. Ölümü öldürmeyi başaran kahramanlar…

Bahaddin Seçgin 144 sayfaya; daha otuzuna bile varmamış yaşında ne gördüyse, ne yaşayabildiyse sığdırmaya çalışmış. Bir memlekete, bir bayrağa, ölümü öldürme mücâdelesinde ona destek olan bir kadına aşkını… Aynı sıraları paylaştığı arkadaşlarını bir bir toprağa verişini, ölümü, ölmeyi, koşmayı, konuşmayı ve hiçbirini yapamaz hâle geldiği ânı… İçinizde ayrılıkçılık, Türk Milleti ve Türk Devleti düşmanlığı yoksa, vatanı savunan bu çocuklarımızın fedakârlıklarına kayıtsız kalmak mümkün değil.

(S)açılımın ilk şehidi Teğmen Emre As’ın şehadet hikâyesi vicdan taşıyan kimin içini acıtmaz ki? Kim; babasının, oğlunun şehit olduğu yere gidip, tam da vurulduğu noktada “Oğlum burada mı şehit oldu? sorusuna nasıl cevap verebilir? Ya da “Komutanım; Emre’min, oğlumun yarım bir görevi var mı? Allah aşkına söyleyin ben tamamlamaya hazırım!” deyişine yutkunmaktan başka ne yapabilir?
Sürgün yeri(!) denilen coğrafyanın kahramanlarından biri de Hakkârili Abdusselam Özatak. Kara Harp okulunu kazandığını herkesten saklamak zorunda kalır çünkü; PKK’nın kendisinin subay olduğunu bilmesi durumunda ailesini katledeceğinden korkar. Bu haklı korku ile subay olur olmaz 9 kardeşini Hakkâri’den Ankara’ya taşır ve gönüllü olarak gittiği Sur’da da şehit düşer.

Yüksekova’da Anıl Üsteğmenin serden vazgeçişine gözyaşlarınız eşlik ederken, Gazimiz Ahmet Ölmez’e karşı vicdanlarımızı kanatan duyarsızlık karşısında kahrolmamak mümkün değil. “Sanki cehennem dünyaya indi” diyecek kadar ölümle sarmaş dolaş olunan anlar…

Nusaybinli bir köy korucusunun emekli bir askere “Komutanım Nusaybin’in altını oydular! Oydular! Siz neredesiniz? Kaç defa valiye, kaymakama kim varsa bu durumu anlattık, kimse tedbir almadı. Bu devlet nerede?” sorusuna cevabının bedeli, kaç şehit ve gazi oldu? Sur, Cizre, Nusaybin, Silopi ve daha nice ilçede bu sorunun cevabını şöyle vermiş Bahaddin Seçgin; “Altını çizerek söylüyorum; Sur’un her metresinde, her kapısında, her sokağında, her binasında, her evinde Türk askerinin ve Türk polisinin kanı vardır Türk Milletinin, vatan toprağının bir karışını bile düşmana vermeyeceğinin kanıtıdır yaşadıklarımız. Lâkin bunu PKK açılımı yapanlar anlayamazlar.”

Hendek operasyonları deyip geçtiğimiz şey bir Türk Askerinin kaleminden tarihe şöyle not düşülmüş: “Sur’u Türk Askeri açısından şöyle tanımlayabilirim; mayın tarlasının içine bile bile girmek ve bu mayın tarlasının içinde hem patlayacağını ve hem de pusuya düşeceğini bilmene rağmen ilerlemek zorunda olmak. Pusuya düşme riskinin büyük olması değil, pusuya düşeceğin kesin olduğu hâlde ilerlemek.” Bu ruh hâlinde ölümü yenen kahramanlar.
Göz göre göre, bile isteye açılan hendekleri seyredenleri ve o hendekleri canıyla kanıyla kapatanları unutmayın! Hendekleri seyreden sorumlular âdeta ödül üzerine ödül alırken, hendekleri kapatanların payına ölüm, gözyaşı ve kan düştü. Mükâfat olarak da şehitlik ve gazilik unvanı.

Adını bir darp olayı ile duydum, upuzun acılarında kısacık anılarına eşlik ederek tanımaya ve ruh hâlini anlamaya çalıştım. Ne yazık ki yüzümüzü güldürmeyen hepimizin ortak anılarını hatırlamak ve ders çıkarmak, aynı hatalara fırsat vermemek adına iki saatinizi siz de ayırın, 144 sayfalık bu kitabı okuyun, okutturun.

Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

İlgili Haberler