İki kesimli federasyon ve Cenevre ümidi...

Gündemde, iki kesimli federasyon var. Ancak, buna ulaşım yolları Rum için başka, Türk için başka. Aralarında 180 derece fark var. Cenevre’de bu farkın giderilmesi mümkün değil. Ayrıca, Türk tarafı iki eşit egemen halktan kaynaklanacak federasyonu, kalıcı bir uzlaşmanın temeli olarak görüyor ve bu nedenle federal çatıyı kuracak olan kurucu devletlerden bahsediyor. Rum tarafı öyle şey yok, iki eyalete dönüşmüş 1960 Cumhuriyeti var diyor ve iki kesimli federasyonun uygulanabilir olmadığını savunuyor; federasyonu, Türk askerini adadan çıkarmak ve garantilerden kurtulmak için görüşmek zorunda kaldığını söylüyor.

Eroğlu’nun gidiş sebebi
Kıbrıs Türklerinin çoğunluk iradesi devletlerine ve garantilere sahip çıkmak. Halbuki, görüşmeler sayın Talat’ın, 1960 antlaşmasında olduğu gibi, tek devlet, tek egemenlik esasına dayanmakta. Sayın Eroğlu, bu yolda yürümeğe zorlanmış! Bu dar boğazdan çıkmağa çalışıyor. Halka verdiği sözü tutmakla mükellef olduğunun ağırlığını hissetmekte, ancak, “Talat’ın bıraktığı yerden görüşmelere devam”  formülünü kabul ettiği için, her “devletim, egemenliğim, ayrı halk statüsü”  dediğinde Hristofyas “çizgiden çıkılıyor”  diye şikâyet etmekte. Açıkça Cenevre’ye bu şikâyetlerini duyurmak için gideceğini söylemektedir.
Kıbrıs’ın, 3-5 yıl içinde Giritleşmemesi için Kıbrıs meselesinin iki eşit ve egemen, kendi kaderini tayin  hakkı olan halk ve iki devlet esası üzerinde halledilmesi şarttır. Bunun dışında, 1960’da olduğu gibi, kâğıt üzerinde verilecek (ve 1960-63’de olduğu gibi uygulanmayacak) haklara dayalı bir anlaşma (Türkiye’nin henüz üye olmadığı bir AB üyeliğinde) Kıbrıs Türklerinin sonunu çok erken getirecektir. Böyle bir durumda Kıbrıs Türklerinin hali ne olur diye düşünen yoktur. Bütün mesele Kıbrıs meselesinin BM acendasından düşmesi, yüz kızartıcı AB üyeliğinin Türklerin de imzası ile normale dönüşmesidir. Sonra ne olur sorusu kimseyi ilgilendirmemektedir. Nasıl ki, Kıbrıs’taki durum, federal bir uzlaşmaya uygun mu, durum buna müsait mi diye soran da yoktur.
Durumun federal bir uzlaşmaya müsait olmadığı, 1977’den bu yana gündemde olan bu formülün, devamlı surette Rumlar tarafından reddedilmiş olmasından da bellidir. Rumlar, Kıbrıs’ı kendilerinin addediyorlar, bizim de buna boyun eğmemizi bekliyorlar.

İki tarafta da güven yok...
Ada sathında yapılan kamu yoklamaları %80 Rum’un Kıbrıslı Türklere, %70 Türk’ün de Rumlara güvenmediğini kanıtlıyor. Kıbrıs’ın Yunan toprağı olduğu iddiası daha da yayılıyor. Yeni örgütler ırkçı davranışları tırmandırıyor. ABD, AB, Rusya, Almanya, Fransa başta olmak üzere eli kanlı Rum  idaresini “meşru Kıbrıs-AB üyesi Kıbrıs”  olarak şımartmaya devam ediyor.
BM Genel Sekreterinin Kıbrıs’ta 5 yıl özel temsilciliğini yapmış olan Hugo Gobi’nin de vurguladığı gibi  “günümüzde hiçbir şey birleşmeyi işaret etmiyor; her şey ayrılığı gösteriyor. BM’nin çabaları oldukça cömerttir, ancak yanlış yönde atılan bir adımdır. Bu çabalar geçmişte pek başarılı olmadığı gibi bugün de değişen koşullar altında daha az mantıklıdır”.
Sayın Downer ve Genel Sekreter sayın Ban Ki Moon, Gobi’nin  “yanlış yolda atılan bir adım”  dediği yolda, Cumhurbaşkanı sayın Eroğlu’nun temsil ettiği halk iradesini hiçe sayarak yürümekte ısrar ediyorlar. Niçin? ABD ve İngiltere, Rusya ve diğerleri öyle uygun gördükleri için, hem de Kıbrıs meselesine teşhis koymaksızın sahte, gaspçı, eli kanlı bir Rum idaresini Kıbrıs’ın meşru hükümeti addederek!
Cenevre’de yapılacak görüşmelerin temelinde bu kanunsuzluk, bu haksızlık, bu tek taraflı muamele yatmaktadır. Olumlu, kalıcı, adil bir sonuç beklenememesi bundandır!

Yazarın Diğer Yazıları