Hiç ders almamışız meğer...

Ben, dönemin Başbakan Yardımcısı'nın çok net, kılçıksız bir ifadeyle "millî orduya kumpas" noktasını koyduğu günden sonra, olması gerekene ibret olmuştur, alması gereken dersini almıştır, bu işlerin "bumerang etkisi" ziyadesiyle anlaşılmıştır ve biz, bu ülkenin gazetecileri, bir daha asla -en azından bugünler unutulana "tarih olana" kadar asla- benzeri davalara şahitlik etmek, benzeri hukuk garabetlerini yazmak durumunda kalmayız diye düşünmüştüm.

Kaldık.

Artık "FETÖ" olarak anılan yapının devr-i saltanatında, "Ergenekoncu, darbeci, postal yalayıcı" diye linç ettiği gazeteciler, bir mahkeme salonunda, sanık sandalyesinde, neden, niçin nasıl FETÖ'cü olamayacaklarını, neden, niçin nasıl kendilerini bu hain ve alçak ve sinsi ve rezil ve kalleş yapılanmaya kullandırtmayacaklarını ispatlamak durumunda kaldı.

Emin Çölaşan'ın, Necati Doğru'nun, Metin Yılmaz'ın, bu suçlamanın muhatabı olmaktan nasıl utanç duyduklarını anlayabilmeye çalıştıkça, kalbim sıkıştı, nefesim daraldı, içime koca bir öküz oturdu.

Ne öküzü yahu!

Öküz kesmez, içime bir mavi balina oturdu ve kalkmadı gün boyu

(30 metrelik boyu ve 200 tonluk ağırlığıyla dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ve en ağır hayvanıdır kendileri. Ve ancak öyle bir dev başarabilirdi, sanki bütün kemiklerim, binlerce ayrı noktadan kırılmış gibi hissettirmeyi, elimi kolumu kaldıramaz hale getirmeyi.)

***

Bu işle uğraşanlar, bu ruh halini iyi bilir. Saatlerce ekrana boş boş baktıktan sonra, yazıyı teslim saatine son on-on beş dakika kala ve sadece yazmak zorunda olduğum için yazıyorum bu satırları.

Türk medyasının, bir kere daha;

Necati Doğru'nun geçtiği "Birinci savcı görevlendirildi. Hiçbir tutarlı kanıt bulamadı. İkinci savcı görevlendirildi. O da bir şey bulamadı. Üçüncü savcı görevlendirildi. O da bulamadı. Dördüncü savcı görevlendirildi. O da bir şey çıkartamadı... Beşinci savcı görevlendirildi. O bir bilirkişi buldu... Ama beşinci savcı da iddianameyi yazamadan görevini bıraktı. Nihayet altıncı savcı soruşturma dosyasını devraldı..." özetinden "zorlamanın daniskası" algısı yaratan bir süreçle...

Emin Çölaşan'a sorulan sorular ve verdiği cevaplara bakınca, gözümüzün önünden İlhan Selçuk'un "Ergenekon" yaftalı kumpastaki sorgusunun bir film şeridi gibi geçtiği bir süreçle...

Metin Yılmaz'ın, haklı olarak "FOX TV'nin de yaptığı, CNN Türk'ün de yaptığı, Meltem TV'nin de yaptığı, Mesaj TV'nin de yaptığı, Hürriyet'in de yayınladığı, Posta'nın da yayınladığı habere, ajansın geçtiği ve Vatan'ın da, Sabah'ın da, Posta'nın da kullandığı fotoğrafa nasıl "Sözcü'ye sızıntı" muamelesi yapıldığına" anlam veremeyişini görüp, kendi kendimize "hak neydi, hukuk neydi, adalet neydi" diye sorduğumuz bir süreçle...

"Zaman okuru, Bank Asya müşterisi" bir "bilirkişi" ile bir nevi "Osmanım" kokan bir süreçle karşı karşıya kalmış olmasından utanıyorum;

Ülkem adına.

Muhalefeti susturmak yerine, "ne diyor, neden diyor" diye kulak asmak gerektiğinin anlaşılması için daha ne olması gerekiyor acaba; daha kaç kere aldatılmak, kaç kere kandırılmak?

GÜNÜN SÖZÜ

" 44 yıldır her gün yazı yazan biri çıplaktır. Gizleyecek, saklayacak hiçbir şeyi kalmaz."

Necati Doğru

Cehalet heveskârı

Dün, Ankara'daki Tıp Fakültesi Hastanelerinin birinin asansöründe şahit olduğum diyalog:

- Şu ders işi mahvetti bizi ya, kaç gündür perişan olduk...

- Ne dersi?

- Hasta bakıcılara, on gün, her gün iki saat eğitim koydular (yanlış anlaşılmasın iş dışındaki zamanlarından çalınmıyor; mesai saatleri içinde alıyorlar eğitimi), mahvoldum...

Pardon da, niye mahvoldun acaba bey amca?

İşini "bilerek", ne yaptığının "farkında olarak", sektördeki gelişmelerden "haberdar" biçimde, daha "iyi" yapacağın için mi?

Hastaları "memnun" edecek bir hizmet kalitesine ulaşma şansı sunulduğu için mi? -Çok da sık işitmediğini düşündüğüm- "teşekkür"ü hak etme ihtimalin doğduğu için mi?

Jestleri, mimikleri, memnuniyetsizliği, isteksizliği bir görseniz sanki Filistin askısına asıyorlar amcayı!

Ben böyle cehalet hevesi görmedim.

Kişi, hangi işi yapıyorsa yapsın, onu yapabildiği en iyi şekilde yapmanın her şeyden önce kendine duyduğu saygıyla ilgili olduğunu idrak edemedikçe bir arpa boyu yol bile hayal bizim için.

SORU-YORUM

Bütün o tartışmalı magazinsel fetvaları bir kenara attık diyelim, "İslam", "Bilim" ve "Teknoloji" gibi her şeyden önce "akıl" gerektiren üç önemli sahada iddia ortaya koyan bir kurumun başına, papağanın zikir çekeceğine inanmış bir insan evladının getirilmesi ne kadar akıllıca?

Yazarın Diğer Yazıları