Hoşgörü…

Dünyada ne kadar insan varsa o kadar da farklı huy ve davranış vardır. Değişik karakterlere sahip insanoğlunun her birinde ayrı bir güzellik keşfedebilmek, çirkinliklerle karşılaşıldığında da tahammül etmek... İşte hoşgörü...

Görüldüğü gibi hoşgörü pek kolay elde edilebilecek bir meziyet değildir. Başta inanç ve sabır ister. Sevgi ve saygıyı rehber edinmeden güzellikleri görebilmek yahut zorluklara katlanmak mümkün mü?

Yunus Emre'ye sorarsanız mesele gâyet basit:

"Nazar eyle itürü//Bazar eyle götürü//Yaradılanı hoş gör //Yaradandan ötürü."

Aslında kâinatta hiç bir şey boşuna yaratılmamıştır. Hele hele İlâhî sıfatların tecelligâhı olan insanın boş yere yaratıldığını sanmak saflık olur. Öyle ise bize düşen, yaratılanı yaratandan ötürü hoş görmektir. Ama ne yazık ki herkes:

"Hoştur bana senden gelen//Ya tâze gül yahut diken//Ya hil'at u yahut kefen//Lütfun da hoş kahrın da hoş."

diyebilme olgunluğunu gösteremiyor.

Hoşgörünün temelinde sevgi vardır. Seven insanın kolları daima açıktır. Seven insan güler yüzlü, tatlı dilli ve deniz gönüllüdür. Asık suratlı, kıskanç ve mağrur kişilerin çorak gönüllerinde sevgi ve hoşgörü aramak boşunadır.

"İnanç", "sevgi" ve "tahammül" üzerinde yükselen hoşgörünün en önemli ayağını şüphesiz tahammül oluşturur. Dövene karşı elsiz, sövene karşı dilsiz olabilmek kolay mı?

Nâbî'nin:                            

"Cevr ile kimseyi bîzâr etme//Sana cevr etse de âzâr etme."

ihtarına yahut Vehbî'nin:

"Eyleyip düşmen ile def'-i cedel//Sabr ile afv edebilsen ne güzel."

temennîsine uymak her yiğidin kârı değildir.

Bu konuda Mevlânâ'nın "Mesnevî"sinde geçen güzel bir hikâye var. Özet olarak sunmak istiyorum:

Genç bir mürit, adını duyduğu büyük şeyhlerden Ebu'l-Hasan-ı Harrakânî'yi tanımak ve bilgisinden istifade etmek üzere yola çıkar. Uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra şeyhin bulunduğu şehre ulaşan genç, arar tarar ve sonunda şeyhin evini bulup kapısını çalar. Kapıyı şeyhin hanımı açar. Genç mürit, şeyhi görmek istediğini söyler, ancak beklenmedik bir tepkiyle karşılaşır. Kadın, şeyh aleyhine ağza alınmayacak hakaretlerde bulunur. Öyle ki genç neredeyse elini kana bulayacaktır. "Duâ et ki bu yurdun köpeğisin, yoksa şimdi yapacağımı yapardım" deyip evden ayrılır. Sonra etraftakilere şeyhin nerede olabileceğini sorar. Oduna gittiğini öğrenince de ormanın yolunu tutar. Bir de ne görsün, karşısında odun yüklü kükremiş bir aslan, şeyh odunun üstüne binmiş elinde de kamçı olarak kullandığı bir erkek yılan var. Şaşırır... "Böyle vahşî hayvanlara hükmeden şeyh evdeki o cadı kadına niye dayanıyor acaba?" diye geçirir içinden. Şeyh, gencin bu endişesini sezmiş olacak ki: "Ben sabredip o kadının yükünü çekmeseydim, erkek aslan nereden çekerdi benim yükümü" cevabını verir.

Demek ki hoşgörünün meyvelerini toplayabilmek için birtakım kendini bilmezlerin kaprislerine tahammül etmek gerekiyor.

Kısacası; yaratılanı yaratandan ötürü sevmek ve karşılaştığımız olumsuzluklara da katlanabilmek... İşte hoşgörü sarayına çıkan merdivenin basamakları...

 

 

Yazarın Diğer Yazıları