İddialarından vuruldular

Sanırsın koca memlekette bir tek sayılı üç beş ailenin, sülalenin "huzur hakkı" var; onlara rezervli bütün ballı makamlar…

Bir yanda şehit ailelerine yardım maksatlı kampanyalarda toplanan ve buhar olan milyonlar, diğer yanda Beşiktaş'ta, paramparça olmuş bedenleri, asfalttan saatlerce kazınarak toplanan şehitlerimizden birinin babasına "192 lira aylık bağlandığını" gösteren makbuzlar…

Bir yanda "iş" ve "aş"sızlıktan intihar eden insanlar, diğer yanda bedelli askerlik yaparken milletvekili maaşı alanlar…

Önceki gece KRT TV'de, Çiğdem Akdemir'e konuk olduğumuz Söz Meclisi'nde, Nazif Okumuş "ahiret"i hatırlatınca aklıma geldi. Denir ki, Hz. Ömer, şahitler huzurunda yemin ettirirmiş vali tayin ettiği kişilere;

"Katıra binmeyeceğine, ince kumaşlardan elbise giymeyeceğine, has undan yapılmış ekmek yemeyeceğine, kapısını halkın ihtiyaç ve şikayetlerine kapatmayacağına, muhafız edinmeyeceğine…"

Zira, "emanet"tir aslında "beytülmal" inancımıza göre; değil döviz rezervlerini ucuza satmak suretiyle kimlerin ihya edildiğini açıklamama keyfiyeti sergilemek, değil eksi rezerve düşürmek, değil millet açken 47 milyar dolarlık Fransız (güya boykot ediyoruz ya o yüzden belirttim) jeti sipariş edecek, taahhüt bedelleri milletin cebinden çıkan proje zenginleri yaratmak, ona 1 kuruş için bile el uzatmak, hele hele kendi ailesi lehine tasarrufta bulunmak da "hıyanet"tir haliyle. "Hırsızlık"tan sayılır.

Kul hakkıdır; iki cihanda ödeyemezsin, vebali öyle ağırdır.

Onu geçtim, kamu görevlisinin "görevinden dolayı aldığı" hediye dahi -"Ananın babanın evinde oturuyor olsan sana bu hediye verilir miydi" denilerek- "bedeline bakılmaksızın" rüşvet sayılır.

***

Bir yandan, "Günde iki öğün yemeyen" peygamberin ümmeti olduğunu iddia edeceksin, diğer yandan "aksırıncaya, tıksırıncaya kadar"… 

"Affedilen(!)" kayıp trilyonlar…

Deniz Feneri e.V.'ler…

İmar rantı skandalları…

İhale yolsuzlukları…

Adalet(!) borsaları…

Doymak bilmeyeceksin.

Tam da böyle vuruyor demek ki; Allah, kullarını iddialarından!

***

Sahi…

Bizim bir "Siyasi Etik Yasası" mevzu vardı; ne oldu o iş?

Dön baba dönelim…

Geçmiş zaman olur ki…

"Akil"di.

Diyarbakır'da, PKK paçavralarıyla bezeli Nevruz alanında Türk Bayrağı bulunmamasına dönük tepkiler üzerine, "Adına belki Türk bayrağı demeyi de tartışmamız lazım. Eğer herkesin aidiyet bağı hissedeceği bir sembolse, Türkiye bayrağı demeyi öngörüyorum ben. Demirtaş'ın dediği gibi devlet bayrağı demeyi öngörüyorum…" demişti.

"Çözüm sürecinin çöpe atılmaması gerektiği" düşüncesindeydi.

Dün baktım,  "baktım" deyince yanlış anlaşılmasın mazoşist olduğumdan, kendine işkence yapmaktan haz aldığımdan değil, ayırt etmeksizin kimin, nerede, ne yazdığına vakıf olmanın bizim için mesleki sorumluluk olduğundan…

Uzatmayayım…

Baktım; Bakü'de yapılan "Zafer kutlamalarına" atıfla, "Yol ver Türk'ün bayrağına!" diye başlamış yazısına…

***

Geçmiş zaman olur ki…

"Ermenistan-Türkiye Gazeteci Diyalog Programı" çerçevesinde Erivan'a gidilmişti.

Ermenistan parlamentosundaki bütün partilerin, Türkiye'nin 1915'i soykırım olarak tanıması ve Karabağ meselesinde Azerbaycan'la Ermenistan'ı kendi haline bırakmasını istediklerinden hareketle, tavsiyesi "Türkiye'nin inkâr politikası dışında herhangi bir olumlu adım atması" şeklindeydi.

"Tam da "futbol diplomasisi"yle başlayan süreç nihayetlenecekken Erdoğan'ın protokollerinin tam tersi istikamette 'Azerbaycan topraklarının işgali sona ermeden sınır kapısı açılmayacaktır' açıklaması yaparak süreci tepetaklak etmesi"nden, pek de hoşnut değildi.

Azerbaycan için kullandığı ifadeler aynen şöyleydi:

" Mavi Marmara şehitlerinin ardından İsrail'le ilişkilerini artırmakta ve anlaşma üzerine anlaşma imzalamakta beis görmeyen, FİFA kuralları gereği Bursa'daki Ermenistan rövanş maçına Azerbaycan bayrakları sokulmadığı gerekçesiyle, 1918'de işgali kaldırırken ölen Osmanlı askerlerinin yattığı Türk Şehitliği'ndeki Türk bayraklarını direkleriyle birlikte sökmüş olan Azerbaycan yönetimiyle işbirliğimizin sadece 'dost ve kardeş' ülke olmamızdan kaynaklandığı iddiası bana hiç de açıklayıcı ve inandırıcı gelmiyor."

Dün baktım, "Nuri Paşa'nın evlatları" diyor, komandolarımızın Bakü sokaklarındaki yürüyüşünden nasıl duygulandığını anlatıyor, "Can Azerbaycan'la kan kardeşliğimizin simgesi olan şehitliklerimiz"den bahsediyor.

***

Bu sektörde, benzeri örneklerini hemen her gün görüyor olmamız, çark etmenin, tükürdüğünü yalamanın, dönmenin ve bütün bunları da geçmişte haksız olduklarını, hatalı olduklarını kabul edip, özrünü dilemeden, pişkince, üste çıkarak yapmanın "rutin"den sayılması, benim bu hali normalleştirmeme yetmiyor; hâlâ aklım almıyor;

Nasıl oluyor da, insan, bir vakitler söylediği hiçbirşeyi söylememiş, yaptığı hiçbir şeyi yapmamış gibi davranabiliyor?

 En vahimi, yarın da, bugün söylediği hiçbir şeyi söylemeyeceğini bile bile hem de!

 

Yazarın Diğer Yazıları