Hristofyas'a göre (2)

Hristofyas  “Ben Kıbrıslı Türklerle anlaşmaya hazırım, ama, yabancılarla değil-kim olursa olsun, yabancılarla değil”  diyor ve  “yabancılardan”  Garantörleri kastettiğini de  “Garantörler bize saygı göstermelidir”  diye eklemesinden anlıyoruz. Kısacası Hristofyas, Kıbrıs meselesinde Türkiye’nin söz hakkı yoktur ve olmamalıdır demektedir. 1960 Antlaşmalarının Enosis’i önlemek için yapıldığını çünkü Enosis’in Lozan’da kurulmuş olan Türk-Yunan dengesini Yunanistan’ın lehine bozmuş olacağını unutuyor. Aynı nedenle  “Kıbrıs Cumhuriyetinin” Türkiye’nin de üye olmadığı bir yere üye olamayacağı kaidesinin varlığını da unutuyor. Bizde Sn. Talat ile Meclis Başkanımızın  “Türkiye’den önce bizim Kıbrıs’ta uzlaşarak AB’ye girmemizin Türkiye’nin yararına olacağı”  görüşü, bu nedenle Rum tezine hizmettir ve Türkiye’nin en önemli bir hakkını ortadan kaldırmak için Rum’un uğraşına destek vermek anlamına gelmektedir. Hristofyas’ın  “Ben Türklerle anlaşmaya hazırım, yabancılarla değil”  sözleri Kıbrıs üzerinde bizim kadar, hatta bizden de çok, güvenliği ile ilgili söz hakkı olan ve bunu Uluslararası Antlaşmalarla tescil ettirmiş bulunan Türkiye’yi saf dışı bırakmak için tevessül ettiği bir oyundur. Akritas planının da bu hedefi elde etmek için hazırlanmış olduğunu unutmazsak  “barış meleği”  addedilen Hristofyas’ın ne kadar barışçı olduğunu anlamakta güçlük çekmeyiz.
İnsan hakları ve AB normları, Türk tarafının hemen hemen tümünü reddettiği BM kararları Rum liderliğinin devamlı surette gündeme getirdikleri ilkelerdir. Kıbrıs’ta iki eşit egemen HALK’ın siyasi ortaklığı ve siyasi eşitliği nedeniyle her iki ortağa ayrı ayrı siyasi haklar verilmiş olması kaçınılmaz bir zarurettir. 1960 Antlaşmalarında taraflara  “toplu veya toplumsal haklar”  verilmesi ile bireysel haklara bazı kısıtlamalar getirilmesi doğaldır. Üniter devletle ortaklık devleti arasındaki fark budur. Ortakların kendi toplumsal hak ve statülerini korumak hakları meşrudur. Hristofyas bunlardan kurtulmak istemektedir.
Hristofyas soruyor: BM, Türk ordusunun Kıbrıs’taki varlığını yasa dışı olarak görüyor. (BM’nin böyle bir kararı yoktur!) Bunun adadan gitmesini istememiz Kıbrıslı Türklerin insan haklarını ihlâl mi oluyor?  “Barış güvercini”  Hristofyas da bilmektedir ki Garanti Anlaşması ile Türkiye’ye bu hak verilmemiş olsaydı 1963’den 1974’e kadar Kıbrıs’ta tek bir Türk bırakılmamış olacaktı. Dolayısı ile Hristofyas’ın bu sorusuna verilecek cevap  “evet, Türk askerinin adadan tümüyle gitmesini istemek, Garantörlüğe gerek yoktur demek Kıbrıs Türklerinin insan hakları ile (hür yaşamak, hayatta kalmak hakları ile) oynamak demektir ve Türklerin insan haklarını ihlâl anlamına gelmektedir”  olmalıdır.
Ve Hristofyas soruyor: Türkiye’nin istilâsı ve işgali ile ortaya çıkan ortam içerisinde yabancının malında oturmak insan hakkı mı?  “Barış meleği” Hristofyas 1963-1974 yıllarını yine unutuyor. 1974 Barış Harekâtı sanki adada asayiş  “berkemal”  iken durup durduğu yerde yapılmış gibi davranıyor. 103 köyün Türk halkını göçe zorlayanlar ve Kıbrıs Türklerini %3 bir toprakta yaşamaya mecbur bırakanlar, binlerce Türkün adadan göçünü sağlayanlar sanki kendileri değilmiş gibi sorular soruyor. 60 bin Türkün her şeylerini bırakarak, Trodos dağlarını yürüyerek aşmak suretiyle Kuzeye özgürlüğe, güven içinde korkusuz yaşamaya koşmaları sanki olmamış gibi davranıyor; 1975 nüfus mübadelesini ve her iki taraftan insanların gönüllü olarak kendi insanlarının idare ettiği bölgeye geçmiş olduklarını da unutuyor; BM’nin hazırladığı Fikirler Dizisi anlaşmasında mal-mülk konusunun global bir şekilde ele alınacağını ve iadeye ek olarak takas ve tazminatlarla halledileceğini de kaale almaksızın,  “herkes yerli yerine”  diyerek, siyasi görüşmelerde halledilmesi gereken bu konuyu Türkiye aleyhine bireysel davalar getirerek  “Kıbrıs meselesini halletmeme” yolunu seçmiş olmalarını da insan haklarının bir gereği addediyor; bunun Türk göçmenlerin insan haklarını kaale almamak olduğunu görmezlikten geliyor. O halde  “barış meleği”  Hristofyas’a cevap verelim: Evet Sayın Hristofyas, iki kesimlilik esas olduğuna göre ve kendi göçmenlerinin %65’i Türk idaresinde yaşamak istemiyoruz da dediklerine göre yapılması gereken iş, global şekilde mal mülk değerlendirmesi yapmak, buna 1963’den 1974’e ve hatta bugüne kadar malına mülküne gidememiş olan Türklerin hak ettikleri tazminatı da katarak bir denge bulmak ve genelde tazminat ve takas usulü ile bu problemi halletmek gerekmektedir. Aksi halde göçmenleriniz bir otuz yıl daha hava almaya devam edecektir. Kıbrıs Türklerini kırk yıl çadırlarda yaşamaya mahkûm etmeyi insan haklarına uygun bulanlara verilecek cevap budur. KKTC’nin tapularına sahip çıkmak dengeli bir uzlaşma için haktır.
(Devam edecek)  

Yazarın Diğer Yazıları