İftar davetleri üzerine…

12 Eylül 1980 öncesi Elazığ merkezde din görevlisi olarak bulunuyordum. Bir gün cemaatten biri, müftü efendiyi iftara davet etti. Davetin hasbî değil, hesabî olduğunu bildiğim için davetli olduğum halde ben gitmedim. İftar vakti davete gelen müftü efendi benim olmadığımı görünce, muhakkak gelsin diye adam yollamış, kendime göre mazeret beyan edip yine gitmedim. Ertesi gün müftü efendi beni daireye çağırıp iftara niye gelmediğimi sordu. Ben de canım istemedi, gelmedim dedim. Ama Peygamberimiz davete icabet ederdi, dedi. Bunun üzerine ben de -biraz ses tonumu yükselterek- "O peygamberdi, onu davet eden de ashaptı" deyince "Peki, mesele anlaşılmıştır" diyerek teşekkür edip beni uğurladı.

Bu hatıramı şunun için aktardım. Maalesef son yıllarda dînî duyarsızlıklarımız yüzünden iftar davetleri hasbîlikten (Allah rızası için, gösterişten uzak, karşılık beklemeden yapma) uzaklaştı, israfın kol gezdiği, parti propagandalarının yapıldığı yerler haline geldi. Din görevlilerimiz de buna seyirci kaldı, hatta bu bidatin gönüllü parçaları oldular.

Hz. Peygamberimizin "Oruçluya iftar yemeği veren kimse, oruçlunun sevabından bir eksilme olmadan onun alacağı kadar sevap alır" sözünün etkisiyle oluşan iftar yemeği verme âdetinin, fakir fukarayı gözetme ve sosyal dayanışmayı pekiştirme açısından toplumda önemli bir yeri vardı.

Geçmişe dönüp baktığımızda, zenginlerin bilhassa devlet büyüklerinin iftarda kapılarını herkese ardına kadar açmış olduklarını görüyoruz. Dahası, iftara gelenlere "diş kirası" adı altında para/hediye bile verilirdi.

Söz gelimi Yusuf Kâmil Paşa'nın (ö. 1876) konağı önünde durun özel görevliler tarafından, yoldan geçenlere paşanın kendilerini iftara davet ettiği söylenilerek iftar ettirilip diş kirası verildiği kaynaklarda zikredilmektedir. (bk. DİA c. 21, s. 520)

Aynı şekilde, bu güzel geleneğin bir başka kaydını da Ahmet Rasim'in "Ramazan Sohbetleri" adlı eserinde görmekteyiz (mealen):

İstanbul'un âdetlerini pek bilmeyen Anadolulu bir fakir iftar vaktine doğru aç susuz çarşıda dolaşırken bir de bakar ki iki kanadı da ardına kadar açık bir konak… Sofralar hazır, insanlar akın akın girip sofralara oturuyorlar. Bizimki de kendini toparlayıp dalıyor içeriye…

Top atılır atılmaz herkes gibi iftariyelere saldırır. Sıra çorbaya gelir, onu da içer. Derken "sallî" diye bir ses yankılanır. Kalkarlar, akşam namazını kılarlar.

Namazdan sonra bakar ki kimse dağılmıyor. Anlaşılan diş kirası dağıtılacak. (bk. Ahmet Rasim: Ramazan Sohbetleri, s. 37-38)

Görüldüğü gibi iftar daveti yakın tarihe kadar hasbeten lillah yapılıyordu. Ne yazık ki günümüzde bu güzel geleneğimiz hasbîlikten çıkıp hesabî bir hüviyete büründü. Bunda Diyanet'in ve din görevlilerimizin sorumluluğu yoktur diyebilir miyiz?..

Not: Aziz kardeşim Yavuz Selim Demirağ'a yapılan menfur saldırıyı şiddetle kınıyor, C. Hak'tan kendisine acil şifalar vermesini diliyorum.

***

ACZİMİN GİRYESİ:

SEHER VAKTİ

Kulun seher vakti tövbesi, feryâd u âhı

Siler süpürür büyük küçük bütün günâhı.

                                       (Li-müellifihî)

 

Yazarın Diğer Yazıları